Philip Roth’la Evinde: "Artık kurmaca okumuyorum"
Jan Dalley, Financial Times için Philip Roth'la evinde bir söyleşi yapıyor. Geçen ay da, Man Booker Uluslar arası ödülüne layık görülen Philp Roth'la yapılan bu söyleşiyi sizin için çevirdik.
1960 yılında Amerika’nın en prestijli ebediyat ödülü Ulusal Kitap Ödülü’nü (National Book Awards) kazanan Philip Roth, geçen bu yarı yüzyılda, 53 mükemmel kitabıyla, Pulitzer Ödülü’nden, Altın Madalya’ya, National Medal Arts’a birçok önemli Amerikan ödülünü topladı. Bundan sonra kendisine verilecek herhangi bir ödül, bu ödüller arasında en ufak bir fark bile yaratmaz gibi görünüyor.
“İlki yaratmıştı. Kesinlikle hem de. Ödül, kitabın ortaya çıkmasını sağlamıştı. Üstelik kaybetmektense, ödülü kazanmak elbet yeğdir.”
Kısa ve açıklayıcı bir yorum. Philip Roth, son zamanlarda seyahat etmiyor. Perşembe günü verilecek ödül için Londra’ya gitmektense, inzivaya çekildiği evinden çıkmamayı tercih ediyor. Şu an Roth’un, Connecticut’taki evinin çalışma odasındayız. Roth, kışlarını her ne kadar Manhattan’da geçiriyor olsa da, 1972 senesinden beri, uzun gri beton evlerden uzak, 1790’da yapılmış bu küçük ahşap evinde yaşıyor. Odanın büyük bir kısmını geniş bir masa işgal ediyor, masanın hemen arkasında büyük bir şömine; yaz ayı olduğu için yanmıyor, ama bu sessizliğiyle bile kış aylarının burada nasıl geçtiğini anlatıyor. Sallanan sandalye ve rahat deri bir koltuğun olduğu bu gösterişsiz alan, tek başına geçirdiği uzun çalışma saatlerine uyuyormuş gibi görünüyor. Pencereden elma ağaçları gözüküyor, iki yüz yaşındaki dişbudak ağacı ise rüzgârda hafif hafif sallanıyor. Aklıma, Roth’un 1997 senesinde çıkardığı romanın kahramanı, ailesini büyük caddelerden, kırsalın derin huzuruna getirmeyi başararak, artık bir ağacı olmasının verdiği heyecanı yaşayan Newark’lı Yahudi Swede Levov geliyor.
Roth, yetmiş sekiz yaşında, şimdi onun da bir sürü ağacı var. Evini çevreleyen alan, evi korumaya alırcasına yükselerek, huzur, mahremiyet ve derin bir sessizlik ortamı yaratıyor. Roth, 1995 senesinde ikinci evliliğinin sona ermesinden beri bu sessizliğe gömülmüş bir vaziyette yaşıyor. Burası bir Yahudi göçmeni olarak büyüdüğü Newark caddelerinin hengamesinden, sadece iki saat uzaktaki başka bir dünya gibi.
İşte Roth’un hikâyesi yine şehir sokaklarından kaçışı anlatıyor; göçmenlerin “Amerika’da bir parça toprak sahibi olma” hayalini ve onlardan farklı huyları, içecekleri, golf oyunları, ö yargılarıyla Yahudi olmayanlar arasında yaşama tehlikesini.
Fakat bu hiç de cömert olmayan sokaklar, Roth’un zihninde ve kurgusal dünyasında yaşamaya; sadece kurgusal bir yer olarak değil, psikolojik anlamı da olan bir yer olarak yeniden yeniden canlanmaya devam ediyor. Roman karakterlerinden Kane için Rosebund neyse; Roth için Newark da o! Newark, onun duygusal damarı; etnik kimliğinin ve hayat boyunca sorgulayıp durduğu Amerika’nın durumunun gözler önüne serildiği merkez. Roth, ona yerelden başlaması gerektiğini söyleyen kişinin, arkadaşı Saul Bellow olduğunu söylüyor. Bellow da Chicago’yu aynı şekilde kullanmıştı. "Kitaplarımda, yaşanan anın hayata tekrar kazandırılabilmesi, hatırlanması için Amerika’yı aslında kendime anlattığımı düşünüyorum. Eski gazetelere bakıyorum ve bundan büyük bir zevk alıyorum."
