Faruk Duman’la “deneme” üzerine: “Birkaç okur türünü barındırıyorum içimde”
Faruk Duman’la “deneme” üzerine: “Birkaç okur türünü barındırıyorum içimde”
Ferhat Uludere
Yeni kuşağın kendine özgü bir dil kurmayı başaran ender yazarlarından Faruk Duman, yazın dünyasının kapılarını bu sefer başka bir türle, denemeyle açıyor ve Adasız Deniz’le bambaşka bir yolculuğa davet ediyor okurunu.
Memet Fuat Deneme Ödülü’ne değer görülen Adasız Deniz oldukça samimi bir sohbet kitabı. Faruk Duman anlatıyor, siz dinliyorsunuz. Ama bir süre sonra yazar ve okur arasında bir dertleşme başlıyor… Okunan kitaplar masaya yatırılıyor, “ben de tam böyle düşünmüştüm işte”yle başlayan cümleleri kitap boyunca tekrarlıyor okur… Okur ve yazar arasındaki ilişki git gide kırılıyor…
Bu ilişkinin kırılmasından memnun Faruk Duman, Adasız Deniz’le “bir okur-yazar olarak edebiyat beğenimi ortaya koydum” diyor… Denemenin artık eskisi kadar okurla buluşamamasına hayıflanıyor ve meraklıları için bir okuma listesi çıkarıyor…
1999’da yayımlanan “Av Dönüşleri” ile Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, 2004’te Keder Atlısı ile Haldun Taner Öykü Ödülü’nü kazandınız. Şimdi de Memet Fuat Deneme Ödülü’nü aldınız… Önceki kitaplarınızın ve Adasız Deniz’in böyle onurlandırılacağını bekliyor muydunuz?
Başta “Av Dönüşleri” için verilen Sait Faik Hikâye Armağanı’na çok şaşırmıştım tabii. İkinci kitabımdı ve ne yapsanız o yaşlarda kendi yapıtınız hakkında bir fikir sahibi olamazsınız. Hoş sanırım benim gibi yazarlar için bu aslında süreğen bir duygudur. Bugün de özellikle öykü ve romanlarım benim için tanımsız; insanın yazısı, salt o yazı kendi zihninin bir ürünü olduğu için, dışarıdaki edebiyat dünyasına, o büyük yapıtlar dünyasına yabancıdır. Ama elbette bir okur mektubu gibi, bir eleştiri yazısı gibi bir ödül de aslında bir tür iletişime işaret eder. Yani yapıtın bir yerlere gittiğini, birileri için güzel, iyi ya da kötü bir şeyler ifade ettiğini ancak o zaman anlarsınız.
“Adasız Deniz”de bir yazar en çıplak haliyle okurun karşısına çıkıyor. Okudukları, iç hesaplaşmaları, yazıyla boğuşmaları… Yazar ve okur ilişkisinin kırılmasına neden olacak pek çok şey kitabın içinde yer alıyor… Bu ilişkinin kırılması sizi korkutmuyor mu?
Ben bir okur-yazar olarak edebiyat beğenimi ortaya koyduğumu düşünüyorum. Sözgelimi, Jules Verne, Dostoyevski, D.H. Lawrence gibi işaretler aslında iyi okuru olduğumu düşündüğüm bu yazarlarla ilgili son derece kişisel notlar düşmek isteği taşıyorlar. Fakat kendi kitaplarımla ilgili yorumlar yazmak bana göre değil. Bunu saçma bulurum ve ayrıca bakılınca olanaksız olduğu da görülecektir. “Adasız Deniz” deki “Ağaçlar, Papağanlar ve Başka Acayip Şeyler” başlıklı deneme, sözgelimi, sözde Kırk’la ilgilidir, yani onun yazılma süreçleriyle ilgili. Ama dikkat edilirse nihai metinden söz etmedim; yazı papağan fikriyle ilgileniyor ve birtakım müsveddelerden söz ediyor. Zaten başta açıklanmış, okurla Kırk’ın sonucundan söz edilmeyeceği üzerine anlaşılmıştır.
YAPAY DİLLE EDEBİYAT YAPAMAZSINIZ
“Adasız Deniz”de kendiyle konuşurken bile belirgin formları, üslubu ve anlatımını hiçbir zaman bozmayan bir yazarla karşı karşıya kalıyor okur. Bu açıdan bakarsak bu denemeler Faruk Duman’ın edebiyatta kurduğu dilin suni olmadığının da bir kanıtı niteliğinde diyebilir miyiz?
