Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

			

Kulis


Kulis

Hayalperest manifesto




Toplam oy: 1165

Cemal Karanlık


Sevgili okurlar, yeni kuşağın enerjisi müthiş. Ancak, bir eksiği var; okumuyorlar, 12 Eylül’le birlikte zaten okumanın da önüne geçilmiş. Dolayısıyla edebiyat yapıyorlar yapmasına ama edebiyatla değil, E. T.’yle Star Wars’la yetişmişler… Doğal olarak, elde edebildikleri, düşleyebildikleri imgelerle ancak o kültürün taklidi olabiliyorlar. Bu kesinlikle onların suçu değil. Türkiye’de oluşan garabetin sonucu.

 

Geçenlerde Nadir’le yeni kuşak üzerinde konuşuyorduk. Odasından çıkmayan, anne babasıyla sms yoluyla konuşan, internetin başında gözleri kan çanağına dönmüş bir gençlik var, dedi. Ben de dedim ki, yine de müthiş enerjisi var gençliğimizin, ben hiçbir zaman tam ümitsiz olmadım. Ama hayalci de olmadım. Ne yazık ki gerçekçi bir yanım var…

 

Tesadüf, Doğu Yücel kardeşimizin Varolmayanlar adlı romanını okuyordum. Basında çokça yer alınca dikkatimi çekmişti, bir de tabii sağ olsunlar kitabın arka kapağına “hayalperest manifesto” yazmışlar. Bir nevi “gerçekçi ol, imkânsızı iste,” gibi bir şey… Okumamak olmazdı.

 

Adı anılmayan bir kahramanın günlüklerini okuyoruz. Kitap, bir gazete kesiği ile başlıyor. Gazete, “kıyamet günlükleri” adı altında yayınladığı haberinde, halkı evden çıkmaması, kapı pencereyi kapalı tutması yolunda uyarıyor. Kıyamet, ne bileyim, fazlasıyla “gerçekçi” kapitalist medya için uygun bir söylem gibi görünmüyor ama yine de haber, vaatkâr… Fakat roman bir türlü başlamıyor efendim. Kahramanımız 150 sayfa boyunca sabahın köründe kalkıyor, dişini fırçalarken çişini yapıyor, tostunu kızartırken bize gına geliyor…

 

Derken, neyse, günün birinde migrenden kurtulmak için baba yadigârı bir kalemle hikâyeler yazmaya başlıyor. Ve… Yazdığı hikâyeler gerçekleşiyor. Sonraları “gerçekliğe yazarak müdahale eden” hayalperest bir örgüt ortaya çıkıyor ve olayları bu örgütün (ya da tarikatın) yönlendirdiği anlaşılıyor. Buraya kadarı vasat… Açıkçası dünyayı kötü niyetli ve sistemi elinde bulunduran “gerçekçiler”le sistemi kabullenemeyen ve ona müdahale etmeye hazırlanan “hayalciler” arasında paylaştırma fikri o kadar bayat ki, hani, kahramanımızın başına gelenler “uzaylıların yürüttüğü bir deney” olsa herhalde kitabımız daha “aksiyona açık” olacaktı. Kaldı ki, zannımca klişe, vasattan iyidir.

 

Allahtan hiç değilse Türkçesinde klişeler var Yücel’in: “Eğer o lanet olasıca rüyayı görmeseydim.” “Rüyanın etkisiyle adeta yavaş çekim moduna geçtim.” “Yazmak şeytanlarımızı yenmekte bize yardımcı oluyor.” “Utangaçlığıma lanet ederek coşkumu kalbimde söndürmüştüm.” “En ufak ayrıntıyı bile slow motion’da izlemiş biri kadar net hatırlıyorum.” “’Babamın dolmakalemi’ yazdı ampul gibi yanan düşünce balonumda.”

 

Tabii bir de roman kahramanlarının ne dediğini bilmemek gibi bir tarafları var, sevgili okurlar. En kötüsü bu. Varolmayanlar’ın Türkiye liderinden bir inci: “Gerçekçilerin en büyük özelliklerinden biri, beyin yıkamaktır.” “Piri Reis oraları çizdiği için o yerler var olmuştur.” Ve tabii internet bilgileri: “Fluorid aslında zehir.”

