Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Doctor Who: Kayıp kitabın peşinde



Toplam oy: 1653
Gareth Roberts
İthaki Yayınları
Roman, muazzam bir "Doktor macerası" olmanın yanı sıra, Otostopçu serisindeki lezzeti okuyucuya verecek kadar yoğun mizaha sahip, sürükleyici ve zeka yüklü bir eser.

İlk defa 1963 senesinde BBC tarafından yayınlanmaya başlanan Doctor Who, en uzun soluklu bilimkurgu dizisi ünvanını taşımakta ve 2005’ten günümüze, yeni versiyonuyla hâlâ ilgiyle izlenmektedir. Gallifrey gezegeninden bir Zaman Lordu olan ve minik kulübe görünümündeki uzay gemisi TARDIS’ine atlayıp uzay-zamanda gelecekten geçmişe, gezegenden gezegene seyahatler gerçekleştirerek türlü macera yaşayan bu ismi-lazım-olmayan Doktor’a, seneler içerisinde pek çok farklı oyuncu hayat vermiş, hikayelerini anlatan isimler de değişmiştir.

 

Hikayeleri üretenler arasında büyük olasılıkla en dikkat çeken isim, 1970’li yıllarda yayınlanan bölümlerin senaristliğini üstlenmiş olan, ünlü bilimkurgu yazarı Douglas Adams’tır. Otostopçunun Galaksi Rehberi isimli mizah yüklü bilimkurgu serisinden tanıdığımız Adams’ın, yine 70’lerde yazmaya başlayıp, 80’lere kadar üzerine düşünse de tamamına erdiremediği, 1992 senesinde Pennant Roberts yönetmenliğinde film olarak uyarlanan Shada'sının, yazılmış diğer tüm senaryo ve romanlardan farklı bir özelliği var:

 

Güncel Doctor Who dizisinin 2007-2011 arasında senaristliğini üstlenmiş Gareth Roberts, 2012’de Adams’ın yarım kalmış kurmacası Shada'yı alıp romanlaştırıyor ve Doktor karakterine olduğu kadar, hayranı olduğu, ilham aldığı Douglas Adams’a da saygı duruşunu ölümsüz bir eser olarak somutlaştırıyor. İthaki Yayınları tarafından basılmış eseri Türkçe’ye kazandıran isim ise, Ülker Uyanık.

 

 

Adams’ın zihninden geçen kurgu tam olarak nasıldı, Roberts yerine kendisi romanlaştırmış olsaydı nasıl bir metinle karşılaşırdık; elbette bunu bilmemiz mümkün değil. Ancak şu kadarı kesin: Gareth Roberts’ın yazmış olduğu roman, muazzam bir "Doktor macerası" olmanın yanı sıra, Otostopçu serisindeki lezzeti okuyucuya verecek kadar yoğun mizaha sahip, sürükleyici ve zeka yüklü bir eser.

 

Bilimkurgu edebiyatı söz konusu olduğunda Douglas Adams’ın bambaşka bir yeri olduğunu iddia etmek yanlış olmayacaktır. Fantastik kurgu türü içerisinde Terry Pratchett’ın kullandığı üslup, dille oynayarak yaptığı özgün espriler ve Diskdünya’nın gerçekliği içerisinde var olan anlatılar ne kadar olağan-dışı ve tamamiyle yazarın kendisine has ise; Douglas Adams da bilimkurguya kazandırdığı mizahi tavrı ve satır aralarında yaptığı göndermelerle, ancak dikkat edildiğinde fark edilen sivri-dilli havasıyla çok başka ve çok özel bir yerde duruyor. Gareth Roberts ise, söz konusu eserde, Adams’ın yokluğunu aratmıyor ve Skagra karakterinin ‘Tanrı’nın yokluğundan kaynaklanan pozisyon açığını’ telafi etme güdüsünden bahsederek başladığı anlatıyı, sonuna kadar Adamsvari üslubuyla sürdürüyor.

 

Roman, Cambridge’de fizik alanında lisans üzeri eğitimini sürdüren Chris Parsons’ın, Profesör Chronotis’in odasından ödünç aldığı kitabın serüvenini -veya kitabın yarattığı serüveni- anlatıyor. Profesör’ün Gallifreyli bir Zaman Lordu olduğundan habersiz Chris, ödünç aldığı kitapların içinde “Gallifrey’in Muhterem ve Kadim Yasaları” isimli ‘tehlikeli’ kitabın varlığından da habersiz. Hayatına olağan bir şekilde devam edecekken, önce kitabın kendisine bir şey gösterdiğini fark ediyor, ardından kitabın yazıldığı dili anlamlandıramıyor ve derken sayfaları kesilmeyen, yırtılmayan, çünkü ‘başka türlü’ bir malzemeden üretilmiş kitabın, aslında bir kitap da olmadığını anlamasıyla birlikte işler karışıyor…

