"Türk sinemasının 100. yılı ama kültür politikalarına bakarsak çok da kutlanacak bir şey yok ortada. Keyfi uygulamalar yüzünden ve dünyaya sadece ticari gözlüklerle bakan kişilerin elinde sinema, birçok açıdan yok edilmiş vaziyette. Edebiyat-sinema ilişkisi de bu 100 yıl boyunca gerçekleşen her değişimden nasibini aldı elbette. Yeni akımlar, yönetmenler, yasaklar, üretim miktarı vs ile birlikte edebiyatın perdedeki varlığı da değişti ve şekillendi..."
sabitfikir.com'un matbu versiyonu olan SabitFikir dergisinin Kasım 2014 tarihli 45. sayısının dosya başlığı, “100 Yılda Edebiyatın Perdedeki Varlığı”... Hasan Cömert dosya yazısında, edebiyat ile sinemanın geçen 100 yıldaki ilişkisini değerlendirerek, “Bundan sonrasının nasıl şekilleneceğini kestirmek zor; diğer her şeyde olduğu gibi...” diyor:
"Türk sinemasıyla edebiyat arasındaki ilişki Türk sinemasının başlangıç tarihine kadar gitmekte. Ve Türk sinemasının gelişimi ve dönüşümüyle (48’deki vergi indirimi sonrası yapım şirketlerinin ve film üretiminin artması, tiyatrocular döneminin kapanması, yıldız yönetmenlerin çıkması, yazar-sinemacıların etkisi, duraklama dönemleri gibi) birlikte incelendiğinde bu ilişkiyi -hem ticari hem de yaklaşım bakımından- daha sağlıklı bir şekilde okumak mümkün."
SabitFikir orta sayfalarının vazgeçilmezi halini alan Kararsız Okur infografiği de, her zamanki gibi, kapak konusunu destekliyor. Oylum Yılmaz’ın hazırladığı ve Sedat Girgin’in resimlediği Kararsız Okur, bu ay edebiyatla sinemanın el ele verdiği yollarda yürüyor. Ayşe Çavdar ise bu sayıda, EdebiyatDışı'na Cüneyt Cebonyan’ı konuk ediyor; edebiyat eleştirisinin de edebiyat olduğunu söyler kimileri. Peki, sinema eleştirisi nasıl bir yerde duruyor acaba?
Güncel meseleler ve güvenilir kitap eleştirileri için…
Levent Y. İnce
Bülent Usta, eleştiri yazısında 14. İstanbul Bienali’nin kavramsal çerçevesinin açıklandığı basın toplantısında okunan Nanni Balestrini'nin Carbonia adlı romanını değerlendiriyor. Aysu Önen ise Haruki Murakami’nin son romanı Renksiz Tsukuru Tazaki'nin Hac Yılları’nı inceliyor.
Fisun Yalçınkaya’nın bu ay ele aldığı Cennetteki Yabancılar, “kadınların dünyada en sevdikleri çizgi roman” olarak anılıyor. Uğur Biryol da coğrafi sınırları Çoruh’a kadar uzanan, yüksek dağları mesken tutmuş Hemşinlilerin hayatlarından kesitler sunan Hemşin Öyküleri'ne bakıyor.
SabitFikir’in bu sayısında ayrıca Gün Zileli, Simon Garfield, Jhumpa Lahiri, Faruk Duman, James Fallon, Jon Ronson, Flann O'Brien, Kazuo Ishiguro, Ror Wolf ve Hakan Akdoğan'ın eserlerini güvenilir eleştirmenler Hayati Roman, Melisa Kesmez, Nazan Maksudyan, Müge Karahan, Yankı Enki, Oylum Yılmaz, A. Ömer Türkeş, küçük İskender ve Burcu Bayer yorumluyor.
Dünyadan sayfalarında Mert Tanaydın, Thomas Pynchon'ın komplo teorilerini, hayalet kovalamacaları, dolandırıcılarla ajanların ve teröristlerin iç içe geçtiği karakterleri, popüler kültürün farklı alanlarından referansları birbirine dolayarak, yarattığı devasa anlatı dağlarına göz atarken; Ceyhan Usanmaz, İkincil Gündem sayfasında Patrick Modiano ile Haruki Murakami arasında gidip gelirken unutulan Ngugiwa Thiong’o’yu hatırlatıyor. Bu ay Fikri Sabit’in gündeminde de Nobel Edebiyat Ödülü var...
Keşfet bölümünün bu ayki konuğu Tuna Orhan; SabitFikir okurlarına kendi el yazısıyla Mostari kitabını öneriyor. Karne sayfalarında Libris Lipum ile Bila Perva’nın notları ise, her zamanki gibi, bıraz kıt gibi...
