Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Tennessee Williams’ın pırıl pırıl parlayan sönmüş yıldızı




Toplam oy: 942
Tennessee Williams
Helikopter Yayınları

Yayımcısı Levent Yılmaz’ın da pek güzel ifade ettiği gibi “mücevher pırıltısında” bir novella var elimde. Türünün gerektirdiği üzere kısa, büyük bir özenle işlenmiş ve pırıltısıyla okurunu büyüleyen bir romancık, “Mrs. Stone’un Roma Baharı”. Yazarı ise, Arzu Tramvayı, Kızgın Damdaki Kedi, Gençliğin Tatlı Kuşu gibi oyunlara imzasını atmış, 20.yüzyılın en önemli oyun yazarlarından biri, Tennessee Williams


Williams, elimizden tutup bizi pırıl pırıl bir Roma baharına götürüyor; daha doğrusu güneşin altın rengi ışığıyla baştan aşağı yıkanmış bu şehirde, baharın her şeyi apaçık eden ışığıyla ne yapacağını bilemeyen Karen Stone’un son baharına... Mrs.Stone, Amerika’nın bir zamanlar güzelliğiyle pırıl pırıl parlayan ama şimdi gözden düşmüş, elli yaşına gelmiş yıldızı. Son oyunuyla büyük bir hezimete uğrayıp zengin kocasının ölümünün ardından kendini Roma’ya hapsetmiş. Yazar, onun sonbaharını Roma baharı içinde anlatıyor ancak, Roma’nın üç bin yıllık geçmişi ve eskiliği bu bahara ironik, acımasız bir eda katıyor. Tıpkı Karen Stone’nun etrafındaki tüm o zalim sözde dostlarının da yaptıkları gibi.

Eski hayatından ve dostlarından sonuna kadar kaçan Mrs. Stone, evinde verdiği bir partide Amerikalı bir gazeteciyle yüzleşmek zorunda kalıyor. Gazeteci dostu onu son derece Amerikanvari bir yüzleşmeye itiyor. Ancak çok geç. Her şeye rağmen güçlü olması gerektiği, ipleri elinde tutabileceği, dedikoducuların ağzını kapatabileceği, küllerinden yeniden doğabileceği... Çok geç... Stone, güzelliği bir yana, oyunculuk yeteneğinin aslında ne kadar zayıf olduğunun farkında. Yıllar güzelliğini geri alıyor, güzelliğinin gidişi ise ne yaparsa yapsın oyunculuk kariyerinin bitmesi demek. Tennessee Williams’ın pek çok belli başlı kadın karakterinde gördüğümüz bir tür acımasız farkındalık hali bu. Güzel ancak bir o kadar derinliksiz, aptal bir Brodway yıldızından beklenmeyecek bir farkındalık. Bu, bedene de ruha da nefes aldırmayan zalimane algı, kahramanımızın yaşamını her an kopmaya hazır gergin bir tele dönüştürüyor. Bir noktada öyle geliyor ki yazar, bedene hapsedilen kadın bilincinin çıkışsızlığını kahramanlaştırıyor.

Karen Stone’nun hayatına gençliği, yakışıklılığı, baş döndüren cinsel cazibesiyle giren Paolo karakteri ise, bir yanıyla Karen’in gençlik halini anıştırır. Güzel ve zalimdir. Gençlik enerjisinden ve pırıltısından yararlanmak isteyenlerin yüksek bir bedel ödemesi gerekir. Hayattaki rollerin değişimini bir türlü kaldıramaz Mrs. Stone. Paolo’nun da ona güzelliği, ünü ve çekiciliği yüzünden aşık olmasını arzular. Oysa Paolo, yaşlı ve zengin dulun jigolosudur nihayetinde. Bencil, bayağı ve satın alınabilir bir tüketim nesnesi... Düşler ve umutlar işe yaramamaktadır. Filmin kopacağı anı bekleriz büyük bir gerginlikle. Karen Stone için çıplak gerçeğin kabullenileceği anı ve daha da önemlisi kabullendikten sonra kahramanımızın nelere sürükleneceğini... Stone’nun umutsuz düşleri, sanatın haince beslediği yanılsamalarla dolu hayatı ve bilincinin gidip gelişleri gerçeğe çarptığı an ne olacaktır?...

“Kapıldım gidiyorum, gidiyorum, dedi Mrs.Stone kendi kendine. Apartman dairesinin dört bir yanını dolaştı. Yatağın uçsuz bucaksız beyaz yalnızlığına baktı. Hiç ses çıkarmadan durdu, etrafı dinledi. Öylesine kulak kesilmişti ki, yan odadaki saatin tik taklarını duyabiliyordu. Evet, zaman da kapılmış gidiyordu. Uyku, asırlık kentin üzerinden kapılmış gidiyordu. Pencerelerden dışarıya baktığında ya da terasa çıktığında gökyüzünün bile kapılıp gittiğini görebiliyordu. Her şey kapılmış gidiyordu. Zamanın ve varoluşun dev adımlarla kapılıp gitmesinden başka ne vardı ki? Ah, evet. Mısır’dan gelen dikilitaşın dibinde tek başına duran o gözcü. O karaltı hiç mi hiç kapılıp gitmiyor gibiydi. Paolo akşamın erken saatlerinde sözünü ettiğinden beri hala aşağıda kıpırdamaksızın duruyordu. Ama geri kalan her şey kapılmış gidiyordu.” 

Peki kahramanımız kapılıp gitmeyi kestiğinde ne olacaktır?...
 
“Bu edebi gelenek içinde büyük bir şiirle gezinmesi, üstelik sürekli zaman kaymalarından (birbirinin içinden çıkan bir dizi geri ve ileri dönüş hareketinden) oluşan ve kadın kahramanın bilincindeki kaymalarla ilerleyen bir yazıyı kurmasındaki ustalık Mrs. Stone’un Roma Baharı”nı türdeşleri arasında benzersiz bir yere getiriyor. “Mrs. Stone’un Roma Baharı”nı Türkçeleştiren Fatih Özgüven’in Sonsöz’de yer alan bu tespitine katılmamak mümkün değil. Novellaların günümüzde giderek daha az yazıldığı ve okunduğuna dair serzenişine de öyle.

İçinde yaşadığımız roman çağı her türlü edebi türü silip süpürüyor, en iyi ihtimalle kendi içinde hapsediyor. Ve bize mücevher gibi işlenmiş, yetenek ve emekle parlayan novellaları da neredeyse unutturuyor. Hatırlamak için “Mrs. Stone’nun Roma Baharı”nı hararetle öneririm.



Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.