“Tabi,” diye kükreyerek gülerken “Zevk aldığım bir şeyler de olmalı, değil mi?” diyor Roth.
Roth’un geçen sene basılan son kitabı, Newark’a dönüşüydü ve eleştirmenlerden 2009’daki daha sönük kitabından sonra başarılı bir dönüş olarak yorum aldı. Nemesis, İkinci Dünya Savaşı esnasında, fakir ailelerin çocukları arasında yayılan çocuk felci salgınını konu ediyor. Anti-semitizm iyice gövde gösterirken, korku ve panik, hayatın kırılgan yapıları arasında hareketlenmeye yol açıyor.
“Zaman, bana daha önce üzerinde hiç düşünmediğim konularla ilgilenmemi sağladı. Daha tarihsel bir bakış açısıyla bakacağım farklı konularla. Mesela, Amerika’daki komünizm karşıtlığı hareketiyle. Daha bir çocukken bu sürecin içindeydim ben de, ama üzerine yazabilmem için yılların geçmesi gerekiyormuş. Vietnam Savaşı için de öyle. Sonradan Pastoral Amerika olarak basılan kitabımı 1970’lerde savaş sona ererken, yeniden yazmak için uğraştım ama olmadı. Meseleyi ele almam bir 20 yılı daha buldu. Irak mı, Afganistan mı, ne hakkında yazacağımı bilmiyordum. Bunu anlamam tam 20 seneyi aldı.”
“Nemesis romanı, artık ne yazacağımı bilmediğim bir zamanda, yaşadığım olayların, kurgusal olarak hiç ele almadığım şeylerin listesini yaparken ortaya çıktı. Çocuk felci de listede yer alıyordu, listeyi yeniden ele aldığımda onu işaretlemiş olduğumu gördüm. 1944’te artık çocuk felci kalmamıştı, bu kurgusal bir roman olacaktı, ama zamanında bu hastalığa yakalanmış birkaç çocuk biliyordum, onların hikâyesini dinledim ve yazdım.”
Özellikle de savaş zamanı evinin önünde saldırıya uğramak Pastoral Amerika’in militan kahramnı için güçlü bir metafor. Yüksek mevkilere sahip bir ailenin birick kızları etrfaı kana bulayan bombalı savaş karşıtı aktivisti olur. Roth, yine de metoforlar üzerinden konuşmayı sevmiyor. New York’ta yaptığı bir söyleşide Roth, alegorinin, o kadar da sevdiği bir form olmadığını kast etmiş, bir eser hakkında konuşurken, “Ne hakkında yazılmışsa, odur işte,” demişti.
Gerçek ve ilüzyon arasında, öteki ben ve aldatma üzerinden, bir taraftan yazar olan, bir taraftan olmayan kahramanlar ve anlatıcılarla, onların sahte itirafları, yalan geçmişleriyle aldatıcı bir anlatımın kucağında karanlık oyunlar oynayan bir yazar için şu ifade gayet açık ve net: “Kitapları okuyun yeter!”
Bu, “gizli saklılığı”, koruduğu “mahremiyeti”yle bilinmiş, artık sorulardan sıkılmış bir yazarın gerçekten asıl istediği şey gibi görünüyor. Konuşmamız devam ederken, Roth inanılmaz ölçüde kibar, etkileyici ama bir o kadar da savungan. 1969 senesinde yayımlanarak kendisine para kazandırdığı Portnoy’un Feryadı romanı ve 36 yaşındaki hengameli ünüyle yarım asırlık bir ünü olmuş Philip Roth, kibarca “o alana girme” demenin tam bir ustası. Yıllarca onun bir kitabını okuduktan sonra onunla yapma özlemini duyduğum konuşma, aslında kurmaca üzerine ilermesini istediğim bu konuşma yazarın şu cümleleriyle çok çabuk sona eriyor.
"Kurmaca okumayı bıraktım. Artık elime hiç kurmaca almıyorum. Tarih olsun, biyografi olsun, başka şeyler hakkında okuyorum. Kurmacadan bir zamanlar aldığım tadı artık alamıyorum."
Peki böyle bir şey nasıl olur?
“Bilmiyorum. Sanırım,...”
