Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

ÇizgiRoman // Gaiman masalları



Toplam oy: 840
Neil Gaiman // Çev. Elif Ersavcı
İthaki Yayınları
Sandman, Türkçede yeniden yayımlanıyor. Benzersiz bir çizgi roman, çarpıcı diyaloglar, kimileri gerçekten olağanüstü olan fantastik hikayelerle tanışmak isterseniz, Sandman’i okumalısınız.

Neil Gaiman, global dünyanın çoksatar yazarlarından biri. Epik dile olan hâkimiyeti, hikaye evreni kurabilme ustalığı, aktüelle mesafesi ve ölçülü muhalifliğiyle de uzun yıllar popülerliğini koruyacak, öyle anlaşılıyor. Genç kalabilen veya genç okura hikayeler anlatabilen bir yazar. Fantastik edebiyatın içinde kalarak korku türünün popüler referanslarını kullanıyor. Ölüm, ölümden sonraki hayat, din mitolojisi, insan dışı varlıklar ilgisini çekiyor. Gaiman, pek çok ünlü korku edebiyatçısı gibi insanlardan çok yaratıklara yakın durmayı seviyor. İyilik ve kötülük meselesinde odaklandığı için insan tekinin kibir, hırs, haset ve acımasızlığını kıyasıya eleştiriyor.


Malumunuz, yaratıkların (istenmeyenlerin ve azınlıkların) dışlanması, sürek avına dönüşmeleri, hayata karşı muhalif duruşları nedeniyle edebiyatı cezbeder. Yaratıklara yönelik tedhiş ve baskı, yaratıkların mağduriyeti, sonsuz yalnızlıkları ve bunu dillendirme biçimleri tek tek edebiyatın meselesidir. Bütün korku anlatılarını edebiyata ve sanata yakınlaştıran da, bana kalırsa, en çok bu eğilimdir. Yoksa gündüzün geceye, cennetin cehenneme galebe çalmasının veya iblisin er ya da geç mağlup edilmesinin aksiyon hazzı dışında adamakıllı bir anlamı yoktur. Hepsi, bilindik ve tek kelimeyle çocuksudur ve ancak o kadar işlevi olabilir. İblisin tecrit ve sürgündeki tek başınalığının, asırlar süren acımışlığının betimlenmesi veya bir yaratığın insanlara olan öfkesinin anlatılmasıysa merak uyandırıcıdır. Bunu yapmak demek, şimdiki zamanı, ahlakı, adaleti ve genelgeçer değerleri eleştirmek demektir. Kötülerle savaşan kahramanın işini zorlaştıran, onun karşısına zeka ve vicdanı çıkaran iddialı bir savunmadır. İblis ölse de, mağlup olur bu yolda galip diyelim. Kahramanı ve okuru etkileyen, huzursuz eden, aksiyon mantığının üzerine çıkaran başka bir merhaledir bu. Son çeyrek yüzyılda canavarları edebi olarak derinleştiren, psikolojilerini, yaralı ruhlarını belirginleştiren bir anlatım eğilimi gelişti. Vampirin ısırığından çok, vampirin tekdüze hayatından duyduğu bedbinlik, ürkütücü Frankenstein’dan çok onun dünya karşısında hissettikleri ilgi çeker oldu. Benzer bir yönseme geçmişte de yok değildi ama bu derece koyulaşabilmiş değildi. Bir vampiri, etnik ya da cinsel azınlıktan biri gibi düşünmek, ergen mutsuzluğuyla harmanlamak, canavarın değişimini bir büyüme hikayesi olarak görmek, daha ziyade yakın döneme özgü bir yoğunlaşma oldu.

 