SabitFikir'in kapak illüstrasyonu da Okay Karadayılar’a ait. Ancak çizimler bununla sınırlı değil; iç sayfalarda dikkatli gözler, çok sayıda yetenekli ve genç çizerle de karşılaşıyor.
SabitFikir'i nereden bulacağız?
Yavuz Girgin
Yayın yönetmenliğini Ceyhan Usanmaz'ın yaptığı SabitFikir’i tüm D&R’lardan satın alabilirsiniz; Idefix paketleriyle ise ücretsiz. SabitFikir’in içeriğini ve daha fazlasını www.sabitfikir.com adresinde bulmak mümkün.
Dosya yazısından
Hasan Cömert
Türk sinema tarihinin ilk filmi kabul edilen ve günümüze hiçbir kopyası ulaşmayan Fuat Uzkınay’ın çektiği Ayestefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı sonrasında -1914-21 yılları arasında- Muhsin Ertuğrul’un ilk yönettiği İstanbul’da Bir Facia-i Aşk’a kadar “altı uzun veya orta, konulu film ve saptanması neredeyse olanaksız kısa ve belgesel film çevrilmiştir. İlk konulu film olarak çekimine 1916’da başlanan ve 1918’de tamamlanan Himmet Ağa’nın İzdivacı kabul edilmektedir.” (Giovanni Scognamillo, Türk Sinema Tarihi, Kabalcı Yayınevi, s. 39) Henüz ilk yıllarda, tiyatrocularla çevrilen filmlerde uyarlamaların ve yabancı etkisinin ağırlığı dikkat çekiyor. Yani, başlangıçtan itibaren edebiyatın -ve tiyatronun- sinemayla iç içe olduğunu görmek mümkün.
Türk edebiyatından ilk uyarlama, Mehmed Rauf’un Pençe isimli oyunu; ilk roman uyarlaması ise, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın aynı isimli romanından yapılan 1919 tarihli Mürebbiye. Bunun dışında ilk göze çarpanlara bakarsak; Sigmund Weinberg’in yarım bırakıp Fuat Uzkınay’ın tamamladığı Himmet Ağa’nın İzdivacı, Molière’in Le Mariage Forcé oyunundan uyarlanmıştır. 1919 yapımı Binnaz’ın da Victor Hugo’dan esinlendiği biliniyor. (Scognamillo, s. 57) Yine 1921 yapımı Bican Efendi’nin sahne uyarlaması olduğunu biliyoruz. Sinema yazarı ve tarihçisi Giovanni Scognamillo, bu durumu şöyle değerlendiriyor: “O yılların sineması dönemin tiyatrosuna bağlıydı ve dönemin tiyatrosu – yani Meşrutiyet Tiyatrosu- ve temsilcileri genel olarak uyarlama yönteminin başlıca koruyucularıydı."
...
Cüneyt Cebonyan ile söyleşi
Ayşe Çavdar
Senden bu söyleşiyi isterken bana dedin ki, “Sinema izleyicisini en az tanıyan kişi sinema eleştirmenidir.” Neden böyle? İzleyici, bir yazın türü olarak eleştirinin içinde gizli özne olarak bile yer almaz mı?
Eleştirmenler filmleri genelde kendileri için düzenlenen basın gösterimlerinde, diğer kültür/sanat yazarlarıyla birlikte izlerler. Bir de festivallerde film izlerler. Bu gösterimlerde antrakt yoktur, patlamış mısır yoktur, cep telefonuyla mesaj yazmak büyük ayıptır. Festival seyircileri de normal seyirciden farklıdır. Daha entelektüel bir seyircidir. Hiç olmazsa Antalya’nın “festival teyzeleri” adını taktığımız Cumhuriyet kadınları gibidirler. Onların da çok net bir dünya görüşü vardır. Ortalama seyirciyi temsil etmezler.
Normal insanlar gibi, sevgilileriyle bir akşam sinemaya gitmez sinema eleştirmenleri. Bir sinema eleştirmenini normal koşullarda, vizyonda film izlemeye zorlasanız, bir süre sonra sinemadan soğuyabilir. “Sinema evde izlenir,” diye bir slogan bile yaratabilir. Ama bizler sinemayı, sinema salonlarında sevdik. Patlamış mısırımızı yiyerek, açık hava sinemalarında sigaramızı tüttürüp çekirdeğimizi çitleyerek seyrederdik filmleri. Fakat zaman içinde değiştik. Film seyretmek bizim işimiz, başkalarının boş zaman eğlencesi.
Ama tabii ki genel izleyici hakkında fikrimiz var. Hem biz de izleyiciyiz. Her film seyircisine de bir rol biçer. Eleştirmen bu rolü de değerlendirir. Sanat filmi/ ticari film ayrımındaki en temel nokta da zaten budur: Seyircinin nereye konduğu, ondan ne beklendiği...
...
Yeni yorum gönder