 

Doğu Yücel kardeşimiz, bu yazdıklarına inanıyor, sevgili okurlar. Bunu bir soruya verdiği yanıttan anlıyoruz. Fantastik edebiyat meraklısı arkadaşlarımız bir dernek kuruyorlar. Yücel de aralarında. Yanıt: “Amacımız Türk halkının sağlıksız gerçekçilikten kurtulup hayal dünyasına dahil olmaları…” Arkadaşlara tavsiyem; kendilerini üzmesinler. Halkımızın gerçekçiliği de, hayalciliği de gayet sağlıklıdır.

 

Ne diyelim? En doğru yolu yine Varolmayanlar’dan bir cümle ile gösterelim: “Yazarak yaratmanın esaslarını anlatmak günümüzde biraz zor olmaya başladı.”



Bu kitabı idefix'ten satın alın

Yorumlar

Yorum Gönder


olayın geçtiği yer lütfeen acill cevap

41%
59%

Sayın Cemal Karanlık. Bence gayet güzel bir yazı olmuş. Aynen devam. Yazarların eksikliklerini bulup onları kötülemek öyle eğlenceli ki... Hah hah ha...

43%
57%

Bu konuda çok yorum yazilmis, bu kitabin çok okundugunun kaniti. Oyle cok röportaj vardiki gazetelerde sonunda benim de dikkatimi cekti. Yeni bir yazar taniyacak olmanin heyecaniyla aldim elime kitabi... Yazarla ilgili sempati dişinda zerre kadar önyargiya sahip degildim. Önce kötü türkçesi beni uzaklaştirmaya basladi, hatta bir ara altlarini cizeyim istedim sonra vazgeçtim. Ama kahraman bir gün evinde yazan tek bir kalem bulamayarak, babasinin kalemine ulaştıgında ve bir de bu kalem sihirli çıkınca ben de film koptu... O an bıraktım ipin ucunu

43%
57%

Dostlar,

Hani karışmayayım diyorum ama bazı arkadaşlar gitmiş ötesine, gelmemiş berisine :) Bizim X kuşağının böyle de bir sıkıntısı vardır işte, forum polemikçiliği ya da trolling diyorlar.

Sadece Sabit Fikir gibi bir yerde geçtiği için şunları söylemek gerek: Kitap okunmadan yorum yapılmasını doğru bulmuyorum. Yukarıda Cemal Karanlık mahlaslı editörün yazdığı Amerikanca tabirle "tongue-in-cheek" yazımsı yorumda bahsedilen cümleler bilinçli bir şekilde öylesine sığ bir şekilde yazılmış; zira o cümleleri eden kişi Doğu Yücel değil, bir anlatıcı-karakter zaten.

"Kurguya geç girme sıkıntısı"na diğer arkadaşlar da temas etmiş zaten. Memlekette kurmaca alanında hiç eleştiri yokken aniden kurmacası sağlam bir kitaba McKee havasında eleştiriler yapılması bir yandan hoşuma da gitmedi değil.

Bir iki cümleden yola çıkarak Gençlik kitabevi başarı, Nostromo Öykü Ödülü sahibi ve 10küsür yıldır ekmeğini kalemiyle kazanan Yücel'e "yazar değil" ya da "içi boş edebiyat", "yazık, 80 sonrası kuşağı" "tüh tüh, vay vay" filan denmiş... Hadi, peki densin de bu tepki piyasada tonla ıvır zıvır çöp varken kendi türünde dört başı mamur, başarılı bir kitaba yöneltilince belki de içi boşalıyor tabiri caizse "geyik"leşiyor... Sonra hakikaten saçmalık olan popülist bir kitabı teşhis edemez oluruz.