Gaiman, tam da böyle bir dönemin yükselen yazarlarından; tavrı, tahkiyesi ve finalleri yenilikçi olan isimlerden. Nasıl yazıyor? Dili masalsı ve şiirsel... Tutkulu okurları onu tarif ederken en çok büyülü bir dili olduğunu söylüyorlar. Şekspiryen bir auradan söz ediyorlar. Bazen sert ve gerçek gözükmek için argoya başvuruyor ama neredeyse hiç kullanmıyor denebilir. Clive Barker gibi kan ve “iğrençlik” dolu sahnelerle hatırlanmıyor. Stephen King kadar Amerikalı, Alan Moore kadar siyasetle meşbu değil. Onun hikayeleri başka bir düzlemde geçiyor: bir ara evrende, bugüne ve yaşanan hayata paralel bir başka yerde. Hayat, onun evreninde süreklilik gösteriyor, ölüm bir son değil, başka bir evrenin başlangıcı oluyor. Ölüler, ruhlar, hayaletler, cadılar, cinler, gulyabaniler, arafta kalanlar, insanlarla birlikte yaşıyorlar. Karakterleri, hele ki korkuyla bahsedilen bir canavarsa, insanlara güvenmemesi gerektiğini, kendini sakınarak yaşamak zorunda olduğunu biliyor; önce intikam ve nefret hissiyle sertleşiyor, sonra bunun hayatın bir doğal sonucu olduğunu kabullenerek yaşamasını öğreniyor vs. Karakterleri epeyce teatral konuşuyorlar, imalar, metaforlar kullanıyor, göndermelerde bulunuyorlar. Görünenin ardındaki anlamı fısıldayan gösterişli düsturlar zikrediyorlar. Büyük sırları; o sırları bilen ve merak edenleri oluyor. Hikaye evreninde bizi gezdirerek yaşadığımız hayatın ve gündeliğin alternatiflerini gösteriyor. Bu dünyaya benzeyen, daha kesin çizgili bir başka “yer,” bir başka ülke orası. Katmanları, muamması, hiyerarşisi olan bir başka oluşum.

Kum gibi oradan oraya sürüklenen muğlaklık

 

Gaiman’ın en ünlü çalışması, hiç kuşku yok ki Sandman. Yakın dönemin en şatafatlı serilerinden biri olan, 1989-96 yılların arasında 75 sayı yayımlanmış, itibar görmüş, çok satmış, halen konuşulabilen bir çizgi romandan söz ediyoruz. Sandman, yukarıda değinilen, başka yerlerden birinde geçiyordu. Dünyaya, başka bir evrene, cehenneme, arafa, uzak bir gezegene benzeyen bir yerde, bazen dünyada, bazen geçmişte olup bitiyordu hikayeleri. Tek tek duygulara indirgenmiş karakterleri, büyük günahlardan beslenen çatışmaları, yalancıları, yorgunları, narsistik hezeyanları olan insanları ve insansı varlıklarıyla Sandman hem süper kahraman evrenini hem de edebi yavaşlığıyla antik tiyatroları andırıyordu. Yayımlandığı dönem için ayrıksı bir niteliğe sahipti, hikayeden çok diyalogları dikkat çekiyordu. Bu durum, çizgi roman için yenilikti, çünkü türün temel özelliği muktedir kahramanın bitimsiz eylemleriydi.

 


Gaiman, süper kahramanların epik ve kibirli dilini gündeliğe yaklaştırıp sertleştirmiyor, gerçekçi olmak gibi özel bir çaba içine girmiyor, aksine masal ve rüyalara özgü bir akışkanlıkla daha şairane bir dil istifliyordu. Garip bir yumuşaklığa sahipti, acılarını ve öfkelerini konuşarak, sözcüklere yüklenerek gösteren kahramanları seviyordu. Kırılgan, yetmişli yılların rock yıldızlarını hatırlatan, mağlup olduğunun farkında olan birileri konuşuyor gibiydi. Gaiman, kederliydi ama bu keder, yanı başımızda, sokakta, medyada, günümüzde değil masallarda, rüyalarda, uyuduğumuzda ortaya çıkan yaldızlı bir kederdi. Hiçbir biçimde yerel değildi, seçkinci bir romantizme ve nostaljiye sahipti. Hikayelere çok uygun çizgicilerle çalışılması, Sandman’in kum gibi oradan oraya sürüklenen muğlaklığını başarıyla güçlendiriyordu. Renk seçimleri, kaligrafisi, balonların farklılığı, sayfa tasarımları iyi hesaplanmıştı. Sandman atmosferi, mekan olarak, karakter iklimi olarak hiç resmedilmemişti denemez ama Gaiman onu bir eski edebiyat tutkunu gibi kafiyeli ve mecazlı bir dille bezeyerek taklit edilemez kıldı. Sandman’i sevmek ya da sevmemek bu dille ilintiliydi.


Sandman
, Türkçede yeniden yayımlanıyor. Benzersiz bir çizgi roman, çarpıcı diyaloglar, kimileri gerçekten olağanüstü olan fantastik hikayelerle tanışmak isterseniz, Sandman’i okumalısınız. Üstelik geçen yüzyılın en çok konuşulan edebi eserlerinden birini, bir grafik roman klasiğini keşfetmiş olacaksınız. Keşfetmek iyidir, maceralıdır.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.