Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Feminist kaç beden giyer?



Toplam oy: 713
Sarai Walker // Çev. Meltem Deniz
Altın Kitaplar
Biraz etine dolgun olanlarımız “kilo verse yüzü çok güzel” ya da hepten zayıfsak bu sefer de “sıskalıktan ölüyoruz.”

Beden faşizmi hemen her kadının günaşırı karşı karşıya geldiği ve bir şekilde yüzleşmek zorunda kaldığı bir durum. Biraz etine dolgun olanlarımız “kilo verse yüzü çok güzel” ya da hepten zayıfsak bu sefer de “sıskalıktan ölüyoruz.” Yani günün sonunda ne yaparsak yapalım topluma yaranamıyoruz. Öte yandan toplumun yarattığı ideal öyle bıçak sırtı ki dokunduğu her yerimizi kesip kanatmaya çok müsait.


Sıfır Beden Cehennemi de toplumca yaratılan cehennemi içselleştirmiş bir kadını, Balkabağı’nı anlatıyor. Balkabağı elbette gerçek adı değil, gerçek adı Alicia. Fakat Alicia başka biri; daha zayıf, daha güzel, daha ideal biri. Etrafı Balkabağı tarafından çepeçevre sarılmış ve dışarıya çıkmasına izin verilmeyen biri. Alicia Balkabağı’nın gizli öznesi... Obezitenin her geçen gün daha da yaygın hale geldiği, zayıflama endüstrisinin gücünün doruğuna doğru ilerlediği şu günlerde etrafımız Balkabağı gibi kadınlarla çevrili. Aslında muhtelemen, verilecek hepi topu beş kilomuz da olsa, biz de birer Balkabağı’yız.

 

Bedenin yazınsallaştırılması

 

Öte yandan bir de bedenin yazınsallaştırılması konusu var. Özellikle dibine kadar erkek kalemlerin ucunda kadın karakterler ince belleri, koca göğüsleri, lepiska saçları ya da hokka burunlarıyla arzıendam ederken kalemin bir de diğer ucu var. Gerçek kadınlar; kalçalarında selülitleri ya da fazladan on kilosu olanlar, burnu kemerli ya da saçlarına aklar düşmüş olanlar bedenlerini kalemlerinin ucunda idealize etmektense olanca gerçekliği ve çıplaklığıyla gözler önüne sermeyi tercih ediyor. Sıfır Beden Cehennemi’nin yazarı Sarai Walker da bunlardan biri ve edebiyattan sinemaya ve hatta televizyona kadar hızla yaygınlaşan feminist anlatının güzel bir örneğini sunuyor. Çift yönlü akan hikayede bir yandan feminist Jennifer Hareketi’nin adaleti kendi yöntemleriyle tesis etmeyi deneyen eylemlerine tanık olurken bir yandan da Balkabağı’nın kendine doğru yaptığı yolculuğuna eşlik ediyoruz. Fakat yanlış olmasın: Bu kesinlikle şişman kızımızın zayıflayıp güzelleştiği, güle oynaya hayatına devam ettiği bir peri masalı değil. Bu hikaye yağdan, etten, deriden ve kandan ibaret. Bu hikaye sebepleri ve sonuçlarıyla olabiliğine gerçek. Toplumla uzlaşının değil, başkaldırının hikayesi Balkabağı’nınki.

 

Sıfır Beden Cehennemi yazarın ilk kitabı olmasına rağmen son derece derli toplu, akıcı ve keyifli bir hikaye sunuyor. Sarai Walker ile Alicia Kettle arasında, ikisinin de toplumun “ince kadın” imajına uymamaları ve ikisinin de kadının cinsel kimliği üzerine ahkam kesen popüler dergilerde çalışmaları gibi birçok ortak nokta mevcut. Fakat genç bir yazarın ilk işinde kendi hayatından ve kişisel problemlerinden yola çıkması ilk kez karşılaştığımız bir şey değil ne de olsa. Yine de Sarai Walker -yaratıcı gücünü sürdürebildiği ölçüde- başarılı ve üretken bir yazar olacağının sinyallerini veriyor.

 

Sözün özü, Sıfır Beden Cehennemi ayak uyduranların değil, yoldan çıkanların hikayesi; popülerleşmeye müsait bir hikayenin içine sızan dozunda feminizmle biraz yüzeysel, fakat kesinlikle azımsanmayacak bir toplum eleştirisi. Sadece kadınların değil, erkeklerin de okumasını tavsiye ederim.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.