Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Hafızada patlayan tüfek



Toplam oy: 1010
Sjon
Doğan Kitap

Hiç ava çıktınız mı? Doğada bir hayvan avından söz etmiyorum; içinizdeki hayvanı avlamaya karar verip, hazırlanıp yola çıktınız mı? İçinizdeki hayvanı tanıyıp onunla silahın soğuk ortamında buluşmaya karar vermeniz bu kadar mı güçtür? İçinizdeki hayvanın vahşeti midir kalıcı olan, o vahşetin dölleniş ve doğuşu için gerekli koşullarla gireceğiniz muhakeme mi? Hangisi bir teslimiyetin, yaralanışın, kovalamacanın uzantısı ve sonuçta ölümle burun buruna gelenin aslında tek muhalif olduğunu anlama uğraşıdır? Siz hiç ruhsal bir ava çıktınız mı?

 

 Avla avcının arasının daralması, aslında bir sırrın açıklanmasına an kalması manasına da gelir ve gerçek gerilimin, gerçek bilmecenin nedeni de budur. Bizlerin gördüğü avcının inatçı ve kararlı davranışları, avınsa dikkatli ve mücadeleci savaşçılığıdır dışarıdan. Kendi içinizdeki avı yakalayıp öldürme hissi fazlasıyla Poe’yu hatırlatsa bile burada söz konusu edilen benliğinizdeki karşıt ikiz ben değildir elbette; bazen unutulması şart bir hatıra da av olabilir size.

 

 Ya tersi olur da hatıra sizin peşinize düşer ve sizi avlamayı kafaya koyarsa? Ya siz hatırayı avlamaya çıkmışken hatıra da aynı amaçla uzun zamandır yoldaysa ve siz de bir avsanız birdenbire? Bu, safari kokan, her şeyi yok etmeyi düşleyen düellodan kimin sağ çıkacağı merak konusudur.

 

 İzlanda doğumlu Sjon, Mavi Tilki adlı kısa romanını keskin bir kuzey doğasındaki av sahnesiyle açar; usta bir avcı edasıyla hareket eden birini tanırız ilkin; çetin geçen takip sonucu avcı Aurora Borealis’in baş döndüren ışık oyunları altında, yani şu meşhur gökyüzündeki bulut-güneş tuvalinin aydınlatmasında mavi tilkiyi sıkıştırır bir köşeye. Kar ve soğuk görüş mesafelerinde tuzaklar kursa da her ikisi de bu işin sonunun geldiğinin farkındadır şüphesiz. Buraya kadar Hemingway’in çağdaşı bir anlatı gibi giden metin şiirle, şiirin gizemiyle tanışıverir; Sjon yazarlığı bırakır, bir şair gibi yazmaya, öyküyü anlatmaya koyulur.

 

 Kullanılan silahın fazla ses çıkartmaması ve avı ürkütmemesi için ilahi kitaptan bir sayfa yırtılır ve namluya tıkılır. Bir şeyin yenik düşürülmesi için bazen kutsaldan bir zerrenin bile yeterli olması demek ki sırf kimi coğrafyalara has bir şey değildir. Üstelik avcının erkek, avın dişi olması ki, burada cinsel objeyi bir yana bırakırsak bir bakıma töresel göndermeler de vardır, bir ahlak meselesinin, başkalarınca alınmış bir kararın infazının ritüeli izlenecektir okurca.

 

 ‘Adamın görev emrini tilki yazıyor ve ona gerçek dünyada yapacağı bir iş veriyordu’ cümlesiyle bir parça oynarsak ‘avcının görev emrini av yazar ve onu, dayatılan dünyada yapacağı bir işle sorumlu kılar’a çıkabiliriz. İşte bu, trajedinin temel ilkelerinden birinin yorumudur; o da Ezberletilmiş Yazgı’dır.

 

 Av esnasında avın benzerlerinin çoğalması da tedirgin edicidir: Tilkiler adeta bölünerek artar; kara olan, utangaç, balerin gibi seken ve çığlıklar atan tilkiler. Avcı başta sersemlese de bu tilkilerin hepsinin aynı tilki olduğunu anlamakta gecikmez; sayıklarcasına mırıldanır: ‘Hepsi aynı tilki, hepsi aynı tilki’. Yaşama hakkı elinden alınan avın hüzünlü, duygusal olması ve can havliyle isyan etmesi avcıyı şaşırtacaktır. Çünkü öldürülecek olan boyun eğmelidir onun gözünde; oysa av olan doğanın ona bahşettiği tüm imkânları kullanarak hayatta kalmaya çalışmakta ve ilk de olsa, son da olsa kendini ifadenin koşullarını zorlamaktadır. Avcı, avının tek başınalığının bir zavallılık değil büyük bir onur kaynağı olduğunu, onu azınlığa indirgerken artabileceklerini göz ardı etmiştir. ‘Evreni gördüm! Şiirlerden yapılmış!’ diye seslenmenin pek bir anlamı kalmaz geride.

 

 Sjon, kurguda sıçrama yaparak olayları tarihsel olarak geriye çeker ve bize neler olup bittiğini başka bir noktadan aktarmaya başlar; bu kere de sinemanın bütün tekniklerini kullanır. Enfes bir gemi bölümü var ki okullarda ders olarak okutulabileceğini düşünüyorum ( sayfa 54 ). Tabutlar, zincirlenmiş bir köle, yapbozlar, Ovidius, Latince, özel sözlükler bu avın tahlili için önümüze birer ipucu olarak dökülür. Görmemiz gereken şudur: ‘Doğanın ölülere ne kadar az saygı gösterdiği’.

 

 ‘Şairler kimi zaman dostları aya “hayalet güneş” derler’ sözüyle birlikte av esnasına gece ve karanlık inerken dillenmesi gereken artık bu zorlu çatışmadan sağ çıkmak, sağ çıkabilenin nasıl çıkacağının bilançosu ve ifşadır.

 

 Çözümleme sürecinde deliliğin, bilinç kaymalarının gerçeküstüyle buluşması da romanın finaline damgasını vurur.

 

 Bu değerli ‘av’ romanında yazarın avcı, okurun av olmasına ramak kalmışken son sayfalarda her şey ortaya çıkar: Fylgja!

 

 Bu kelimenin taşıdığı acının sezilmesi, hissedilmesi de maalesef mutluluğun bir zafiyetten öteye geçemediğinin mahkeme sonucudur.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.