Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kimliğimi kaybettim, hükümlüdür



Toplam oy: 1084
Damon Galgut
Yapı Kredi Yayınları
Damon Galgut belli bir duruşu, bakışı, ruh hali olan “kimlik sahibi” bir yazar. Kısacası iyi bir romancı.

Bir gün üniversitedeyken, sosyal bilimler alanında çalışma yapan öğrencilerin ödevlerinin neredeyse tamamının başlığında “kimlik” sözcüğünün geçtiğinden yakınmıştı hocamız. Nasıl bir zamanda yaşıyorduk? “Kimlik sorunu” dediğimiz şey artık evcilleştirdiğimiz, araştırma nesnesi haline getirdiğimiz sıradan ödev konularından biri mi olmuştu? Yoksa bu durumun kendisi ayrı bir tez konusu mu olmalıydı? Kimlik dediğimiz, belli ki en çok kaybedilen şeydi; hem de sadece bir resmi belge olarak değil.

 

 

 

YANKI ENKİ

 

 

 

 

 

Anlaşılan o ki, zamanı ve mekanı aşıyor bu kimlik meselesi. Belki de bu yüzden edebi bir konu. “Ben kimim?” sorusu, olası cevaplarıyla beraber düşündüğümüzde en çok edebiyata yakışıyor. Hem klasiklerde –Dostoyevski’de, Kafka’da– karşılaştık bu soruyla hem de popüler edebiyat türlerinde, hatta çizgi romanda. Şimdi de ödüllü bir Güney Afrikalı yazardan, Damon Galgut’tan duyuyoruz bu soruyu.

 

 

 

Tabii ki Galgut bu soruyu soran ilk Güney Afrikalı değil, ama Sahtekâr, onun Türkçede yayımlanan henüz ikinci kitabı olduğu için taze bir ses olarak değerlendirebileceğimiz bir yazar. Köklü yazarlardan Coetzee’yi ve Nadine Gordimer’i, daha fazla okura ulaşması gereken Zakes Mda’yı, genç ve umut veren yazarlardan Lauren Beukes’i düşününce, Güney Afrika’nın sağlam kalemlerin beşiği olmaya devam ettiği görülüyor.

 

 

 

Galgut’u daha önce çevrilen Doktor adlı eserinden hatırlayanlar olacaktır belki, ama bu isim başka bir yerde de karşınıza çıkmış ve fark etmemiş olabilirsiniz; zengin bir mektup derlemesi olan Üç Harfli Kelime: Aşk adlı kitapta da yer almıştı Galgut. Sert ama içten bir dille kaleme aldığı vurucu bir aşk mektubuna imzasını atmıştı.

 

 

 

 

 

      (Görsel çalışma: Jaya Nicely)

 

 

 

 

Melankolik bir kahraman

 

 

 

Sahtekâr, üç bölüme ayrılmış bir roman. Aslında ilk ve son bölümler kahramanımız Adam’ın öyküsüne giriş-çıkış yaptığımız eşikler. Asıl meseleyi romanın belki de dörtte üçünü oluşturan orta bölümde seriyor Galgut. Sadece içerikle değil, anlatıcı diliyle de oynuyor bu bölümde. Az önce bahsettiğimiz eşikleri geçmiş zamanda okurken, söz konusu bölümü şimdiki zaman kullanarak kaleme alıyor.

 

 

 

Adam, şair olmaya çalışan, ama sözcüklere tutunmayı çok da beceremeyen melankolik bir kahraman. Aradığı kaçışı bir değişiklik yapıp kardeşinin kullanmadığı evine yerleşmekte, eski hayatından uzaklaşmakta buluyor. Yeni hayatında tanıştığı kişiler ve eski tanıdıkları karşımıza teker teker çıkmaya başladığında, bize belki de Ian McEwan romanlarını hatırlatacak bir gizem ve tekinsizlikle yüzleşiyoruz. Az önce bahsettiğimiz kimlik meselesine geliyoruz böylece. Adam, kim olduğunu bilmeyen ve kimliğini bulmak isteyen biri mi, yoksa kim olduğunu aslında çok iyi bilen ve bunu unutmak isteyen biri mi? Derdi başkasının yerine geçmek mi? Bu soruların cevabı romanın adında saklı olabilir mi?

 

 

 

Diğer eserleri de çevrildiğinde göreceğiz ki Galgut belli bir duruşu, bakışı, ruh hali olan “kimlik sahibi” bir yazar. Sahtekâr’da da gördüğümüz gibi, gerçekten söyleyecek sözü olan, kahramanını yaratırken onun nasıl bir kahraman haline geldiğini okuruna en yalın üslupla iletebilen biri; kısacası iyi bir romancı.

 

 

 

 

 

 

 

(Manşette kullanılan görsel çalışma Katherine Howard'a aittir.)

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.