Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Gidelim Buralardan



Toplam oy: 179
Nohut Oda’daki öykülerin anlatıcılarının hep aynı kişi olması, belirli bir kesim okuru “işte beni anlatıyor” diye sevindirebilecekken, daha geniş bir tecrübeyi kucaklamayı engelliyor.

Genç bir yazarın edebi serüvenine şahitlik etmek ne güzeldir. Hem o yazarın dilinin, üslubunun, zihninin olgunlaşmasını izlemek hem de yaptığı yenilikleri, aldığı riskleri, denediği türleri görmek mümkündür. Diğer yandan da, yazarımızın eserlerini kronolojik bir sıraya koyup işlediği konuları ve o konuları ele alırken takındığı tavırları görmek, edebiyat sosyolojisi yapmayı da sağlar. Melisa Kesmez benim yakından ve severek takip ettiğim bir öykücü. Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz’le başlayan maceranın Bazen Bahar’da evrildiği noktayı görmekten memnuniyet duymuştum. Yeni kitabı Nohut Oda ise bu yolculuğun şimdiki durağı olarak karşımızda duruyor.

 

Melisa Kesmez’in ilk kitabında kısa kısa 25 tane öykü vardı, ikinci kitapta bu sayı 9’a düşmüş, öyküler uzamıştı. Nohut Oda’da ise kitabın adının çağrıştırdığı tevazuuyla uyumlu olarak 5 tane öykü selamlıyor bizi. Uzun zamandır ilk kez bu kadar az öyküyle hazırlanmış bir kitap görüp şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Genelde editörler öykülerin bir dosya hacmine erişmesi; ruh, konu veya tema bütünlüğü sağlaması için müellifi biraz daha yazmaya teşvik ederler. Editörü Bilge Sancı’yı yazarına güvendiği için tebrik etmek lazım. Tabii şunu da ekleyelim, öyküler sayıca az olsa da uzun ve keyifli bir okuma vadediyorlar.

 

Gitmek ve Kalmak Üzerine Düşünen Bir Nesil 

 

Dönemlerin ruhlarını temsil eden mottolar vardır. 68 kuşağı için bu “anı yaşa!” olmuştu belki ama bizim içinde bulunduğumuz çağa hâkim olan ruhu, biraz da arabeskleştirerek söylersek “gidelim buralardan” şeklinde ifade etmek mümkün. Beyaz yakalılar için bu, son birkaç yıla kadar şehirden kırsala, keşmekeşten sakinliğe, maddeden manaya göç etmek anlamlarına geliyordu. Şimdilerde ise, oturduğunuz her masada başka ülkelere, başka iklimlere gitmek isteyen insanların hayallerine, planlarına, serzenişlerine rast geliyorsunuz. Yahut tam tersi olarak kalmayı ve burada kendilerine bir kabuk ya da bir kalkan inşa etmeyi tercih edenlerin hikâyelerini dinliyorsunuz. Kafeleri, siyaseti, sosyal medyayı, odaları ve sofraları doldurup anlam atmosferimizde yer kaplayan bu konunun edebiyata sızmaması mümkün değil elbette. Melisa Kesmez’in son öykü kitabı da, giderek ve kalarak kendilerine birer kabuk örenlerin hikâyelerini anlatıyor.

 

Bazen Bahar, bizi saran kötücüllüğün farkında ama onunla mücadele etmenin yollarını arayıp bulan, iyimserliğe de yer ayıran, sevgiye inanan öykülere sahipti. Nohut Oda’da ise karanlığın arttığını, ümitvar karakterlerin yerini mutsuz olanlara bıraktığını görüyoruz. Örneğin Bazen Bahar’da uzun yıllar birlikte yaşamış iki arkadaştan birinin nihayet kararını verip bir bahçeye yerleştiği Canım Deniz ile Kuzum Ayşe’nin öyküsü çatlayacak kadar güzeldi. Karşılıklı mektuplar formunda yazılan bu öyküde gitmek, kalmak, özlemek, arkadaşlık gibi temaları, yazarın özgün sesiyle yeniden hem de sahicilikle yazılıyordu. Giden ve kalan arasındaki sevgiden yapılma görünmez ip öylesine kuvvetliydi ki, ikisini de hayatta tutuyordu. Nohut Oda’da ise Kalanlar adlı öykü, belki de yine aynı iki arkadaştan birinin bu sefer yurtdışına yerleştiği, kalanın da kendine yeni bir ev, yeni bir hayat ve yeni bir kabuk kurmaya çalıştığı bir dünya kuruyor. Yıllar içinde gitmeyi tercih eden pek çok arkadaşından kalan eşyalar, hatıralar bu yeni evde yeni bir anlam buluyor. Kalanlar’ın evi artık dünyadan kaçılacak, saklanılacak, sığınılacak bir ev.