Kaldı ki bana sorarsanız Cemal Karanlık aslında bir anlamda sanki kitaba kıyak yapmış oldu, belki baştan da amacı buydu... :)

42%
58%

Her genelleme kusurludur. 80 kuşağının okumadığı genellemesi de öyle. Tabi, "yeni kuşağın enerjisi müthiş" genellemesi için de geçerli bu. Bir kusurlu genelleme de ben yapayım: eleştiriden haz etmiyoruz! Doğrusu, bu yazıya reaksiyon gösteren okur arkadaşlara sormak isterim,yoksa siz okuduğunuz her fantastik eseri beğeniyor musunuz?
Cemal Karanlık, tartışmaya açık ifadelerle, Doğu Yücel'in eserini beğenmediğini söylemiş. Bu kadar mı daraldı edebiyat iklimimiz, övgüler yüksek sesle dillendirilecek, eleştiriler, yalnızca çok yakın dost sohbetlerinde sessizce geçiştirilecek! Etmeyin, hiçbir metin tartışma üstü değildir.
Ayrıca şu, halkımızın sağlıksız gerçekçiliği, hayal gücünün yoksulluğu meselesi bence de önemli: yalnızca, bin nakışlı halk şiirimizin yüzü suyu hürmetine bile olsa, "hayal" meselesini bir daha düşünün derim: güç sizinle olsun!

26%
74%

öncelikle,bu yazının her satırında hissettiğim 'küçümseme' duygusu beni rahatsız etti. doğu yücel, varolmayanlar'ın 9 yıllık bir emek sonucu oluştuğunu belirtiyor. ve bu da, kitabı okuduktan sonra, oldukça inandırıcı geldi bana. çünkü üzerinde uzun uzadıya düşünülmüş olay örgüsü, karakterlerin derinliği, havada kalan bir fantastiklikten ziyade gerçeklerin de ayna gibi karşımızda durması, romanın kısa hikayelerle renklendirilmesi, olay örgüsü... gibi etmenler ile üzerinde ciddi bir emeğin olduğu bariz. ama eleştrilerde de bir emek olmalıdır değil mi? maalesef bu yazıda olduğunu sanmıyorum, mesela "roman kahramanının ne dediğini bilmemesi" hususuna hiç anlam veremedim. ardından sıralanan örnekler açıklayıcı değil ki? piri reis haritayı çizmiş ve bu şekilde varolmuş. bunun bize gülünç geldiğini söyleyebiliriz ama roman kahramanı oldukça net ve düşüncelerini açıklamak konusunda cesur olabilir. ve biz roman karakterlerini böyle sever, kendimize yakın buluruz. fluorid'in bir zehir olduğunu söyler karakter, biz buna karşılık, 'doğu yücel bu söylediklerine inanıyor, aman ne komik.' diye mi karşılık vermeliyiz? 1. tekil şahısla yazıldığı için, doğu yücel'in fikirleri olması mı gerekiyor ayrıca olsa bile onu bu şekilde küçümsemek, küçümsenecek bir davranış bence. son olarak, "arkadaşlara tavsiyem; kendilerini üzmesinler. halkımızın gerçekçiliği de, hayalciliği de gayet sağlıklıdır." bu söylediğinize de katılmıyorum elbette, ama bundan ziyade böyle bir derneğin kurulmasının sizi niye rahatsız ettiğini anlamadım.
yazınızı okuduktan sonra hissettiklerimi paylaşmak istedim.
tanrı'nın bize verdiği en güzel hediye olan, hayalgücümüzü kaybetmememiz dileğiyle. hoşça kalın.

48%
52%

İçi boş işler ve yazın ürünleri, önce dünyada, doğal olarak da sonrasında Türkiye'de ortaya çıkmaya başlıyor.
Her gerçeküstü, bilimkurgu, fantazi eser edebi değerden yoksun mudur, diye sorarsak, yanıtı elbet "Hayır!" olur!..
Diğer yandan birçok önemli eserin yanında, "piyasa", içi boş, dil kullanımı vasat, olay örgüsü yaratıcılıktan uzak, yurt dışında denenmiş işlerin ülke topraklarına uyarlanması olarak ortaya çıkıyor. Bu elbette her yerde böyle... Birkaç kalıcı eser, geri kalan çoğunluk yazın ürünleri tarihinde bir 20 yıl dahi tutunamayacak kitaplarla dolu.
Durumu garipsememek gerekiyor bence!..
80 sonrası kuşak da, belirli oranda iyi/kalıcı seslere sahip. Diğer yandan 80 öncesine bakıldığında, ülke daha verimliydi ve buna kimse karşı çıkamaz.
Bunda, 80 darbesi, TV ve internet "kültürü", dünyada da yayılan anlamdan uzaklaşma gibi bir çok etkenin payı var.
Üzücü olan bu, yoksa yukarıda adı geçen kitap ve yazara özel bir durum değil!

