Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Haber

Haber

Nazım'ın bilinmeyen mısraları



Toplam oy: 864

 

Ankaralı koleksiyoner Erdal Dikmen’in Nazım Hikmet’in ailesinden aldığı ‘evrak-ı metruke’den pek çok şiirin orijinalleri çıktı. Koleksiyonda Nazım’ın yazdığı 77 daktilo, 17 el yazması ve 13 Osmanlıca mektup ve şiir var. Dikmen, ‘evrak-ı metruke’nin ehil ellere geçmesi için çaba gösterdiğini söylüyor. 

 

Sevilen bir şairin yazdığı şiirlerin ilk hallerini, tabir caizse ham hallerini görmek bir okur için inanılmaz bir duygu. Nâzım’ın, Osmanlıca kaleme aldığı şiirler gayet okunaklı. Dizelerin bazı yerlerinde karalamalar var. Bazı mısraları beğenmeyip düzeltmiş. Bir şair için bu durum olağan olsa da okur için epey ilginç olmalı. 

 

Yanda, ‘Pırağ’da Vakitler Şafak’ ve ‘Hanuş Ustanın Saati’ adlı şiirlerinde değiştirdiği mısralar var. Pek çok başka şiirinde yaptığı benzer değişiklikler kapsamlı bir inceleme sonucu ortaya çıkacak ve en çok edebiyat tarihçilerinin işine yarayacaktır. 

 

Kemal Tahir’e mektuplar

 

‘Evrak-ı metruke’ arasından çıkan en önemli belgeler ise Nâzım Hikmet’in Kemal Tahir’e yazdığı mektuplar. Yine Nâzım’ın el yazısıyla bir kısmı yeni harflerle bir kısmı Osmanlıca yazılan bu mektuplar, Nâzım’ın hapishanedeki ruh halini ortaya koyuyor. Hapishaneden yazdığı ilk mektupları “Haydi hoşcakal… Her şeye rağmen hak ve adalet yerini bulur, kavuşuruz” cümleleriyle biterken sonrasında artık sitemler yer alıyor. Kemal Tahir’e bir mektubunu aynen şöyle bitiriyor Nâzım Hikmet: “Öfkem yine bastırmağa başladı. Her şeye rağmen Türk halkı, memleketim güzel günlere kavuşacaktır. Ve bu memlekette bütün tarih boyunca hiç kimse bizler kadar memleketini ve onun namuslu insanlarını sevmedi…” Yine başka bir mektubunda şunları yazıyor: Mektupla derdimi anlatamıyacak kadar milletime ve insanlarıma sevdalı, hayran ve öfkeliyim. Bu bahiste burda bu kadarcıkla kalsın...” 

 

Nâzım Hikmet, mektuplarının çoğunda kendisi gibi tutuklu olan Kemal Tahir’e dert yanıyor. Kendilerini haksız olarak buraya tıkanlara sitemler ediyor. 14.09.1941 tarihli mektubunda Milli Kurtuluş destanına dair şiiri beğenmedikleri için İsmet ve Ali Fuat paşalara ince ince göndermelerde bulunuyor. “Bakalım sen beğenecek misin?” diyerek ona ‘Zafere Dair’ şiirini yolluyor. Aynı mektubun altına Osmanlıca olarak şunları yazmış: “Gözümüzden gözyaşlarımız gittiler’ şiirinin aslı ‘Gözyaşları gittiler’di. Sonra anlaşılmıyor dendi. ‘Gözyaşlarımız gittiler’ yaptım. Yine de anlaşılmıyor denildi. ‘Gözümüzden gözyaşlarımız gittiler’ oldu. Senin fikrin ne? Demek istediğim bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp gidenin gözyaşlarımız, mecazi manada değil tam manasıyla ‘gözyaşı’ olduğudur. Bu hususta fikrini mutlaka yaz.” 

 

Nâzım Hikmet, mektuplarının çoğundan anlaşıldığına göre hastalıklarla mücadele ediyor. “Bir haftadır hasta yatıyorum. Soğuk algınlığı. Piraye’yi düşünüyorum. Bana telgraf çekti, sevindim. 38 ateşim var. Sana sekiz lira yolluyorum… Gözlerinden öperim Kemalciğim.” 

 

“Piraye’den mektup aldım. Mektubunda ona dair yazdıklarını Piraye’ye yollamıştım. O da sana selam söylüyor. Beni gözünde büyütmesin, sonra sukutu hayale uğrar diyor” 

 

“Kemalciğim, seni bir hayli zaman mektupsuz bıraktım. Müthiş bir diş apsesiyle ve 39.5 derece ateşle yattım. Bugün biraz daha iyiyim. Ama hâlâ uzun yazacak halim yok. Sana 5 metre poplin ve 10 lira yolluyorum.” Nazım, 12 Kasım 1945 tarihli bu mektubunun altına ‘damardan boşanan kan gibi’ diye başlayan bir de şiir yazmış. 

