Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Her suçlu mutlaka bir roman yazmalı



Toplam oy: 1292
Ege Görgün
Marjinal Kitap
Öykücülerin nevrozu alt etme becerileri, dizginlerini ele geçirdikleri libidolarını fantezilerine doğru dörtnala sürmelerindedir.

Yazılan her öykü, aslında bin bir zorlukla yaratılan şiirden hareketle çekilmiş bir filmin özetidir deseler, kaç kişi yeryüzünü terk etmek için hemen harekete geçer? Kâğıda geçirilmiş bu öyküler, şiir ile sinemanın arasını düzeltmek için, hatta aralarını bulmak için tasarlanmıştır. Bu işi gereğinden fazla ciddiye alanların kompleks yapı merakı nedeniyle romana yönelmesi affedilir bir şey gibi görünse de öykünün ve öykünün sorumluluğunu üstlenen yazarın “üveylik ile piçlik” arasındaki spektrumda kendi rengini bulması serüveni içler acısıdır. Yanlış anlaşılmasın, ortada bir zaaf yahut beceriksizlik yoktur; aksine, tamamen büyük bir iyi niyetin ruhta ve bedendeki tezahürünün yol açtığı metamorfozun anlaşılmazlığının altını çiziyorum.

 

 

 

 

Biraz açarsak, öykünün etkisi şiirden de, sinemadan da izler taşır; ama bellekte bıraktığı tat, anlattığı acının, kötünün dozajına bağlı olarak değişmektedir. Dünya edebiyatında şairin, yönetmenin önceliği, romancının demagojisinden kurtulsa da öykücünün akıl dışı bırakılmasına kayıtsız kalamamıştır. Zaman zaman öykücülerin şiir, şairlerin öykü yazmasının nedeni de bir parça budur; içlerindeki anlam travestisine özgürlük alanı açma çabası.

 

 

 

 

 

(Görsel çalışma: Ethem Onur Bilgiç)

 

 

 

 

 

 

Stanislavski’nin bir karakter yaratma üzerine yazdıkları tam karşılamasa da aslında bir öykü karakteri yaratmanın altında içten içe bir kahraman yaratmanın gizemi, hezeyanı yatar; evet, bu kahramanlar başarılarından çok yenilgileri, umutsuzlukları, şaşkınlıkları ile doğru, iyi ve güzel kalmayı becerebilmiş, hatalarından dolayı da mutsuz kişilerdir çoğu kere. Kendilerine değil, dayatılan kurallara, ideolojilere, ilişkilere yenilmişlerdir. Buradaki merak unsuru kahramanın sonundan çok, sona doğru ondan beklenmeyen tepkileri üzerine kurulacaktır. Kahraman, öyküyü infilâk ettirdiğinde elimizde bir şiir ile bir film mi kalacaktır? Öyküde betimlemelerin sebebi de işte bu cinayet ve eylem alanlarının okura ifşasıdır. Yaşanılanların hangi tarihte kayıt altına alındığı ise meçhullüğünü korur. Animasyonun / canlandırmanın Emniyet’te çizilen robot resimlerden tek farkı, görgü şahidinin bir yazar olması, yani herkesi yanıltma ihtimalini elinde bulundurmasıdır. Yazarın yalan söylediği ima edilir hep; yanlıştır bu; yazar, yönlendirme gücüyle her şeyi belleğin ötesine taşıyabilir. Yanılsatma yeteneğinin kendisinde kudret bulduğu bir statünün tek yetkilisidir çünkü o. Yazarın dediği kabul görmese de yazarın yazdığı olur.

 

 

 

 

Freud, meslek yaşantısının dönüm noktası olarak şu keşfini anmıştır: Nevrozun temel nedeni geçmişte başa gelmiş fiili bir olay değildir. Nevrozun temel nedeni, bastırılmaya çalışılan fantezilerdir. İşte, öykücülerin nevrozu alt etme becerileri, dizginlerini ele geçirdikleri libidolarını fantezilerine doğru dörtnala sürmelerindedir. Böylelikle fanteziler gömülmez. Böylelikle fanteziler gerçeküstü ile de buluşabilir; irrasyonelliğe de ulaşabilir. Ufuk çizgisi ortadan kalkar. Bu sıra dışı yolculukta şiir buharlaşır, film katılaşır; öykü ise erimiş ve hayata nüfuz etmiştir bile.

 

 

 

 

 

 

(Görsel çalışma: Shawna X)

 

 

 

 

 

 

Ölüme karşı hayatı savunanların, hayata karşı sanatı savunanlarla yer yer birbirine girmesi ve dövüşmesi, bu aptallığı entelektüel bir polemik diye yutturmaya çaba harcamaları eğlencelidir. Bizim gibiler böyle durumlarda ortamı daha da uçurmak için iddiaya tutuşup bahse girerler: “O kazanır, bu kazanır”.

 

 

 

Ege Görgün, bizim gibiler’den bir öykü yazarı. Cinbaz adlı kitabında sürekliliğini olağanlığıyla sağlayanların karşısında risk kavramını önemsemeyi, hesaplaşma bunaltısını, nevrozun vücut bulmak için fantezilere saldırısını, normal sayılan endişe kavramının sistemce korkuya çevrilmesinin nedenlerini seyirlik bir dille anlatıyor. Görgün’ün öykünün edebi bir türden çok, edebi bir algı olarak tanımlanmamasının üzüntüsünü çektiğini görmek mümkün. Hangimiz benzer sıkıntılar yüzünden huzurlu değiliz ki?

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.