 

Chris’in bilim dünyasında bir keşif yapacak olma hevesiyle eş zamanlı olarak, Doktor, müthiş çekici yol arkadaşı Romana ile, ‘çooookk eski’ dostu Chronotis’i ziyarete geliyor. Kaybolan kitabın peşine düşmeleriyle birlikte, yolları Chris ve arkadaşı Claire ile kesişiyor. Tabii kitabın peşinde sadece masum akademisyen gençler ile ölüme meydan okuyan Zaman Lordları ve Leydisi yok; bütün maceranın varlık nedeni olan Skagra var. Skagra, dünyaya hükmetmek isteyen karikatürize kötü karakter tiplemesinin tam olarak Douglas Adams kurgusu içerisinde var olabilecek karşılığı olan, evrene anlamını kazandırma gayretindeki bir kötü-karakter. Elbette kendi yöntemleriyle!

 

Evrene düzen getirmeyi amaçlayan, kaostan ve dağınıklıktan nefret eden Skagra, kitabın peşine düşmesi nedeniyle zaten Doktor’un esas düşmanı olma vasfını kazanmışken; bir de üstüne kafasının karışıklığı, kılığına kıyafetine ve hatta saçlarının dağınıklığına yansımış olan Doktor nefretiyle dikkat ediyor. Doktor’un bu macerasındaki ölüme ve öldürülmeye meydan okuma yöntemlerini ise, Skagra’nın Gemi’siyle yaptığı diyaloglarda, zekasına hayranlık duyarak okuyup gülümsemek mümkün.

 

Dört yüz küsür sayfa boyunca insanı gülümsetebilme özelliğine sahip romanın, en özgün ‘karakter’lerinden biri, Gemi. Skagra’nın, sadece kendisine itaat etmesi, kimi zaman kendisinin dahi sıkılacağı kadar çok iltifat etmesi üzere tasarlamış olduğu Gemi karakterinin uğradığı değişim hakikaten görülmeye değer. Bu renkli karakter, okura olduğu kadar, Doktor’a da sürpriz yapmayı başarıyor.

 

Shada’nın kim veya ne olduğu, Muhterem ve Kadim Yasalar kitabının konuyla ilgisi, Skagra’nın evrenin hakimi olma amacına ulaşmak için neler yaptığı, Doktor’la nasıl bir mücadeleye girdiği konuları elbette kitapta saklı. Fakat basit telepatik hususlardan ziyade, zihinlere düşünce yansıtma, insanları tahakkümü altına alacak kudrete sahip olma, sadece Gemi değil, Düzen Robotları yaratma gibi mevzuların varlığından dem vurulduğunu söyleyebiliriz.

 

Gareth Roberts, romanın içerisinde Otostopçunun Galaksi Rehberi'ne saygısını ifade etmenin yanı sıra, Richard Bach’ın Martı’sından, Lewis Carroll’un Alice Harikalar Diyarında’sına klasik eserlere göndermeler yaptığı gibi, klasik bilimkurgu yazınının önemli ismi Isaac Asimov’un Robot Kuralları’na da Doktor’un sevimli köpeği K-9 üzerinden temasta bulunuyor. Yani romanı dizi izlemenin lezzetiyle, hızla okurken ve mizahla yoğrulmuş uzay-zaman yolculuğunda yerinizi alırken, bir yandan yazın tarihindeki ustaları hatırlayarak farklı bağlantıları yakalamanız da mümkün.

 

Üzerinde durulacak çok fazla detay, alıntı yapılacak çok sayıda cümle varsa da, Chris’in zihninden bir ifadeyle bitirmek herhalde bu tür bir bilimkurgunun gündelik hayatımıza kattığı değeri ifade etmek açısından anlamlı olacaktır. Chris, maceranın büyük kısmını, sakarlığıyla, kendini aptal durumuna düşürme korkusuyla, kendi küçük insan dünyasından, uzay-zamanın efendilerinin akıl almaz hayatlarına bakarken yaşadığı hayretle, heyecanla geçiriyor.

 

Ve işte alıntılanan bu cümlede, kurgunun içine okuru da bir ölçüde yansıttığı söylenebilecek bu anti-kahramanın isminin yerine okurların her birinin ismini koymak olası: “Chris bu geniş, görkemli evrende içinde yaşanılan ne kadar çok dünya, ne kadar çok mucize ve potansiyel olduğunu düşünerek gülümsedi.”

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.