Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kadın, kadının perisiymiş meğer



Toplam oy: 1041
Zeynep Ünal
Ayizi Kitap
Ölüler ve Periler’deki tematik bütünlük, ne yazık ki biçemsel karmaşayı kurtarmıyor. Öykülerin yazılışında ve kurgulanışında farklı ustalık seviyeleri hissettim.

Öykü kitaplarının adları çok şey anlatır. Bağımsız kurmaca parçaları gibi görünseler de, aynı kitabın içinde yer almalarının nedenini çözümlememiz için gereken şifreyi vermiştir yazar. Hele kitap adını bir öyküden alıyorsa, iş kolaylaşır, seçkideki diğer öyküleri bu başrol verilmiş öyküyle kıyaslarız. Zeynep Ünal’ın öykü kitabı Ölüler ve Periler, adını bir öyküden almıyor. O nedenle okura, sayfalarda ölü ve peri avına çıkma görevi düşüyor. Rastgele.

 

 

 

Ölüleri yazarın bıraktığı yerde buluyor okur. İlk ceset trende. Cinayet olabilir, polisler geldi. Vapur boşaldığında ise, kendi sakızıyla boğulmuş bir kadın cesedi bulacaklar. Kaza sanacaklar ama biri biliyor gerçekte neler olduğunu. Yatılı okulda, aşkına karşılık bulamamış bir öğrenci intihar edecek, ardında en iyi arkadaşını suçlayan bir mektup bırakarak. Giriş katında oturan kadının intiharı son onda onu camdan dikizleyen biri tarafından önlenecek. Ama kadın hâlâ tekrar intihar edeceği tehditlerini savuruyor. Elleri portakal kokan kadının başı ise kesik, torbada şu an. Yaralı bereli, aç, konuşmadan, göz yaşları içinde yatakta yatan kadın henüz ölmedi. Annesinin dualarıyla.

 

 

 

Kadın ve ölümün birbirine çok yakın olduğu öykülerde, perileri bulmak biraz daha zor. Kadın, kadının perisiymiş meğer. Bazen tesadüfi, çoğunlukla zorunluluktan, birbirlerinin hayatlarında davetsizce peydahlanıyorlar. Hoşgelmiyorlar birbirlerinin hayatına, iyilik de yok bu perilikte. Bedduadan büyüye, rekabetten kıskançlığa sadece kötülüğünü isteme var. Kimin kızı önce nişanlanmış yarışına giriyorlar. Kızlardan etek giyen, pantolon giyenden önce nişanlanıyor. Yeni doğurduğu bebeği kullanarak, kayınvalidesini ve görümcesini kendine hizmet ettiren yeni gelin, görümcenin hayalinde süt veren bir mandaya dönüşüyor. Kocasını, öteki kadından ayırmak isteyeni de, evli sevgilisi karısını terketsin diyeni de şarlatan bir büyücüye dolarlar kaptırıyor. Karşısında oturan şişman kadın boğazına kaçan sakızdan boğuluyor da, başta kendine dik dik baktı diye, yardım etmiyor zayıf kız.  Kız yatılı okulundaki öğrencilerden biri, sırf kendisiyle oynasın diye, yalanlarla kandırıyor, intihara sürüklüyor arkadaşını. Bir başka kadın, gittiği üniversiteden kız arkadaşına mektupla aşkını ilan ediyor, çevresindeki erkeklerin boğazını kesmekle tehdit ederek.

 

 

 

İlk öykü “Devon Misafiri” ve son öykü “Ivır Zıvır”, Zeynep Ünal’ın kullandığı fantastik öğelerle ve gizemli yaşlı kadın imgesiyle benzeşiyor. Bu eksantrik yaşlı kadınlar, hayatlarına girdikleri kadınları korkutarak, yanlış bir hayat yolunda olduklarını gösteriyor, büyük hatadan önceki son çıkışı bulmalarına yardımcı oluyorlar. Bu yaşlı kadınlar sanki gelecekten gelmişler ve bugünkü hallerine ibretlik bir gösteri sahneye koyuyorlar. Bu iki öykünün bir diğer ortak yanı ise, aşina kurmaca türlerinin kalıplarından faydalanmaları. Trende geçen “Devon Misafiri”, açıkça bir Agatha Christie polisiyesine gönderme yaparken; “Ivır Zıvır” ise, bir bilgisayar oyununun bir türlü aşılamayan seviyelerini B sınıfı korku filmi atmosferinde anlatıyor.