Bunu bilmiyorum. Olabilir. Ben ancak genel olarak söyleyebilirim. Yapay bir dille edebiyat yapamazsınız zaten. Ama burada şu ayrımı da koyabiliriz: Aynı zamanda, yazınsal dil dediğimiz şey zaten yapay bir dildir. Tabii her iki “yapay”ı farklı anlamlarda kullanıyorum. Burada ilk anlamından söz edeyim; bana öyle geliyor ki, yazarın kendisi için bir dil beğenmesi olanaksız. Elinden geldiğince yalın, kendisi gibi ama elbette bir güzel duyuyla yazması gerekir bir yazarın. Ben bunu öykülerimde de, romanlarımda da, denemelerimde de elimden geldiği kadar yapmaya çalışıyorum.
Son dönem Türk edebiyatı denemeye gereken önemi vermedi. Bu yüzden de tür kendi yazarlarını yaratamadı. Yani “deneme” yazarlar için bir yan tür olarak kaldı?
Yani özellikle genç yazarlar açısından durum böyle… Yoksa usta denemecilerimiz hep oldu. Ben deneme okumaya da, deneme yazmaya da bu yazarlar sayesinde cesaret ettim. Bence çok önemlidir; çünkü deneme, yazarı sorumluluğa çağırır, eleştiri deneyimine davet eder.
Ödüllü bir deneme yazarı ve bir editör olarak genç kuşağın denemeye olan ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz Yayınevlerinin ticari bir alan olmayan deneme dosyalarına bakışı nasıl? Ve alanın gelişmesi için neler yapmalı?
Yazmaya meraklı olanlar, yayınevine ilk dosyalarını gönderenler arasında, ben elbette gördüğüm kadarını söyleyebiliyorum, denemeye ilgi hemen hemen hiç yok. Kitaplarını yayımlama olanağı bulanlar arasında da deneme yazarlığına soyunanlar çok az. Bunun çok çeşitli nedenleri olabilir; deneme yazarlarının yapıtlarının okura ulaştırılamaması (eğitim alanlarında özellikle), yayınevlerinin bu türün kitaplarını giderek daha az yayımlaması, dergi ve gazetelerde eleştiriden çok kitap tanıtım yazılarına yer verilmesi… Bence tüm merakları öncelikle okuma tetikliyor. Ama elbette bunda bu kitapların okur bulamamasının da payı var. Melih Cevdet, Ataç, Memet Fuat gibi denemecilerin dergi ve gazetelerde düzenli yazma olanakları vardı. Bu araçlar denemeyi okura taşıyabilir.
Deneme meraklısı okura kısa bir okuma listesi yapsanız hangi kitaplara öncelik verirsiniz?
Liste uzar; ama birkaç örnek vermeden de geçmek istemem. Melih Cevdet’in Açıklığa Doğru’su, Memet Fuat’ın Biçemden Biçeme’si, Akşit Göktürk’ün Okuma Uğraşı’sı, Semih Gümüş’ün Puslu Ada’sı, Tahsin Yücel’in Gün ne Günü’sü… Çok değerli denemecilerimiz var bizim.
Denemeyi bir kenara bırakıp öyküyü gelirsek, genç kuşağı ve çağdaş yazını oldukça yakından takip eden biri olarak Türkiye’yi bir öykü ülkesi olarak tanımlıyorsunuz lakin yazarından yayımcısına bu ülke öyküyü roman yazmanın ön hazırlığı olarak görüyor…
O çok eskiden beri süregelen bir görüş. Fakat bana göre artık geride kaldı. Bunu her gittiğimiz yerde vurguluyoruz; hikâye ile roman, bizim geleneksel anlatı yöntemlerimizden doğdukları için, çok farklılaştırılmadı. Bence 50 kuşağı ile birlikte hikâye kesin olarak “öykü”ye dönüşmüştür. Ama şimdi bunun anlaşılmaya başlandığını gözlemliyorum ben.
Kendinizi hazcı bir okur olarak tanımlıyorsunuz. Aslında bu yazar için oldukça geçerli bir cümle olsa da editör için tehlikeli değil mi?
Bunda haklısınız. Ben editörlüğü yayınevindeki çalışma odamda bırakabilmek için büyük uğraş verdim. Şimdi rahatlıkla söyleyebilirim ki birkaç okur türünü barındırıyorum içimde.
Yeni yorum gönder