Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Yaşamın İhtişamı, "Görmenin" Sihirbazlığı



Toplam oy: 732
Michael Kumpfmüller // Çev. Gülperi Sert, Göknur Korkmaz
Nora
Hayata karanlık bir dürbünle bakan melankolik prensin aksine, yaşamın ihtişamını eşeleyip çıkarmaya meyilli bir insan var karşımızda.

Okuyucunun, ihtişamlı eserleriyle iz bırakan yazarların, başka yazarların da katkısıyla hepten "ihtişamlı" kılınan hayatlarını roman kurgusuyla okumaya bayıldığı bir gerçek. Özellikle de baş tacı edilen yazarların aşk hayatları söz konusuysa bu konuda kendine özgü bir edebi janrın kemikleşmiş olduğunu göz ardı etmemek gerekiyor. Kurmaca ile gerçeğin pamuk ipliğinde seyrettiği bu tür, literatürüne bakıldığında son kertede, güncel haliyle "chick-lit" (Türkçeye "piliç edebiyatı" ifadesiyle girmiş durumda) kitaplar listesine girebilecek düzeyde bir aşk romanı geleneğine bağlanıyor. Bir çırpıda okunan, kimi zaman yazarların "ihtişamlı" eserlerinden daha ilgi çekici olan, hatta yazarın eserlerini okumayan –belki bu kitaplardan sonra okuma isteği duyacak olan– okuyucuya hitap ettiği söylenebilecek bir janrdan bahsediyoruz. Elif Şafak'ın Aşk romanını okuduktan sonra Mevlana ve Şems "aşkının" heyecanıyla Mesnevi okuma meyli gösteren hatırı sayılır bir kitle olduğunu kabul etmek zorundayız. Batı'dan örnek verecek olursak, İngiliz romanının kraliçeleri Jane Austen ve Brontë kardeşlerin hayatı ve bilhassa aşk hayatları hakkında yazılan sayısız romanın, dahası bu aşk romanı türünün sinemaya etkili bir şekilde tezahür edişi, bu janrın baskın genidir; çıkan her yeni kitap ve filmle, adı geçen yazarların romanları çağdaş yazarları sollayarak çoksatar listelerini hızla tırmanır.

 

En az eserleri kadar aşklarıyla da okuyucunun ilgisini her daim ayakta tutan yazarlardan biri de şüphesiz Franz Kafka. Yazarın Felice Bauer, Julie Whoryzek ve Milena Jesenska Pollak'la olan ilişkileri herkesin malumu; özellikle de Milena'ya Mektuplar'ın en az Kafka'nın eserleri kadar okunduğu bir gerçek. Kafka'nın özgürlüğünü fütursuzca deneyimleyen, bohem âlemlerin Casanova'sı modelinde bir yazar olmadığını, nihayetinde âşık olduğu kadınlarla sonu hüsranla biten ilişkiler yaşadığını düşünürsek aşk hayatının okuyucu için bilhassa ilgi çekici olması anlaşılır bir durum.


2013'te Jean Monnet Avrupa Edebiyat Ödülü alan Yaşamın İhtişamı romanı, merkezine Kafka'nın bugüne değin çok dikkat çekmeyen başka bir aşk ilişkisini alırken, yazarların aşk hikayelerini "chick-lit" sularında işleyen çok sayıdaki örnekten hayli uzak duruyor. Bununla birlikte Kafka'nın kişiliğinin etrafında yaratılan "karamsar, yalnız, Ödipal sendromun kurbanı, içe dönük" yazar imgesini tersyüz ediyor. Kafka'nın hayatının son bir yılında yaşanan bu aşk ilişkisi romanın ana teması olsa dahi, bize Kafka'nın kişiliğinin bilinmeyen ve akla gelmeyen yönlerini de sunuyor.

 

 

 

Üç mevsim üç şehir

 

1923 yılında, 40 yaşındayken tüberkülozun en ağır aşamasına gelmiş olan Kafka, kız kardeşlerinden biriyle Baltık Denizi kıyısına istirahata gider. Burada 25 yaşında, Doğu Avrupalı bir Yahudi olan, üst orta sınıf entelektüel ailesine, özellikle de koyu Yahudi olan babasına kafa tutup özgürlüğünü ilan ederek kendini Siyonist Sosyalist ideale adayan, o sırada Yahudi Halkevleri'nde gönüllü hizmet gören Dora Diamant'la tanışır. Kupfmüller bu konuyu romanlaştırmadan önce Kathi Diamant, Kafka'nın Son Aşkı adlı kitabında aynı konuyu dikkate sunmuş ve hayli ses getirmişti. Zira Kafka ve Dora Diamant aşkı, Kafka'nın yazın hayatının da son yılını ilgilendiren önemli bir meseleye işaret ediyor. Birlikte geçirdikleri bir yıl içinde Kafka, çoğunlukla Diamant'ın yanında, yazmaya devam ediyor ve öldüğü zaman yazdıkları Diamant'ın elinde kalıyor; ikilinin birbirlerine yazdıkları mektuplarla birlikte. Yazmaları ve mektupları özenle saklayan Diamant, İkinci Dünya Savaşı sırasında, maalesef bu değerli emanete Naziler tarafından el konulmasına engel olamıyor. Dora Diamant, Kafka'nın kendisine eserlerini imha etmesini vasiyet ettiği Max Brod'un aksine, emaneti gün yüzüne çıkarmıyor ama Nazilerin emanete el koyuşu büyük bir talihsizlik oluyor. (Şimdilerde San Diego State Üniversitesi'nin yürüttüğü Kafka Projesi çalışmaları, bu kayıp metinlerin izini Prag, Viyana ve Berlin başta olmak üzere Avrupa'da yoğun bir şekilde sürüyor. Bir an önce bulunmaları dileğiyle...)