42%
58%

Doğu Yücel'in klişe cümleleri olması normal çünkü kendisi bir yazar değil ve haliyle kaleminin güçlü olmasını bekleyemezsiniz, bunun eleştirilecek bir yönü yok. Ayrıca konunun sıradan olduğuna da katılmıyorum. Gayet de zevkli. Fakat tek bir ayıp var ki günümüzde kendi dilimize yapılan en büyük haksızlık: O da yabancı kelimelerin kullanılması, sırf biraz daha havalı görünsün yazdığımız diye. Mesela dediğiniz gibi: En ''Ufak ayrıntıyı bile slow motion’da izlemiş biri kadar net hatırlıyorum.'' Slow Motion cidden?

35%
65%

Değerli Fantastik Kurgu Yazarı Dostlar,

Bu denli saçma sapan bir yazıya bu kadar yorum yazmak ve gereğinden fazla önem vermek niye. TV'de 'gerçekçi' haberler provokatif yayınla rating alırken, internette 'trash talk' bloggerlar da sizlerin yorumlarıyla besleniyor. Nasıl ki onlar bizim eserlerimiz için okumayalım/okutmayalım diyorlarsa, ben de aynısını diyorum. Okumayalım ki, kendileri yazıp kendileri okusunlar.

41%
59%

Neresinden başlasam bilmiyorum, ama bu yazıyı yazan kişiyle aynı kitabı okuduğumuzdan şüpheliyim, Doğu Yücel Varolmayanlar isimli iki ayrı kitap yazmış olmalı, çünkü bendekinde karakterin yazdığı hikayelerin gerçekleşmeye başlaması 60.sayfada oluyor, yayınevi bilgileri, giriş bölümü vb. sonrası roman sayfa numarası olarak 15.sayfadan başladığı için, karakterin sıradışı olaylar başlamadan önceki rutin hayatı sadece 45 sayfada anlatılıyor. Bu yazıda ise karakterin yazdığı öykülerin gerçekleşmeye başlamasının 150 sayfadan sonra olduğu söylenmiş. 45 nerede, 150 nerede? Bu arada kitabın 430 sayfa olduğunu da vurgulamak lazım. Karakterin yaşadığı sıradışı olaylarla hayatının değişmesinin anlatıldığı bir romanda, bu karakterin yaşadığı değişimin aktarılabilmesi için geçmiş rutin hayatı kitabın onda birlik bölümünde anlatılmayacak da ne yapılacak, bunu merak ettim doğrusu. Doğu Yücel'in anlatım tarzını, üslubunu ya da öykülerini beğenen beğenir beğenmeyen beğenmez, o ayrı, ben severim başkası sevmez, ama bir kitabı anlatırken 105 sayfalık bir hata yapmak yakışık almıyor.

Ayrıca en baştan hayalci değilim diyen, E.T., Star Wars gibi fantastik öykülerin en güzellerine küçümser bir tavırla yaklaşan bir insanın fantastik bir roman hakkında böyle büyük kelimelerle fikir beyan etmesi, ders verir bir üslupla konuşması, et yemeyen bir insanın en iyi pirzola hakkında ya da şarap içmeyen birinin en güzel şarap hakkında uzman tavrıyla konuşmasına benzemiş. Herkes her şeyi konuşur elbet ama bu düşünceleri bir dergide paylaşıyorsa insan, uzmanı olmadığı, meraklısı olmadığı bir konuda ders verir tarzıyla yazmasa daha iyi olmaz mı?

Yazarın tek bir röportajında, kim bilir gazeteci tarafından nasıl kuşa çevrilerek yansıtılmış esprili sözlerini alarak onun hakkında, inançları ve değerleri hakkında, üye olduğu dernek hakkında (derneğin diğer sanatçı üyelerini de içine katarak hem de) yargı sahibi olmak ise en başta kullanılan "12 Eylül çocukları kitap okumuyorlar" tanımı gibi klişe, birbirinden farklı nitelik ve yetkinlikte bir sürü insanı tek bir kalıba sıkıştırmaya çalışan, yazının değerini düşüren bir yaklaşım ne yazık ki.