Bu üç kelimeden sonra, bana o yırtıcı bakışlarıyla uzun bir süre baktı ve not defterimi işaret ederek, yazmanı istediğim şey şu dercesine bir bakış fırlattı:
Ne düşünmüştü? Yüzeysel bir bakış açısıyla değerlendirdiğimde, çok uzun yıllar önce gazetecilerin sorularına cevap verirken olduğu gibi, yine hiçbir şey ele vermeyecek gibiydi. Herhangi bir kitabı hakkındaki yorumu: “Üzerinde çalıştığım kitap için bir planım yok, işte sayfaları biriktiriyorum, bir bakıyorum birbirileriyle bağdaşıyorlar”dan öteye gitmiyor. Okurları hakkında ise: “Aklımda bir okuyucu profili yok; yeniden okurken kendim de kendimin okuyucusu oluyorum. Kitabımı bitirdiğimde, 4-5 arkadaşım var, okurlarım aynı zamanda, onlara veriyorum. İlk onlar okuyorlar, sonra onların kitap hakkındaki yorumlarını dinliyorum. Bunun dışında, mail filan aldığımda hep şaşırıyorum. Bazen ilginç bir mektup alıyorum. Bazıları, farklı bakış açıları edindiriyor,” dışında bir şey söylemiyordu.
Daha derinlemesine baktığımda ise acaba Roth, kendi kurmacaları da dâhil olmak üzere, bana kurmacanın sınırlarını mı anlatmayı mı planlıyordu? Roth’un son zamanlardaki üretkenliği, onun kariyerinin genel halinden gerek zamansal olarak, gerekse biçimsel olarak farklı değildi. Kitap kahramlarının ismiyle adlandırılan vahşi, yabanıl, komik Zuckerman ve Kepesh romanlarından sonra, Amerikan Üçlemesi olarak da anılan başyapıtları Vietnam hakkındaki Pastoral Amerika’yi (1997), mccarthizm (önyargıya kurban gitmek) hakkındaki Bir Komünistle Evlendim (1998) romanı ve ırk üzerine The Human Stain’i (2000) yazmıştı. Son on yıl içinde ise, tam sekiz kitap çıkardı. Ama şimdi Roth karşımda: “Amacım, hayatı m sona erene kadar beni meşgul edecek büyük yağlı bir konu bulmak, bitirdiğim anda ise ölmek. Asıl acı veren şey başlamak, kitaplara başlamaktan nefret ediyorum. Sadece yazmaya devam etmek ve son gelinceye kadar durmamak istiyorum,” diyor.
Kesin olan şu ki, bibliyografisine çok özen gösteren Roth’un “Nemesis” olarak gruplandırdığı son dört kitabı, “son”la, “ölüm” düşüncesiyle ve onunla nasıl başa çıkılabileceğiyle alakalı. İşte, elimizde Everyman (2006) kitabının ölü kahramanının ölümünden sonraki hikâyesi, Nemesis (2010) kitabının aldatılan kahramanının trajik ölümü ve Indignation (2008) ile The Humbling (2009) romanlarında yaşanan intiharlar. Hepsi de Roth’un okuyucularının alışkın oldukları şekilden daha özenli ve başarılı bir stille ortaya konmuş.
Bu stili, Roth’un okuyucuları arasında ciddi bir ikilik çıkaran onun o bilindik yüksek dozdaki taşkın ve yırtıcı mizahıyla yazdığı Sabbath’s Theater’ın (1995) şaşaalı canlılığı, şaşırtıcı yaşam enerjisi ve cinselliğiyle görülen Mickey Sabbath’la karşılaştırın. Sabbath’ın intihar düşüncelerin farklı bir işleyişi var, okuyucu olarak biliyoruz ki Sabbath asla intihar edemeyecek; egosu bunu yapmasına izin vermeyecek kadar çok yüksek, hâlâ büyük nefretle dolu ve ağzına sıçmak istediği çok şey var.
Nemesis’in kahramanı ise Bucky Cantor adında, yetenekli atlet olan Yahudi bir çocuk. Amerikan erkek egemenliğinin doğasına dokunabilmek için, Roth sürekli olarak sporu kullanıyor. Bucky, şansa ve çocukların ölmesine izin veren belli belirsiz tanrıya inanılmaz derecede öfke dolu. Kaçış hayalleri, onu bu çocuk felci salgınından ve onun bakımı altında olan çocuklardan çekip alacak kız arkadaşıyla mutlu olmak üzerine kurulu. İkincisi kesinlikle Roth’a özgü konulardan değil. Bucky’nin yaratıcısı Roth ise “Hayır, hayır kesinlikle öyle değil, mutluluk benim için özel bir ilgi alanıdır,” diyor. Zaten bu kelime Roth’un kitaplarında sıklıkla kullandığı, şimdi ise hayatına uyguladığı yani en azından yazın yaşamına uyguladığı bir kelime. Ona yaratıcılığını ayakta tutabilmek için öfkesini koruması gerekip gerekmediğini sorduğumda bana şöyle bir cevap verdi: “Kızgın değilim, sadece kızgın karakterler hakkında yazıyorum. Bunu yaparken de mutlu oluyorum. Şehvet dolu Mickey Sabbath hakkında yazarken nasıl ki şehvet dolmuyorum, sadece mutlu oluyorum. İşte öyle!”
