Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Üstatlara ve başyapıtlara son



Toplam oy: 880
David Shields // Çev. Beril Tüccarcıbaşı Uğur
Everest Yayınları
David Shields seslerden, görüntülerden, ödünç almalardan, “çalmalardan”, kendi hayatından, kendi hayatının yalanlarından, yazarken yalan söylemekten, eleştirilerden, otobiyografilerden, kurmacalardan oluşan bir montaja dönüştürmüş manifestosunu.

Bir manifesto nedir? Varolan, düzene uygun giden bir durumun ilanı mı, yoksa varolana karşı bir isyan, bu varolandan bir dışarıya çıkış mı? Kuşkusuz bir durum tespiti ve buna karşı bir değişimi davet eden bir tarafı var manifestonun.

David Shields, Gerçeklik Açlığı: Bir Manifesto adlı eserini 2010 yılında yayımlamış. Kitap yedi yıl sonra Türkiye’de. Tabii burada bir eşzamanlılıktan çok, tartışmanın kendisinin başka bir coğrafyaya taşınmasından bahsediyorum. Yeni formlar üzerine düşünmek, klasik formların nasıl altüst olduğunu göstermek açısından David Shields’ın kitabının -dünya üzerinde olanları göz önüne alarak- bir manifesto şeklinde ortaya çıktığı da bir gerçek. Yani söylediklerinin sadece İngilizce konuşulan ve yazılan coğrafyalarda değil, kapitalist modernleşmeyi geçirmiş, küreselleşmeye eklemlenmiş dünya üzerindeki her yerde geçerli olduğunu kabul etmek mümkün. Fakat burada sorun, Shields’ın yazdıklarının ne derece tartışma konusu olacağı ve bunların çevrildiği coğrafyada ne şekilde karşılık bulacağı.

618 fragman ve gerçekliğin A’dan Z’ye farklı tezahürlerinin üst başlık olarak kullanıldığı kitapta, bir tamlıktan çok, çağrışımlar ve gerçeklik ile kurmaca-kurmaca olmayan arasındaki ilişki problematize ediliyor. Bu problem etmede yazarın seçtiği yol, kurduğu 618 fragmanda çeşitli türlerdeki metinlerden alıntıları bir araya getirmek. Alıntılar arasındaki anlam ilişkilerini kurmak için kimi zaman kendisi birkaç ekleme çıkarma yapıyor, bunun dışında metne bir müdahalesi söz konusu değil: “Bu kitaptaki pek çok bölüm farklı kaynaklardan alındı. Ve kullandığım her bölümü tutarlılığı yakalama ve konuyu fazla uzatmama kaygılarıyla değiştirip kısalttım. Neyi ne kadar değiştireceğiniz ya da kurcalayacağınız tamamen size kalmış.” (fragman 296)  Dolayısıyla tıpkı kitabın kuruluşu gibi kitabı yazarının onu bize sunduğu yöntemde de bir varolan yönteme, dahası bizzat yazarı tarafından tarif edilen bir yönteme direniş söz konusu.

Burada amacım Shields’ın yöntemsizliği kendisine şiar edindiğini iddia etmek değil. Aksine onun için yöntem önemli. Kitabını bir mimar gibi tek tek fragmanlarla, her bir bölümde belirli sayıda ve hep benzer konuya işaret eder bir şekilde kurarak kitabının yöntemini gözler önüne seriyor. Ancak onun karşı olduğu, uzun yıllardır edebiyat tarihlerinde, sanat tarihlerinde, sinemada, televizyon dizilerinde, müzik ve resimde, kısacası sanat ve kültür endüstrisinde belirlenen kurallarla şekillenen sistemin dayattıkları... Bunun için kullandığı temel yöntem ise, bütünlük arayışını altüst eder bir şekilde fragmanlarla kurulmuş bir metin. Fragmanlar da her biri başka yerlerden alınmış cümlelerle kurulmuş. Bu alıntıların sadece metinlerden değil, seslerden, kimi zaman bir televizyon şovundaki konuşmalardan kimi zaman karşılıklı konuşmalardan alındığı da olmuş. Shields bu şekilde manifestosunu seslerden, görüntülerden, ödünç almalardan, “çalmalardan”, kendi hayatından, kendi hayatının yalanlarından, yazarken yalan söylemekten, eleştirilerden, otobiyografilerden, kurmacalardan oluşan bir montaja dönüştürmüş.