Doğu Yücel'in cümleleri diye sunulan cümlelere gelince... Bunlar aslında roman karakterinin cümleleri çünkü bu roman yazıda da belirtildiği gibi bir "günlük", yani oradaki her cümle (arada düşülen notlar ve baştaki-sonraki gazete küpürleri haricinde) bir günlükte yer alıyor. Dolayısıyla iyi ya da kötü gözüyle bakılması gereken şey Doğu Yücel'in Türkçesi olamaz, olsa olsa bu tip bir roman karakteri bu tarz cümleler kullanır mı kullanmaz mı olabilir. Yazar bir sokak çocuğunun günlüğü diye bir kitap yazsa ve bol bol küfür kullansa, yazarın ağzı bozuk mu diyeceğiz? Kendi adıma kitabın günlük havasını daha çok vermesini tercih ederdim, kitap bu yönüyle ele alınabilir ve tartışılabilirdi, ama Doğu Yücel'in Türkçesi en azından bu kitap aracılığıyla tartışmaya açılabilecek bir konu değil.

Bir fantastik romanın en önemli niteliği olan "içerdiği hayal gücü ve yaratıcılık" ise yazıda tamamen es geçilmiş, hatta neredeyse fantastik bir roman olarak yazılmş olduğu halde, "içinde niye bu kadar çok hayal gücü var, roman karakterleri niye ne dediğini bilmiyor" sorgulamasına gidilmiş. Romanın içinde pek çok fantastik ve bilimkurgu öyküsü varken ve sonunda Varolmayanın asıl kimliği ve neden "var olmaması" apayrı bir yaratıcılık örneği iken, bu yan öykülerdeki hayalgücü düzeyini göremeyip sadece öyküleri gerçekleşen karakter kısmına takılmak, romanın ne kadar dikkatli ve anlayarak okunduğu noktasında şüphe uyandırıyor.

Halkımızın gerçekçiliği de, hayalciliği de gayet sağlıklıdır konusuna gelirsek... Cemal Bey yazının girişinde halkımızın 12 Eylül etkisiyle yeni neslin starwars ve E.T. gibi korkunç (!) şeylerin etkisinde kaldığını ve bu yüzden yaratıcılığının köreldiğini sadece bu kültürlerin kopyalarını üretebildiğini kendisi söylemiş. Bu apayrı bir tartışma konusu, ama onu geçelim, doğru kabul edelim, yeni nesil böyle olduğu, Cemal Bey'ler de hayalci olmadıklaına göre, ilk başta söylenenle en sonda söylenen "Halkımızın hayalciliği gayet sağlıklıdır" ifadesi çelişmiyor mu? Hangi halk bu o zaman, 12 Eylül yaşanırken Japonya'da olan, sonra ülkeye dönüş yapan bir halk mı? Bu arada 12 Eylül'de "yeni nesil" olan kişilere örnek olarak, Jean Paul Sartre'dan Yaşar Kemal'e, Ursula K.Leguin'den Tolstoy'a, Poe'dan Dostoyevksi'ye ve Ahmet Hamdi Tanpınar'a, kendisinin de sevdiğini tahmin ettiğim pek çok yazarı bol bol okuma fırsatım olduğunu paylaşayım, Bu kitaplar "12 Eylül'ün yeni nesli bu!" çığlığıyla kucağımdan atlayıp eski nesile koşmadılar hiç, endişeye gerek yok.

Bu arada "hayalciliği ve yaratıcılığı gayet sağlıklı" olan halkımızı süper kahramanları ve fantastiği seven Amerikalılarla ya da animeleri, mangaları yaratan Japonlarla sanatta, bilimde, iş hayatında, teknolojide ortaya koydukları yenilikler, yaratıcı fikirler açısından dilerseniz hiç kıyaslamayalım, utanabiliriz.

Bir kitabı sevmeyebilirsiniz, bir edebi türü sevmeyebilirsiniz, ama fantastik romanlar da en az diğer romanlar kadar ciddiye alınarak, özen gösterilerek ve bu türü bilen, seven, iyisini kötüsünü ayırt edebilecek kadar bu tür üzerinde kafa yormuş ve okumuş kişilerce değerlendirilme hakkına sahipler. Cemal Karanlık'ın farklı türlerde ve kitaplarda yetkinliğine lafım yok, muhtemelen çok okumuş ve bilgili bir insandır. Ama çok okumuş ve bilgili bir insan yazısında bu kadar çok hata yapabiliyorsa, nedenlerini kendisine bir sormalı diye düşünüyorum.