 

Nazım’ın değiştirdiği mısralar 

 

'Pırağ’da Vakitler Şafak' adlı şiirinde; 

 

“…huzursuz, uzak ve yaldızlarında kararmış keder” 

 

olarak bildiğimiz mısranın ilk hali 

 

“Ve yıldızların altında kararmış keder” şeklinde 

 

Aynı şiirde 

 

“geçilmiş kıyılar 

 

geri gelebilir diye” 

 

bilinen mısranın ilk hali şöyle: 

 

“Geçmiş zamanlar 

 

geri gelebilir diye” 

 

'Hanuş Ustanın Saati' adlı şiirde;

 

“yorgun on iki havari ve kesesiyle de Yahuda” 

 

mısrası ilk halinde 

 

“yorgun on iki havari ve 

 

kesesiyle de Karun” diye yazılmış... 

 

Kemal Tahir’e yolladığı şiir 

 

“Damardan boşanan kan gibi ılık ve uğultulu 

 

Son lodoslar esmeye başladı 

 

Havayı dinliyorum 

 

Nabız yavaşladı 

 

Uludağ’da şahane ve şipşirin yatmış uykudadır 

 

Kırmızı kestane yapraklarının üstünde ayılar” 

 

Nazım Hikmet sonraki mektubunda ise bu dizelerde biraz değişiklik yapmış: “Sana geçen yolladığım mektubumdaki şiirimde bir iki eksik tarafı vardı onu şöyle tamamladım:” 

 

…. Nabız yavaşladı 

 

Ve kirezli yaylada şahane ve şip şirin yatmış uykudadır” 

 

Tutuklu yılların acı mektupları 

 

17 Ocak 1902’de doğan Nâzım Hikmet, Bahriye Mektebi’ni bitirdikten sonra 1919’da stajyer bahriye subayı olarak atandı. 1920’de Sağlık Kurulu kararıyla askerlikten çıkarıldı. Ocak 1921’de Milli Mücadele’ye katılmak üzere Anadolu’ya geçti. Cepheye gönderilmedi, bir süre Bolu’da öğretmenlik yaptıktan sonra Eylül 1921’de Batum üzerinden Moskova’ya gitti, Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde (KUTV) okudu. Bir ara Türkiye’ye geldi; ancak sonra tekrar Moskova’ya döndü. 1928’de Türkiye’ye döndü ve tutuklandı. Bir süre tutuklu kaldı. Şiirleri ile ilgili açılan pek çok davada beraat eden Nâzım Hikmet, 1933 ve 1937’de örgütsel faaliyetleri iddiasıyla yine tutuklandı. 1938’de bu kez “orduyu ve donanmayı isyana teşvik” suçlamasıyla tutuklandı ve toplam 28 yıl 4 ay hapis cezasına mahkûm edildi. 14 Temmuz 1950’de çıkan Genel Af Yasası’ndan yararlanarak, 15 Temmuz’da serbest bırakıldı. Türkiye’de yaşamasının zor olduğunu görünce 17 Haziran 1951’de İstanbul’dan Ayrıldı, Romanya üzerinden Moskova’ya gitti. 25 Temmuz 1951 tarihinde, Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkartıldı. Nâzım Hikmet’in yapıtları, 1938’den 1965 yılına dek Türkiye’de yasaklandı. Nâzım Hikmet bugün yayımladığımız mektuplarını, 1940’lı yıllarda cezaevinde kaldığı dönemde kaleme aldı. Osmanlıca şiirlerini ise 1956-1957 yıllarında mecburi sürgün olarak gittiği Prag’da yazdı. 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Haber Yazıları

İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali (İTEF) İtalya Özel programıyla sanatseverlerin karşısına çıkıyor. 23-27 Ağustos 2021 tarihleri arasında ekranlara gelecek olan etkinlikler sayesinde İtalya'ya ve İtalyan edebiyatına uzanan yeni bir yol açılacak.

 

 

Sanat Kritik’in yeni podcast serisi, Seval Şahin’in editörlüğünde dinleyicilerle buluşuyor. “Yaz Sıcağında Bir Esinti” başlıklı serinin ilki 120. doğum yıldönümü vesilesiyle Ahmet Hamdi Tanpınar’a ayrıldı. Dergâh Yayınları’nın desteğiyle hayata geçen projeye farklı alanlardan birçok yazar, şair, sanatçı ve akademisyen katıldı.

Kültür Sanat Şehir dergisi Z, 5. kez okur karşısında. Zeytinburnu Belediyesi tarafından yayımlanan tematik dergi, “kütüphane” konusunu mercek altına alıyor. 508 sayfa boyunca insanlık tarihinin bilinen en eski dönemlerinden günümüze kadar farklı kültürlerde kütüphanenin seyri, kütüphanenin unsurları, kütüphaneciler, kütüphane sahipleri ve kütüphane literatürü inceleniyor. 

Türk edebiyatının usta ismi Sait Faik Abasıyanık'ın hatırasını yaşatmak amacıyla her yıl bir öykücüye verilen "Sait Faik Hikâye Armağanı" bu kez Şermin Yaşar'ın oldu.

 

Sosyal medya paylaşımları, konuşmalar, anketler, veriler gösteriyor ki pandemi günlerinde evde geçen zamanın ciddi bir kısmını kitaba ayırdık. Türkiye ve dünya genelinde İNSAMER'in yaptığı araştırma kitap yayımı ve okuma oranlarındaki artışa odaklanıyor. Kitapyurdu ve Idefix sitelerinden alınan veriler de korona istatistiklerine katkı sunuyor.

 

 

 

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.