Kendi hikâyesiyle bu kadar ustaca oynayan birinin yaşam ve kurmaca ayrımı aslında bir sanat ölçütü. Yıllar yılı onu çevreleyen bu çatışma, kurmaca sürecinin genelde yanlış tanımlanmasından kaynaklanıyor büyük ihtimalle.
Evin dışındaki zeminin otla kaplı olduğu ormanlık alanda yürürken, etrafa turunçgil kokusuyla, canlı mor rengiyle yabani zambakların ve zehirli sarmaşık kokusu yayılıyordu. Ruth hiç de öyle öfke dolu, sert ve aşırıya kaçan tepkileri olan birisine benzemiyordu.
Kendisi de yazar olan Britanyalı bir eleştirmen, bir hayranlık ifadesiyle bir anda şöyle bir eleştiride bulunmuştu. "Roth; milliyet, din, sevgi, ölüm, inanç, umutsuzluk, kader ve insani tecrübelerin asıl doğası gibi kavramları gayet yalın, sağlam, cesur bir şekilde başarıyla ele alıyor. Önce bir çekim yaratıp sonra da bu çekimi serbest bıraktığını düşünüyorum.”
Fakat mastürbasyon üzerine yazdığı 240 sayfalık monolog şeklinde ilerleyen romanı Portnoy'un Feryadı, Yahudi topluluğu için onun bundan sonra hiçbir şeye aynı şekilde bakamayacağının göstergesiydi, ona kendisinden nefret eden Yahudi olarak görülmeye başlamıştı. Roth, Amerika’da Yahudi olmanın artık eskisi gibi olmadığını, o yazmaya başladığından beri çok fazla şeyin değiştiğini söylüyor. "Tamamen farklı. Ben çocukken, Yahudiler tıp okullarına bile giremezdi, şimdi ise Amerika’da etnik guruplardan bahsedildiğinde, Yahudiler akla gelmiyor.” Roth’un değindiği önemli konulardan biri olup, onu yerenlerden eleştiri aldığı şey ise bu meseleyi ele alma şekli. Bu, sanırım anıları aklından geçerken onu vuran şeylerden biri.
Roth bu yüzden feminist topluluklardan da eleştiri alıyor. Özellikle de kitaplarında ağır basan etkili seks sahnelerinde kadınla erkeği tasvir ederken çok birçok şeyin çarpıtılmış olduğu söyleniyor. Kamuoyu ise ikinci eşi Britanyalı aktris Claire Bloom’dan boşanması sonrasında evliliğiyle ilgili tüm anılarını anlattığı 1996 senesinde basılan Bİr Komünist'le Evlendim romanından ötürü, Eve Frame karakterini misilleme olarak değerlendirerek Roth’a karşı tepkisi yükseldi.
Daha yakın bir zamanda Man Booker Uluslar arası Ödülü’nün üç jürisinden biri olan Carmen Callil, Roth’un hiç de iyi bir kalem olmadığını söyleyerek ödülü vermemek için jüriden ayrıldı.
Callil’in tartışılan eleştirilerinden biri şu oldu: “Aynı şeyi tekrar tekrar önümüze getiriyor.” Eğer milliyet, din, sevgi, ölüm, inanç, kader, yukarıda da bahsettiğim şeyler bir kefeye konuluyorsa, Callil'in yorumu için evet öyle denebilir.
Arabamı kırsal ana yola çıkarırken, akşam ışıyla derin bir sessizlik de yerleşmişti. Roth’u evine kendi seçtiği yanlızlığa, sükunete geri dönerken seyrettim. Ertesi sabah da her sabah olduğu gibi kalkacak, masasına gidecek ve aklına birikmiş o hiddeti yazacaktı. Bunu sadece kâğıt üstünde görebilirsiniz. Kitaplarını okumanız yeterli.
Çeviri: Çiğdem Başar
Yeni yorum gönder