50%
50%

"Sevgili okurlar, yeni kuşağın enerjisi müthiş. Ancak, bir eksiği var; okumuyorlar," Bu klişenin bir sonu yok mu yahu?

34%
66%

İnsanlık var olduğu tarihten bugüne kadar gerçek olmayana ilgisini hep korudu. Masallar, mitolojik efsaneler ağızdan ağza günümüze kadar ulaştı. Bununla yetinmeyen insan, bilinmeyene olan ilgisini, hayalini kurduğu bilinmeyeni, olası geleceği yazıya dökmeye başladı. Neden? Yaşadığı dünyada üstesinden gelmesi gereken birçok gerçek varken neden insan bilinmeyeni, gerçek olmayanı ve henüz imkânsız görünen geleceği bu kadar merak etti? Gerçekte var olmamış topraklarda, var olmamış yaratıkların güzelliğine neden kapıldı? Neden onu dehşete düşüren bir canavarın hayalini kurdu? Ya da insan neden kafasını kaldırıp gözlerini gökyüzüne dikti?

Hayal kurmak geleceğe bakmaktır, kendini mutlu etmektir, neden mutsuz olduğunu görmek, gerçeği farklı bir şekilde yorumlamaktır. Hayal kurmak gerçeklikte deneyemeyeceklerini denemek ve yaşadığımız dünyada kendine gerçek bir yol çizmektir. Jules Verne bugünlerin ve daha öte geleceğin hayalini kurup romanlarını yazarken H.P.Lovecraft korkunun dağlarında dolaşıp kendi özüne kendini tanıştırırken J.R.R. Tolkien bambaşka bir yerde iyiyle kötünün savaşını anlatırken hepsi aynı yerden, bu dünya ile sınırlandırılamayan hayal güçlerinden besleniyorlardı. Durmadılar ve bu hayalleri dünyayla paylaştılar. Hem de bu dünyanın objelerini, kelimelerini kullanarak. O olmayan yerleri, o henüz imkânsız gibi görünen geleceği insanların akıllarında şekillendirmeye başladılar. Var oluşumuzdan beri süre gelen gelenek bozulmadı ve insanlık hayalleriyle geleceğe yürüdü. Çünkü insan hayal eder, araştırır, sorgular, kurgular ve ortaya çıkarır; insan gelişir.

1900’lerin başlarında teknolojinin gelişmesiyle olası geleceği, henüz ortaya konmamış bilimsel gerçekleri hayal eden bilimkurgu, insanların ilgisini çekti. Artık bilimkurgu, kardeşi fantastik edebiyattan daha şöhretliydi. Bilimkurgu popülerliğini arttırırken bilim de gelişti. Ve sonunda II. Dünya Savaşı’nda arenaya çıkıp varlığını ve gücünü ispat etti. Silahlar, uçaklar, denizaltılar, atom bombaları bir zamanlar sadece bilimkurgu yazarlarının kelimelerindeyken birden gerçek olmuşlardı. İnsan, doğası sonucu, gelişen teknolojiyi yine kendine karşı kullanmıştı. Oysa bilimkurgu yazarları böyle bir durumda ortaya çıkabilecek vahim sonuçları da kaleme alıp insanlığı uyarmışlardı. Ve onlar bunu hala yapıyorlar…

II. Dünya Savaşı’nın yarattığı karmaşada insanların içlerine dönüp huzurlarını korumaları gerekiyordu. Ve yardım çok geçmeden J.R.R Tolkien’den geldi.

“.…yirminci yüzyılın öyküsünün karşıtı olan muazzam bir mit… doğru düzgün gözüken bir evrenin tanımı… ruhun bu çorak yüzyılda ihtiyaç duyduğu bir başka gerçeklik.”
John Clute

