Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Suçlu ipucu bıraktı



Toplam oy: 919
Ray Bradbury
İthaki Yayınları
Coğrafyamızın zengin kaynakları korku edebiyatı alanında hâlâ bakir. Bradbury bu konuda iyi bir rehber; benden söylemesi.

Korku ile siyasi, toplumsal ve dini olarak disiplin altına alınan insanoğlunun asıl alt etmesi gereken, endişe ve tereddütlerden oluşmuş stres illetidir. Bu stres günlük koşuşturmalardan nem kapan ruhun panik atak kapılarında sürünmesi anlamının çok üstünde, bir varlık engelidir. Zaferin galipten çok, mağdur üzerinden kurgulandığını şu İngilizce kelime oyunundan da çıkartabiliriz: victim (kurban) + story (hikaye) = victory (zafer). 

 

Mağdur olanın çaresizliğinin korkuya dönüşme olasılığı sıfırdır; çünkü korku bir koruma/korunma içgüdüsünün sonucudur. Mağdur kişinin koruyacağı bir şey kalmadığı için artık korkmaz, tam tersine pervasız bir cesaretle yok olma karşısında direnç gösterir. Ancak taşıdığı hale hâkim şey, stres yani gerilimdir. Endişe ve tereddüt kuşatması altındadır. Güvensizlik, kafa karışıklığı, ani gelişen olaylar, kötü sürprizlerden oluşan çember daralmaktadır. 

 

Mağdur, tam olarak anlayamadığı için karşı koyamadığı, o güne kadar inandığı şekilde akıp gideceğini sandığı zamanın kırılması ile adsız bir yoksunluğa teslimiyet yolundadır.

 

Hepimizi yaralayan, hırpalayan, sinirlendiren o belirsizlik ve sonuçsuzluk, ruhun derinliklerinden sinsice çıkıp bedeni de yutmaya kararlıdır belli ki. Tüm manevi ve fizyolojik hazinesini kaptırıp kaptırmama telaşındaki insan eğer bu bir cezaysa suç, eğer bu bir haksızlıksa gaddar arama arayışına girer. Öldürülme ihtimali taşıyan kişinin katil olma tercihindeki zayıflığın küçümsenmemesi gerektiği tabiatın sorumluluğuna girer artık.

 

Mağdur, daima bir başka insan yüzünden bu duruma düştüğünü de düşünmemelidir aslında. Dayatılan ve gitgide benimsediği, desteklediği koşullar oku ona çevirdiyse, kendi küstahlığının ve ukalalılığının kurbanı olduğu kadar hizmet ettiği ve bedelini alacağını konusunda kandırıldığı uygarlığın da kurbanıdır bundan sonra. Uygarlık, sadece insan ölüleri üzerine inşa edilmez; öldürülen/taciz edilen ruhlardır asıl malzeme. 

 

Yaşama hakkı elinden alınan canlının azot döngüsünde bir yeri varsa da öldürülen/taciz edilen ruhun geri dönüş şansı hiç yoktur. Ruh tedavi edilemez, belki teskin edilebilir – o da geçici bir uyuşmadır topu topu. 

 

Modern toplum/modern devlet bireyden koşulsuz sadakat ve itaat beklerken sokağa inmez, halk arasına karışmaz, böylece de zaaflarını, sırlarını paylaşmayarak gücünü sınatmaz. Eğer bir güç sınaması gerekecekse de stresten çok korkuyu silah olarak seçer ve indiği sokakta halkı kendi içinde bölerek kırar. Modern toplum/modern devlet’in korkmuş vatandaşa değil, mağdur vatandaşa ihtiyacı onun devamı ve iktidarı için şarttır. 

 

Mağdurun bir siyasi figür olarak sunulması, egemenliğin sonsuzluğunun önünü açacaktır. Oysa mağdur şekillendirildiğinin bilincine varırsa mantığının kontrolünü yeniden ele geçirecek, ancak tek olmanın dezavantajıyla bu kere o streste daha dibe, derine gömülecektir. Bu kısırdöngü dünyanın yönetim mekanizması, ne yazık ki bizim de gerçeğimizdir. Bazı bilimsel gerçeklere doğu toplumları kader demeyi akıl ettiyse de ironinin kimseye faydası dokunmaz. 

 

Ders kitabı mahiyetinde

 

Ray Bradbury korku, bilimkurgu ve düşsel tasarım konusunda oldukça üretken bir yazardı. Yine aynı türde üretilmiş televizyon dizilerinde senaristlik yaptığı gibi, anlatıcı rolü üstlenmekten de kaçınmadı. 1920’de doğup 92 yaşında öldüğünde ardından yetişen birçok yazara da, başta Stephen King olmak üzere, öncülük etmişti. Hitchcock eserlerinde zekayı, aşırı zeki geçinmenin belalarını ve psikolojik öğeleri öne çıkartırken Bradbury daha çok mağdurun mizacından ve bilinmeyenin/ne yapacağı kestirilemeyenin durumundan beslenir. Bu “her an hepimizin başına gelebilir” ya da “ilerde, yıllar sonra insanlık böyle bir şeyle yüzleşebilir” endişe ve tereddüdü kahramanımız mağdur için ideal pozisyondur. 

 

Sonbahar Ülkesi’nde, Ray Bradbury’nin 26 yaşına gelmeden önce kaleme aldığı öyküleri toplanmış çoğunlukla. Elbette yazar bu kitap için öyküleri gözden geçirmeyi ihmal etmemiş. Hem türün meraklılarına seslendiği için çok başarılı hem de bu türde yoğunlaşmak isteyen genç yazarlar için bir ders kitabı mahiyetinde.

 

Coğrafyamızın zengin kaynakları korku edebiyatı alanında hâlâ bakir. Bradbury bu konuda iyi bir rehber; benden söylemesi. 

 

 


 

 

* Görsel: Dilem Serbest

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.