Deneme ve lirik deneme

 

Montaj ve kolaj, Gerçeklik Açlığı’nda öne çıkan bir yöntem: “Edebiyatı seviyorum, ama sadece hikâyeleri sevdiğimden değil. Geleneksel romancılığın hemen her hamlesini inanılmaz ölçüde önceden tahmin edilebilir, bitkin, zorlama ve özünde amaçsız buluyorum. Karakterlerin isimlerini, olay örgüsünü, diyalogları ve hikâyenin geçtiği yerleri asla hatırlayamıyorum. Bu tip hikâyelerin bana insanlık haliyle ilgili ne söylemeye çalıştığını anlamakta zorluk çekiyorum. Beni edebiyata çeken, bir düşünme, bilinç ve hikmet arayışı biçimi olması. Çoğu hikâye ve romanda hissettiğim üzere, yazarın önem verdiklerinin hikâyenin çatlakları arasından mucizevi bir şekilde sızmasını uman eserlerin aksine, yazarın gerçekten önemsediklerine sayfa sayfa, hatta satır satır odaklanan eserleri severim. Kolaj çalışmalar neredeyse her zaman, neyle ilgiliyseler onunla ilgilidirler. Bu, kulağa gereksiz bir tekrar gibi gelebilir, ama gerçekten sevdiğim bir kitap okurken heyecanlanırım, çünkü her paragrafta konusunu keşfeden yazarın heyecanını hissederim.” (fragman 347)



Shields’ın kitabını alıntı metinler ve fragmanlardan meydana getirmesi aklımıza başka kitaplardan oluşan alıntılarla bir kitap yazma peşindeki Walter Benjamin’i getiriyor. Düşüncelerinde tecrübe üzerine düşünmenin büyük bir yer kapladığı birinin bunu yapmak istemesi oldukça anlaşılır. Başka metinlerin tecrübelerini hem bir arada tutmak hem de onları bir şekilde birleştirerek bir diyalog kurmalarını mümkün kılmak, bu şekilde de zaman algısını altüst etmek… Tabii buna daha birçok unsur eklenebilir. Shields’ın manifestosunda da temel meselenin tecrübe olduğunu düşünüyorum. Tecrübeyi fragmanlarla, yani anlık düşüncelerin farklı tecrübelerle metinselleşebilmesini mümkün kılarak zamanın bütünlüğünü altüst ediyor. Diğer taraftan bu fragmanları birbirine benzer konularda bir araya getirerek onları yeni bir bütünlükle bir araya getiriyor. Ancak bu demek değil ki bu fragmanlar sadece bu şekilde bir araya getirilebilir. Kitabın fragmanlar şeklinde kurgulanmasının sebebi de bu aslında. Olay örgüsü ve kurmaca arasındaki klasik ilişki biçimini ortadan kaldırıp her seferinde yerinden edilip farklı anlam katmanları yaratmayı mümkün kılacak bir yöntem. Kitapta doğrudan buna bir isim verilmese de türler arasında özellikle deneme ve lirik denemenin öne çıkarılması boşuna değil. Çünkü her ikisi de bunu yapabilmeyi sağlayacak bir niteliğe sahipler ve manifesto yazmak için de oldukça uygunlar.

Umarım Gerçeklik Açlığı, Türkiye’de önemli tartışmalara sebep olur. Üstelik kitabın tıpkı Franco Moretti’nin “modern epik”inde olduğu gibi bugün Türkçede bir yerde konumlandırılamayan pek çok eseri anlamada ufuk açıcı olacağı da bir gerçek…

 


 

 

Görsel: Alpay Aksayar

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.