 

 

 

 

     (Görsel çalışma: Teena Marie Fancey)

 

 

 

 

 

Tematik bütünlük, biçemsel karmaşa

 

 

 

Ölüler ve Periler’deki tematik bütünlük, ne yazık ki biçemsel karmaşayı kurtarmıyor. Öykülerin yazılışında ve kurgulanışında farklı ustalık seviyeleri hissettim. Farklı yıllarda ve farklı yaşlarda yazılmış olabilir diye fikir yürütebilirim ancak. Aforizmaya başvurmadan yazılmış olması hoşuma gitti. Ancak, öykülerden birini, “Annemin Nesi Var?” adlı öyküyü, hiç “a” harfi kullanmadan yazabilecek kadar dikkatli bir yazarın, diğer üç öyküde iki sayfa arayla çelişkili hava durumu tasvirleri yapması kabul edilemez. Editöryel bir gözden kaçırma mı acaba? Ayrıca, bu kadar havadan sudan bahsetmeye ne gerek var:

 

 

“Buz gibi su iyi gelmişti.” (Asya Mandası, s.25) “Hastanenin sıcağı genç kadına iyi gelmişti.” (Asya Mandası, s. 26)

 

 

“Kendini üst salonun klimalı serinliğinde bulunca… (Çıt Çıt’ın Sonu s. 61) “Kilma olmasına rağmen güneş içeriyi kavuruyordu.” (Çıt Çıt’ın Sonu s. 63)

 

 

“Güneşli hava evin içine sımsıcak yayılmış…” (Keşke Açmasaydım, s.83)

 

 

“Serin havanın yüzüne çarpması çok iyi gelmişti.” (Keşke Açmasaydım, s, 85)

 

 

Sürprizli bir son ile bitmesine özen gösterilmiş, bu sonu hazırlayacak detaylarla kalabalıklaştırılmış öykülerin aslında belki “tamamlanmamışlığa” ihtiyacı var. Karakterlerin bulundukları ortamdan kurtuluşlarını hayal ettikleri ya da hayatlarının kabusa döndüğü bölümler öykülerin en rahatlamış, en “önceden tasarlanmadan” yazılmış hissini veren bölümleri. “Düşünen Adam” ve “Canımın Cananı Artık Bir Hiçsin” öykülerinin şiddet kurbanı kahramanları sessiz bırakılarak doğru bir seçim yapılmış. Zeynep Ünal ilginç karakterler yaratıyor, karakterlerine biraz daha güvenebilir ve karakterin öyküyü yönlendirmesine cesaret edebilir. Çehov’un iyi öykü nasıl olmalı konusundaki öğüdü hatırlanmalı: “Bana ayın parladığını söyleme, ayışığının cam kırıklarındaki yansımasını göster.” Zeynep Ünal, en iyi öyküsünü henüz yazmamış.

 

 

 

 

 

    (Görsel çalışma: Howard Fogg)

 

 

 

 

 

Türkiye’nin ilk feminist yayınevi


 

 

 

Ölüler ve Periler, Türkiye’nin ilk feminist yayınevi Ayizi Kitap’tan çıktı. Hayata feminist bakış açısıyla yaklaşan kitaplar yayımlama hayaliyle kurulduklarını söylüyorlar. Amaçları, feminist edebiyatı yüksek siyaset ve yoğun teori ile değil; enerjik, genç, sorgulayıcı, düşündürücü ve eğlendirici bir yaklaşımla gündeme taşımak.

 

 

 

Ölüler ve Periler, bu misyona bütünüyle uyuyor. Üstelik, klişelere düşüp “kadın kardeşliği” çığırtkanlığı yapmadan. Feminizmi bütünüyle sahiplenmeye kalkışacak kadar kendini ciddiye almadan. Şiddet kurbanlarını bütün sessizlikleriyle kahramanlaştırarak. Bir kadının her alanda eşit yaşaması fırsatının önünde, diğer kadınların da en az erkekler kadar büyük bir engel oluşturduğunu tespit ederek. Toplumun her alanda kadınlararası rekabeti şartlamasıyla, kadınların kayıp bir varoluş rotasına sürüklendiğini belirleyerek. Feminizm komiktir, feminizm polisiyedir, feminizm bedduadır, feminizm kadının kadından nefret etmesidir, çok afedersiniz v şeklinde organı olan herkes feministtir, diyerek.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.