 

Kafka ve Diamant'ın Baltık Denizi'nde tanışmalarından itibaren, ikilinin Diamant'ın meskeni Berlin'de ve Kafka'nın hayata gözlerini yumduğu Viyana'daki Kierling Sanatoryumu'nda yaşadıkları, Kumpfmüller'in kalemi aracılığıyla edebi zerafetle işleniyor. Yaşamın İhtişamı'nın temel aldığı "ölümün kıyısında aşk ve yaşam" teması, akıllara Alman Romantik şair Heinrich von Kleist'ın Kleiner Wannsee Gölü'nde aşkıyla ölüme gidişinin şiirsel mitini, Aschenbach'ın Venedik'te Ölüm'de büyük harfli aşkı ve güzelliği duyumsayarak kavuştuğu ölümü getiriyor. Romanın türü dahilindeki örneklerden ayrıldığı en önemli noktalardan biri, ölümün eşiğinde yaşanan aşk öyküsünü hiçbir şekilde melodrama kaçmadan, Kafka'nın ölümü belki de hayatının en mutlu yılını yaşayarak kucaklayışını vurgulaması. Kafka ve Diamant geçirdikleri bir yıl gibi görece kısa bir süreyi oldukça yoğun, sarsıcı ve tutkulu olmaktan ziyade huzurlu, verimli ve umutlu bir şekilde geçiriyorlar. Evet, Kafka için "Prag'dakilerin", bilhassa babanın uzaktaki etkin varlığı her daim söz konusu, bununla birlikte Kafka hastalığının ileri aşamasına rağmen belki de ilk kez kendi özgürlüğüne ve hayata bu denli sarılmış bir portre olarak karşımıza çıkıyor. Diamant'la birlikte başta Kleist, Goethe, Grimm Kardeşler ve İncil olmak üzere bol bol okuyor, Berlin'de kaldıkları dönemde Weimar döneminin en antisemitik ve yoksul atmosferinde Siyonist Sosyalizm ve Yidiş edebiyatı hakkında konuşuyor, "dünyayı yazmak mı yoksa değiştirmek mi gerektiği" hakkında tartışıyor; çocuk yapıp birlikte Filistin'e giderek restoran açma hayalleri kuruyorlar. Kafka, Diamant'ın yanında durmadan yazıyor ve yaşama sıkı sıkıya sarılmakla birlikte tıpkı Kleist ve Goethe gibi ölümü de huzurla kucaklıyor.


"Gelmek", "Kalmak", "Gitmek" başlıklarıyla romanı üç bölüm, üç mevsim ve üç şehire (Müritz-Berlin-Viyana) ayırarak kurgulayan Kumpfmüller; aşk, ölüm ve yazma meselesinin barındırabileceği her türlü kitsch'ten uzak duruyor; üstelik hem Kafka'ya hem de Diamant'a ses vererek. Romanın hem erkeğin hem de kadının bakış açılarıyla anlatılması, her ikisinin de iç dünyasının boyut kazanmasını sağlayarak okuyucuya gerçek birer insan tanıma deneyimi yaşatıyor. Yanı sıra; Kafka'nın tüm yazdıklarını yakma arzusunu dile getirdiği anlar, tarihe geçmiş o meşhur fotoğrafını çektirişi, babasına 'M'ektubu yazdığı villa, Kafka'nın vasiyetine karşı gelerek Dora'daki yazmaları ve mektupları da yayımlatmak için Dora'ya ısrar eden Max Brod'a Dora'nın karşı çıkışı, tüm epik özelliklerinden sıyrılıp hayatın sıradanlığı içinde doğallık kazanıyorlar.

 

 

Hayata karanlık bir dürbünle bakan melankolik prens


"Yaşamın ihtişamının herkesin çevresinde ve her zaman bütün zenginliğiyle hazır beklediği pekâlâ düşünülebilir, ama üstü örtülüdür, derindedir, görünmezdir, çok uzaklardadır. Fakat oradadır, nefret dolu, gönülsüz ve sağır değildir. Ona doğru sözle, doğru isimle seslenildiğinde çıkar gelir. İşte bu, sihirbazlığın doğasıdır, kendisi yaratmayan, yalnızca çağıran sihirbazlığın." 1921 yılında günlüğüne bunları yazıyor Kafka. Görüldüğü üzere, hayata karanlık bir dürbünle bakan melankolik prensin aksine, yaşamın ihtişamını eşeleyip çıkarmaya meyilli bir insan var karşımızda. Bu roman, Kafka'nın sözünü ettiği, yaşamın ihtişamını yakalama sihirbazlığına kendisinin gayet muktedir olduğunu çok güzel gösteriyor. Oysa Kafka'nın yaşamın ihtişamına vâkıf oluşunu görmek için sihirbaz olmaya gerek yok. Edebiyat âleminde yazarların üzerinde oluşturulan sahte portrelerin sevimsizliğini, örneğin Türk edebiyatı camiasında Tezer Özlü'nün üzerine yapıştırılan "edebiyatımızın hüzünlü prensesi" gibi etiketleri düşündürüyor. Mitik bir aşkın ihtişamına kapılmayarak, aşk, verim ve umutla dolu gerçek bir yaşamın ihtişamına davet ediyor.

 

 

 


 

 

 

Görsel: Servet Kesmen

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.