Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Gidenler ve kalanlar



Toplam oy: 912
Mario Levi
Everest Yayınları
Mario Levi okurlarına yaşattığı okuma keyfini Bu Oyunda Gitmek Vardı ile de sürdürüyor.

İnsan ne zaman gider? Gitmek ne zaman bir ihtiyaç haline gelir? İnsan ne zaman gitmeye mecbur kalır? Bu soruların cevabını veremesem de bildiğim bir şey var ki insan kimi zaman giden olurken kimi zaman kalan olur, geride kalan...

 

Mario Levi’nin son romanı Bu Oyunda Gitmek Vardı geriye kalan bir adamın romanı. Romanın baş kişisi Saffet önce eşi tarafından terk ediliyor, ardından hayatından gidenin sadece eşi değil, bütün sevdikleri olduğunu fark ediyor. Çoğu bilinçli gidişler, kasıtlı terk edişler de değil üstelik. Hayatın olağan akışı içerisinde sevdiklerimiz büyüyor, sevdiklerimiz ölüyor, sevdiklerimiz değişiyor. Çoğu bizi artık sevmediklerinden değil ama hayat öyle gerektirdiği için çıkıp gidiyorlar hayatımızdan. Saffet de bu türlü terk edilişlerin sonunda kendisini yapayalnız buluyor Çiftehavuzlar’da bir apartman dairesinde. Saffet’in asıl hikayesi de burada başlıyor aslına bakarsanız. Çünkü kimse sonsuza kadar yalnız kalamaz.

 

 

Kitabın dikkat çekici bir diğer unsuru da Mario Levi’nin bu kitabında yeni bir biçim denemesine gitmiş olması. Kitap bir oyun-roman kurgusu içerisinde ilerliyor. Üç bölüme/perdeye ayrılan romanda her perdenin girişinde o perdede boy gösterecek kişiler ve ziyaret edilecek mekanlarla önden tanıştırıyor bizi yazar. Bu tercihin kurgunun sürprizlerini bozduğu düşünülebilir. Ancak okumanın kendi akışı içinde yazarın size önden verdiği bilgileri unutuyorsunuz. Karakterlerin varlık amaçlarına ilişkin bu bilgiler ancak karakterler bu amaçlarını gerçekleştirdiğinde bir ampul gibi yanıyor aklınızın bir yerinde. 

 

Bunun dışında bölüm aralarında yazarın özellikle epik tiyatrodan aşina olduğumuz anlatıcıya benzer biçimde ortaya çıkıp doğrudan okuyucusuna/seyircisine seslendiği, onlardan sabır rica ettiği, kurgu içindeki tercihlerini gerekçelendirdiği, bölümleri birbirine bağladığı ve ne yalan söyleyeyim biraz da tanrıya benzediği bölümler de mevcut. Yazar bu bölümlerde romanın içinde her şeyi bilen ve gören bir göz, olayların gidişatını belirleyen bir el olduğunu ortaya koyuyor. Fakat her yazar gibi o da okuru karşısında çaresiz, okurunun okumaya sabrı yettiği ölçüde bu tanrıya benzer halini sürdürebiliyor. Okuyucusundan sabır rica etmesi de belki bu yüzden. Romanın bir diğer enteresan yönü ise iki alternatif sona sahip oluşu. Yazar bize iki alternatif gelecek sunmuş ve birini seçme şansını tanımış. Yani her okurun kendi tercihine göre bir son belirlemesi mümkün. Yazarın kendisinden duyduğuma göre bu sonlardan biri romanın son taslakları sırasında ortaya çıkmış üstelik! Bu sonradan yazılan sonda karakterlerden birinin kendi hikayesinin kontrolünü eline aldığını ve sonunu yazara adeta dayattığını hissedebiliyorsunuz. 

 

Zamanın ve mekanın kurguya olan etkisi meselesine geldiğimizde ise Mario Levi’nin İstanbullu bir yazar olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Yazar son romanında da en iyi bildiği, en yakından tanıdığı yerlerden bahsetmekten vazgeçmemiş. Özellikle yazarın çocukluğunu geçirdiği Şişli’nin geçmişten bugüne yaşadığı dönüşüm okurun İstanbul’a farklı bir gözle bakmasını sağlayacak cinsten.

 

Uzun sözün kısası Mario Levi bu 11. kitabıyla da okurunu yanıltmıyor, okurlarına yaşattığı okuma keyfini Bu Oyunda Gitmek Vardı ile de sürdürüyor.

 

 

 


 

 

* Görsel: Emre Karacan

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.