1954 yılında Tolkien’in Orta Dünya’sıyla insanlara umudun, dostluğun hikâyesi geldi. Yüzüklerin Efendisi, edebiyat dünyasını ikiye ayırdı. Bir taraf, “Bir edebiyat profesörü nasıl olur da böyle bir masal yazar,” diyordu. Diğer taraf ise çoktan Frodo ve Sam ile yola koyulmuş, elflerle tanışmış, Gandalf’ın Balrog ile savaşında gözyaşı dökmüş, Rohanlarla at sürmeye başlamıştı. Fantastik edebiyat, dünyanın en çok okunan yüz eserinden biri olan bu dev eserle yepyeni bir başlangıç yapmıştı. 68 kuşağı, "başkan adayımız Gandalf” yazan pankartlar açınca yayıncılar gözünü fantastik edebiyata dikmiş ve bu edebiyat türünde eserler verecek insanları aramaya başlamıştı. Artık birçok yazarın bambaşka dünyaları, bambaşka ırkları, bambaşka öyküleri anlatılmaya başlanmıştı.

Kimileri tarafından çocuk masalı veya kaçış edebiyatı olarak da adlandırılan fantastik edebiyat, bu eleştirel yaklaşıma rağmen aslında, yaşadığımız hayatta fark edemediğimiz gerçekleri, başka dünyalarda alternatif gerçeklikler üstünden sorgulatarak algılatma gücünü kullanarak büyümeye devam ediyor.

Artık bambaşka alanlar da bu eserlerin büyüsünden etkilenmeye başladılar. Sinema ve oyun sektörü, fantastik edebiyatın sergilediği hayal gücünü görünür kılıyor.

Fantastik ve bilimkurgu edebiyatı, insanların hayal güçlerine yüzlerce yepyeni dünya sunuyorken Türkiye’de durum neydi? Bilinmeyenin, korkutanın, kahramanlıkların dört bir yanda fısıldandığı bu toprakların hayalcileri neler yaptılar? Fantastik öğeler geçmişte Giritli Aziz Efendi’nin, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Peyami Safa’nın, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın ve nicelerinin eserlerinde görünür olmuşlardı. Ama fantastik edebiyatın bir tür olarak yaygınlaşması biraz gecikti. Eğitim, maddi sıkıntılar, diretilen sosyal kaygılar gibi konular bu gecikmenin sebeplerinden bir kaçı olarak sayılabilir. Buna rağmen uzak sayılamayacak bir tarihte, olası geleceğin, bilinen gerçekliğin içinde ve tarihin derinliklerinde fantastik öğelerin kullanımı yaygınlaşmaya ve okuyucuyu, belki de fark ettirmeden fantastik edebiyata hazırlamaya başladı.

Tolkien’in yarattığı fantastik edebiyat tarzında ilk eserin Türkiye’de yayımlanma tarihi ise 2002'dir. Bu ülkenin hayalcilerinin önünde, dünyanın elli yıl önce verdiği mücadelenin aynısı, ön yargının, yıkılması zor olan barajı vardı. Ama var olmayanı ve geleceği hayal edenler çok geçmeden, barajda delikler açmaya başladılar bile. Barajın tamamen yıkılması, bilimkurgu ve fantastik edebiyata dair bu ülkeden çıkmış ve çıkacak eserlerin hak ettiği yere gelmesi için sadece zamana ihtiyaç var.

“Büyük fanteziler, mitler ve masallar gerçekten de rüyalara benzer; bilinçdışından bilince seslenirler, bilinçdışının diliyle, simgeler ve arketiplerle. Kelimeleri kullansalar da, müzik gibi işlev görürler; sözel akıl yürütmeyi devre dışı bırakıp doğruca söylenemeyecek kadar derinde yatan düşüncelere giderler. Hiçbir zaman tam olarak aklın diline tercüme edilemezler; onların anlamsız olduğunu, ancak Beethoven’in Dokuzuncu Senfonisini de anlamsız bulan bir Mantıksal Pozitivist iddia edecektir. Oysa son derece anlamlıdırlar ve ahlak açısından, iç görü açısından ve büyüme açısından faydalı ve pratiktirler.”
Ursula K. Le Guin

“…
Her ne kadar dünyanın tüm çatlaklarını Elfler ve Goblinlerle doldurmuş olsak da, karanlıktan ve ışıktan Tanrıları ve onların evlerini inşa etmeye cesaret etmiş ve ejderlerin tohumlarını ekmiş olsak da bu bizim hakkımızdı. (yerinde ya da yanlış kullanılmış) Bu hak azalmadı: hâlâ içinde yaratıldığımız yasayla yaratıyoruz.”
J.R.R.Tolkien

İnsan hayal kurmaktan vazgeçmeyecek. Bu, doğasının gereği. O hayal kuruldu, kuruluyor, kurulacak. Çarpıklıklar, hatalar, acılar alternatif yollarla bu hayal sayesinde çözülecek. Daha başka yerlerde, henüz gerçekleşmemiş gelecekte olabilecek olanın hayali, insanların kendi iç dünyalarında gerçekliğe kavuşacak ve insanlık hiç yaşamadığı iyiyi hayal edecek, hiç yaşamadığı kötüye hazırlıklı olacak.

