Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Gençliğin ilk direniş romanı


Şahane
Toplam oy: 1383
Cemil Kavukçu
Günışığı Kitaplığı
Kavukçu'nun çizdiği kasaba ve ortaokul portresi edebiyatımızda daha önce karşılaştığımız öğeleri barındırsa da, dili bir dekor veya kostüm gibi kullanışı sayesinde anlatının veya karakterin kimliğine bürünmemiz kolaylaşıyor ve akıl hocalığı yapan, tepeden, bir yaklaşımdan uzak duruyor.

Çağdaş Türk Edebiyatı’nın önemli kalemlerinden Cemil Kavukçu’nun ilk gençlik romanı olan Yolun Başındakiler, dili, anlatımı ve yarattığı atmosfer açısından her yaş grubuna seslenmeyi başarıyor. Kavukçu’nun çocukları ve gençleri durdukları yerden anlamaya çalışan yaklaşımının yanı sıra 1960’lı yılların kasaba hayatını gerçekçi bir anlatımla aktarması, kitabı her yaş grubu için okunabilir kılıyor. Bu bağlamda, kitabın Köprü Kitaplar dizisiyle okuyucularla buluşması oldukça anlamlı.

 

Romanın toplumsal atmosferine bakıldığında, 1960’lı yılların kasaba hayatında ilkokul bitişinin önemli bir durak olduğunu, maddi durumu iyi olanın çocuğunu okula gönderebildiğini, ilkokul sonrasında öğrenime devam etmenin çok da gerekli görülmediği ve halihazırda yasakçı zihniyetin her noktasında hissettirildiği bir eğitim anlayışıyla karşılaşıyoruz. Kavukçu’nun kasaba nabzını ve kasabalı kimliğini başarılı bir üslup ve anlatımla aktardığı görülüyor. Bu bağlamda, dilin edebiyat eseri için ne derece belirleyici olduğunu da görmek mümkün. Kavukçu’nun çizdiği kasaba ve ortaokul portresi edebiyatımızda daha önce karşılaştığımız öğeleri barındırsa da, dili bir dekor veya kostüm gibi kullanışı sayesinde anlatının veya karakterin kimliğine bürünmemiz kolaylaşıyor ve akıl hocalığı yapan, tepeden, bir yaklaşımdan uzak duruyor. Bunu yaparken de okuyucuya duyusal tasvirlerle ipucu vererek asıl anlatmak istediği konunun sezgisel bir yolla anlaşılmasını amaçlıyor.

 

“İsmet’in uykusu gelmişti. Sobadaki kömürlerin çıtır çıtır ses çıkararak yanışı ninni gibi geliyordu ve uyuyakalmıştı.”

 

 

Kavukçu’nun anlatı dili okuru ve anlatıcıyı İsmet’in yerine oturtuyor; onun ruhuna ve kimliğine büründürüyor. Ders sırasında sınıftaki sobanın içinde yanan kömürlerin çıtır çıtır ses çıkarması hepimize ninni gibi gelmiş ve böyle kaçırmıştık karatahtada çözülen problemi. Kavukçu’nun daha önceki hikayelerine de bakıldığında, neyin anlatıldığından ziyade nasıl anlatıldığının mühim olduğunu görebilirsiniz.

 

Romanın odağındaki ortaokulu, müdür ve iki öğretmenden oluşan otorite figürleriyle beslemeye çalışan yazar, hem anlatımı hem de romanın dinamikliğini diri tutmak bakımından İsmet ve arkadaşlarının bu yasakçı iktidar figürlerine karşı geliştirdikleri savunma mekanizmalarına, tepkilerine ve hislerine başvurmaktadır. “İbretlikler” tam da burada sahneye çıkıyor ve kendilerine dayatılan her şeye karşı bir duruş ve başkaldırı sergiliyorlar. Bu yasakçı anlayışla çevrili atmosferde okul içindeki iktidar öznelerinin yanı sıra toplumdaki aile ve özellikle de baba figürlerinin de baskın olduğunu görmek mümkün. Özetle, zamanın çocuklarının aile ve toplum baskısından büyük bir çabayla kurtulup eğitimine devam etmesiyle görev tamamlanmıyor. Baskıdan kurtulup okula gelmeyi başardığında başa çıkmanız ve kaçış yolları aramanız gereken resmi ideolojinin figürleri de orada durmaktadır. 1960’lı yıllardaki bu ortamda hayat mektebiyle ortaokul arasında seçim yapmak zorunda bırakılan çocukların, ilerleyen yıllarda lise ve üniversite öğrenimi için daha çatışmalı mücadelelere giriştiğini görmek mümkün. Başka bir deyişle, ortaokul, çalıştırılarak veya evlendirilerek büyümek zorunda bırakılan bir çocuğun çocuk kalmak için direndiği ilk dönemeçtir.

 

Kavukçu’nun kitaba verdiği isim olan Yolun Başındakiler bir çocuğun bu zorlu mücadelede açmak zorunda olduğu ilk kilidi daha anlamlı kılıyor.

 

 


 

 

“İlkgençlik çağı, gençlik yıllarının başıboş yaşamı ve bu yaşamların içinden çıkan genç kişilikler az yazılmıştır. Böyle kişileri, pek bilmediğimiz dünyaların içinden çıkarıp önümüze öylesine canlı biçimde getiren Kavukçu’nun bu kitabı, son zamanlarda okuduğum en önemli gençlik romanlarından biri. Kuşağımızın büyük ustasını yakından tanımak için iyi bir başlangıç.”

 

-Semih Gümüş-

 

(Tanıtım Bülteninden)

 

 


 

 

* Görsel: Kai Schuettler

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.