Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Gamlı Poe’nun “Kuzgun”u



Toplam oy: 1338
Edgar Allan Poe
Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi
Poe’nun gamlı halinin sözcüklerdeki izdüşümü. Matematik teoremi oluşturur gibi adım adım ve incelikle yazılan şiirin dışarıdan görünüşü böyle.

 

 

Dedikodu ruhun gıdası. Akıllarda yer etmiş bir eserin oluşumunu açık eden bir metinle karşılaşmak da ucundan köşesinden edebi dedikoduya girdiğinden bünyeye yararlı.

 

Edebiyatın “kaçık” ismi Edgar Allan Poe’nun bir dolu ünlü yapıtı var ama “Kuzgun” adlı hayli uzun şiiri üstüne yazılıp çizilenlerde bir yoğunlaşma göze çarpıyor.

 

İşin edebi dedikodusuna girilecek olursa önümüze bir sürü ilginç ayrıntı çıkıyor. Öncelikle Poe’nun etrafından başlamalı. Örneğin komşuları, “Kuzgun” yayımlanana dek Poe’nun yazar olduğunun farkında bile değilmiş ya da buna inanmak istememiş. Eleştirmenlerin pek çoğu ise “Kuzgun” ortaya çıkınca Poe’yu ciddiye almaya başlamış. Onların genel kanısı, şiirin “uzun bir bilgelik düşünüşü” olduğu yönünde. Şiirin öbür özelliği, yası yansıtan bir ilahi olması.

 

Dizelerdeki “kuş” imgesi, yalnızlığı ve kederi arttıran bir unsur. Siyah renkli ve gizemli kuzgun, hep süren yası simgeliyor: Poe’nun gamlı halinin sözcüklerdeki izdüşümü. Matematik teoremi oluşturur gibi adım adım ve incelikle yazılan şiirin dışarıdan görünüşü böyle.

 

Peki, yazımı Milton ve Sofokles’i bile çileden çıkaracak hesaplaşmalar yüzünden uzun süren “Kuzgun” için Poe ne söyler? Bunu da Oğuz Baykara’nın derleyip çevirdiği, içinde Poe’nun o ünlü makalesi “Yazı Sanatının Felsefesi”nin de bulunduğu ve şiiri “Kuzgun”la aynı adı taşıyan kitapta bulmak mümkün.

 

“Kuzgun”un 1845’teki yayımının hemen ertesi yılı Poe, “Yazın Sanatının Felsefesi”ni okurun önüne atar. “Kuzgun”un nasıl oluştuğuyla ilgili ipuçları veren bu metin, aynı zamanda sanatsal yaratının, bir şairin ve şiirinin özeli bağlamında bilgiler de veriyor.

 

Poe’nun yazarken de “Kuzgun”un oluşum sürecini anlatırken de bir mühendis gibi çalışması ya da davranışı dikkat çeker. Anlatmak istediklerini tam yansıtabilmek adına aşırı titizlendiği şiirin imgeselliğini kotarırken de aynı özeni gösterdiğini, hatta epey sıkıntılı günler geçirdiğini söylüyor.

 

Kuzgunun, “meşum ve uğursuz” bir kuş olduğunu bile bile onu dizelerine yerleştiren Poe’nun, “ölüm” gibi büyük bir acıyı, bu evrensel hüznü, şiirselleştirme aşaması makalesinin ana izleği. Güzel bir kadının ölümünü kâğıda dökmek, Poe’nun güzelliği ve ölümü bir potada eritme uğraşıyla beraber, sevgilisini yitiren adamın yaktığı ağıt biçiminde bize yansır.

 

Acılı sevgili ve ona sürekli “asla” diyen bir kuzgun, Poe’nun tuhaf imgeleminde inim inim inleyen iki ana karaktere işaret eder. 

 

Kuzgun, “asla” dedikçe kaybettiğini geri alamayacağını kavrayan ve gerçeklerle yüzleşen sevgilinin hüznünü aktaran Poe, “derinliği elden bırakmamaya çalıştığını” söylediği bir eser yarattığını belirtir. Kuzgun, Poe’nun dizelerinde acının evrensel simgesine dönüşür; yas tutan adamın (yaslı tüm insanların da denilebilir buna) yüreğindeki o kara deliğin temsili haline gelir:

 

(…)

 

“Ey kuş!” dedim, “Acayipsin, ya bir iblis ya kâhinsin,
Üstte Tanrı altta insan, hepimiz taparız ona,
Söyle bu kederli ruha, var mı ikinci bir vuslat,
Melek gibi Lenor’umu kucaklar mıyım acaba?



Sarar mıyım onu şöyle, yine mazideki gibi?
O an kuzgun dile geldi, cevap verdi, “Asla” dedi.




Feryat ettim: ey iğrenç kuş! Pis sözüne lanet olsun!
Senin elin kanat çırpar, yolun cehenneme kadar!
Sözlerinin hepsi yalan, haydi şimdi git buradan!
Beni dertlerimle bırak, bir kara tüy bırakmadan!



Çek pençeni yüreğimden, gelme artık buralara!
O an kuzgun dile geldi, cevap verdi, “Asla” dedi.



(…) 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.