Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

			

Üye Eleştirileri


Üye Eleştirileri

sadakat üzerine karalamalar

İnci Aral
Turkuvaz Kitap

Kitabın ilk sayfalarından kendinizi en kötü sona hazırladığınız için kitap boyunca olan hiçbir olay sizi şaşırtmıyor... Ancak iyi bir anlatımla İnci Aral sizi sonuna kadar kitabına esir ediyor.Yalnız bu kitap bitmesini istemediğiniz kitapların aksine ilk andan itibaren bitse de rahatlasam dedirten türden, içiniz sıkılıyor, ruhunuz daralıyor ve bitirip sonu iyi biten bir kitap okuma ihtiyacı hissettiriyor...

Kitabın kadın kahramanının takıntı derecesinde aşık olduğu erkek karakteri biraz daha derinlikli olmalıydı diye düşündürüyor kitap, eğer baştan bir beyaz atlı prens yaratılsaydı okurlar Azra'yı aşkında haklı görebilir, onunla birlikte üzülebilirlerdi... Ancak daha ilk karşılaşmadan erkek kahramanın bozuk bir kişilik olduğu bu kadar açıkken ve herhangi bir cennet vaadetmezken kitabın tanıtım cümlesi olan cennette başlayan rüyayı okurun görmesi olanaksızlaşıyor... Bu kitapta eksik olan şey bir kaç sahnede de olsa Azra'nın bu kadar aşık olabildiği ve uğruna herşeyini feda ettiği adamın gözümüze hoş görünecek şekilde görünmemesi. Dolayısı ile yaptığı hiçbir olumsuz davranış okur için süpriz öğesi taşımıyor. Kitap gerekli heyecan ve gerilimi yansıtmaktan uzak kalıyor... Olayların tamamını tahmin edebildiğiniz bir roman okurken böyle bir romanda bulmayı umduğunuz şiirselliği de kahramanların olaylara yüzeysel yaklaşımlarından dolayı bulamıyorsunuz... Ancak en baştan da belirttiğim gibi herşeye rağmen İnci Aral okumanıza değecek bir roman yazmış...

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Üye Eleştirileri Yazıları

Roman hakkında bir şeyler yazmak gerektiğinde “bizde” izlenen usul, çoğunlukla yazarın dünyası ve kendisi hakkında oluşmuş genel kanaat üzerinde kanat çırpmayı gerektirmeyen bir uçuşla yazarla (ya da politik olarak mahkum edilmiş bir yazarsa “çoğunlukla”) aynı gökyüzünü paylaştığı izlenimi veren satırlar arasında süzülmektir. Ne de olsa böyle bir usulde romanı okumak da gerekmez.

Kitabın ismindeki aşkı görünce hem ilgimi çekmiş hem de romantik bir şeyler okuyacağımı düşünmüştüm. Ama kitabı okumaya başlayınca hiç de öyle olmadığını görüp, bir günde okuyup bitirdim. Çok az kitapta yaşadığım o nefessiz kalmayı yaşadım. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza´sında ki çarpıcılığı hissettim. Tam evet tam bir aşk romanı! Aşkı en çarpıcı ve vurucu biçimde anlatmış.

Felsefe devrimsel değil birikimsel bir süreçtir ancak bu birikimli yapının bazı devrimcileri vardır. Marquis de Sade işte bu devrimci filozoflardan biridir, hatta en başta gelenlerindendir, çünkü de Sade dokunulması en güç şeye dokunmuştur, en büyük tabuyu devirmiştir.

'Hatıra' sözcüğü hep tek yumurta ikizi 'Hüzün'le gelir insanın aklına. Öyle ki, ne kadar hoş, ne kadar eğlenceli anlarınızı hatrınıza getirirseniz getirin, attığınız en şiddetli kahkahaların ardından çöküverir o hüzün üzerinize. Bir daha o günlere dönemeyecek olmanın hüznü. 'İstanbul Hatırası' da tam böyle bir kitap.

Christopher Priest’ın bol ödüllü fakat ülkemizde ancak film uyarlaması ile adını duyurabilmiş ve hala daha pek de okunmamış romanı bizi eğlencenin kanlı canlı olduğu zamanlara götürüyor.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.