49%
51%

Fantazi, benim için bilgiden daha anlamlıdır. Albert Einstein.

Bunu diyorum başka birşey demiyorum.
Takipçi, takibini sürdürür.

52%
48%

cem bey'in yazısı da popülist manifesto olmuş: "Halkımızın gerçekçiliği de, hayalciliği de gayet sağlıklıdır..."

hadi canım sende :)))

42%
58%

Cemal Karanlık'ın fantastik edebiyata bakışı gerçekten "karanlık". Benimsediği Engin Ardıç üslubu zaten aydınlığı taşımaya muktedir değildir, o ayrı.

Yaratıcılık anlamında bir arpa boyu yol gidemeyenlerin üretenlere karşı takındığı saldırgan tavrı anlarım da, küçümseme çabalarını zavallılık olarak görürüm. Karanlık'ın "bir garabetle alay etmek" adına kotardığı bu "gerçek garabeti" de aynı duyguyla okudum, güldüm, eğlendim, kalemine sağlık.

Bir not düşmekte yarar var: Karanlık ve benzer düşünsel çizgide olanların ısrarla görmediği şey şu: Geçmişi var eden, geleceği olanaklı kılan fantastik ve bilimkurgudur. Gerçek dediğiniz şey, "şimdi"dir, "şu an"dır. Ve insan zihni "şimdi"nin içindeyken bile, esinler yaratan, geçmişi inşa eden, yarını yaratan fantastiğe yönelir. Çünkü yaratılışın temelidir bu, insan aslını aramak üzerine kodlanmıştır. Çünkü sadece geçmiş ve gelecek değil, "şimdi"nin en belirgin ögelerinden din bile fantastiktir. Dolayısıyla, havanda su dövmek değildir fantastik, yaşamı yorumlama biçimidir. Hem de tüm yaşamsal düzeni "şimdi" sanan hazretlere inat, insana bahşedilen en değerli şey olan aklı ve hayal gücünü son katresine dek kullanarak bu yorumu yapar. Ortaya çıkan "şey"i aydınlık zihinler kabullenir, "karanlık" zihinler bin bir telaşla çamur atar.

Fantastik ve bilimkurgu üretenlerdeki aydınlığın, bir nebze de olsa, "şimdi"cilere bulaştığı günleri görmek dileğiyle...

44%
56%

Yeni yorum gönder

Diğer Kulis Yazıları

 

 

 

 

Yeni romanınız Empedokles’in Dostları, Novalis’in “Romanlar Tarih’in kusurlarından doğar” sözüyle açıldığına göre, size tarihin hangi kısmı kusurlu geldi ve bu yeni romanınız ortaya çıktı?

 

 

 

 

 

Füruzan Yolyapan Hanım’la 9 yıl önce tanıştınız. Bir sohbetten kitaba giden yolculuğu dinlemek isteriz.

 

 

 

 

 

İlk eseriniz Muhtelif Evhamlar Kitabı’ndaki öykülerin tadı damağımızda kalmıştı ve siz, araya beş yıl gibi uzun bir süre koydunuz. Şimdi Kum Tefrikaları çıkageldi. Geçen sürecin edebi kısmını kısaca anlatır mısınız, neler yaptınız?

 

 

 

 

 

Son bir yıl içinde art arda iki ilginç roman yazdınız. Tarihimizdeki yer almış figürlerin hayat hikâyelerini romanlaştırmayı tercih ediyorsunuz. Sizin açınızdan önemi nedir bu karakterlerin?

 

 

 

 

Şermin Hanım, Deli Tarla’nın ortaya çıkışı, içindeki öyküleri bir araya getirme maceranızla başlayalım isterim…

 

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.