Kitaptaki ev temalı Annemin Çadırı adlı öyküde, deprem sonrası çadırlarda yaşama tecrübesinin ardından apartmana, eski, rutin hayatına geri dönmeyi reddeden, çadırında kendine yeni bir dünya kuran bir kadın merkeze alınıyor. Deprem korkusuyla eve dönmeyi ertelerken kendince çok haklı olsa da, işin bir süre sonra eski hayatını reddetmesine dönmesi öykünün can alıcı noktası. Tek kişilik bir hayat kurma kararlılığını deprem travmasına bağlayarak Melisa Kesmez öykünün düğümüne eğlenceli bir çözüm buluyor. Yine de, evin babasının tüm bu olanlara gösterdiği tepkiler üzerinden başka ve daha acıklı bir hikâye daha okuyoruz: Sevgisini ifade edemese de sevdiği kadını, ailesini, yuvasını yavaş yavaş ve önlenemez bir şekilde kaybeden bir adam var. Evi ev yapan şeylerin bir bir eksilmesi sonunda çaresizlikle ve hırsla çadırı yerinden söken bir adam. Değişimin ve devamlılığın metaforu olarak çadır yahut nohut bir oda Kesmez’in öyküsünde yerini alıyor.

Teksesli Bir Anlatıcı 

 

Bazen Bahar’ı benim gözümde kıymetli yapan unsurlardan biri de, öykülerin anlatıcıları her ne kadar ortak bir anlam dünyasından konuşuyorsa da, öykülerin konularının çok çeşitli, işlenen karakterlerin hayatın farklı kesimlerinden olmalarıydı. Bu durum kitaba bir ruh bütünlüğü yanında çokseslilik de getiriyordu. Fakat Nohut Oda’daki öykülerin anlatıcılarının hep aynı kişi olması, belirli bir kesim okuru “işte beni anlatıyor” diye sevindirebilecekken, daha geniş bir tecrübeyi kucaklamayı engelliyor. Bu anlatıcıyı Son Bir Çay öyküsünde olgunlaşamamış ve birey olamamış eski erkek arkadaşıyla olan ilişkisinde görüyoruz: Şehirli, eğitimli, duyarlı, fazla merhametli ve yanlış kararlar veriyor. Görüşürüz adlı öyküde pek seyrek görüştüğü babasıyla ilişkisini okuyoruz:Yine şehirli, eğitimli, duyarlı, çok üzgün, kararlarından şüphe duyuyor. Kalanlar’ın anlatıcısı da çok benzer özellikler gösteriyor. Bir yazarı en iyi bildiği, zihnine en rahat girdiği karakterleri anlattığı için eleştirmek anlamlı değil. Yine de bir önceki eserinde daha geniş bir yelpazeden, farklı duyarlıklardan karakterler ve anlatıcılar seçerek biz okurların tecrübesini geliştirmişken, bu eserde tekdüze kalmayı tercih ettiği için üzüldüğümüzü söylemeye hakkımız var sanırım.

 

Bu eleştiriyi haksız çıkaracak son bir öykü var Nohut Oda’da: Kız Kardeşim Handan, müthiş bir öykü bu. Konusu, derdi, derinliği ve çözümüyle bu teksesli öykü kitabını bambaşka bir sese büründürüyor. Kesmez’den daha nice böyle çarpıcı öyküler yazmasını bekliyoruz.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.