Telif hakkı düştükten sonra kitapları birçok yayınevi tarafından tercih edilen Orhan Veli Kanık edebiyat dünyasının gündeminde yer alıyor. Kanık’ın hayatı hakkındaki çalışmalar ise sınırlı sayıdaydı. Kişisel merakla şairin hayatını araştırmaya başlayan gazeteci yazar Seray Şahinler’in yolu onun kardeşi Füruzan Yolyapan ile kesişti. Yolyapan’dan dinlediği anıları ve kişisel araştırmalarını birleştiren Şahinler okul günlerinden çalışma hayatına, şiir hikâyelerinden dostluklara şairin hayatını Ağabeyim Orhan Veli kitabında okura sunuyor. Seray Şahinler ile Orhan Veli üzerine konuştuk.
Füruzan Yolyapan Hanım’la 9 yıl önce tanıştınız. Bir sohbetten kitaba giden yolculuğu dinlemek isteriz.
Füruzan Hanım’la 2012 yılında, Orhan Veli’nin ilk kez yayımlanan ses kaydı vesilesiyle tanıştık. Bu kayıtların kendisinin izniyle yayımlandığını öğrendiğimde çok heyecanlandım çünkü hayatta olduğunu bilmiyordum. O sıralar gündeme dair haberler yapıyordum fakat kayıtların perde arkası bende heyecan yaratıyordu. Hemen Füruzan Hanım’ın telefonunu buldum ve röportaj için harekete geçtim. İlk söyleşimiz sadece bu kayıtlar üzerineydi ve Orhan Veli’ye dair birkaç soruyla sınırlıydı. Zamanla kendisini ziyaret etmeye başladım. Orhan Veli’ye ve Kanık ailesine dair çok hoş anılara, detaylara tanık oldum ve bunların kayıt altına alınması gerektiğini düşündüm. 2015 yılında bendeki tüm ses kayıtlarını metne dökerek Füruzan Hanım’ın kapısını çaldım. Ağabeyim Orhan Veli’ye varan süreç böyle başladı.
Zor zamanlarda çeviri yaptı
Orhan Veli nasıl bir ağabeydi? Akrabaları arasında nasıl bilinirdi?
Orhan Veli sevgi dolu, neşeli, herkese çok saygılı, kimseye kötü bir kelime konuşmayan, öfkelenmeyen, her türlü zorluğa rağmen hiçbir zaman yılgınlığa düşmeyen şahane biri. Annesine çok düşkün, babasıyla da muhabbetli fakat şiir yüzünden zaman zaman tartışma yaşıyor. Kız kardeşi Füruzan Hanım’a da çok düşkün, onu fırfırım diye severmiş. Moralim bozuk olduğu zaman gelir taklit yapar beni güldürmeye çalışırdı diye anlatıyor mesela… Füruzan Hanım’a sık sık öğütlerde bulunur, “Ayaklarının üzerinde durmalısın ve ne yaparsan yap pişman olmamalısın” dermiş. O da hayatını ağabeyinin öğretileri doğrultusunda şekillendirmiş.
Orhan Veli’nin şiirle ilişkisi hakkında ne öğrenebildiniz?
Füruzan Hanım, Orhan Veli şiirlerini nasıl yazardı sorusuna, “Ne vakit şiir yazdığını hiç bilmedik, yalnız yazıp bitirdiğinde gelip bize okurdu. Ben de tüm şiirlerini çok beğenirdim, hepsi güzel gelirdi bana” yanıtını veriyor. Fakat çeviri çalışmalarına şahit olurmuş Füruzan Hanım. Evde saatlerce çeviri yaptığını aktarıyor. Tabi bu çeviriler Orhan Veli’nin maddi olarak zora düştüğü zamanlarda devreye giriyor.
Meşhur “Anlatamıyorum” şiirinin hikâyesi de var kitapta. Hatta şiirin yazıldığı Bella hanımla da konuşmalarınız yayınlandı. Nedir bu şiirin hikâyesi?
Bella Hanım hayatta, 98 yaşında, derya deniz bir kadın… Onun anlattıkları çok önemliydi ve Orhan Veli biyografisinde mutlaka varlığıyla yer almalıydı. Anlatamıyorum ile birlikte meşhur “Sere Serpe” şiirini de ithaf ettiği kişi Bella Eskenazi. Bir gün kalabalık dost meclisinde, Orhan Veli bir köşeye çekiliyor ve uzun süre kimseyle konuşmuyor. Halini merak eden Bella, yanına gidiyor ve “Hayırdır Orhan bir şeyiniz mi var, lütfen anlatın” diyor. Orhan Veli de “Bir şey var, biliyorum. Ama anlatamıyorum” yanıtını vererek elindeki şiiri Bella Hanım’a takdim ediyor. Bella Eskenazi’nin tanıklığı, Orhan Veli’ye ve döneme dair çizdiği resim çok kıymetli.
Yaprak dergisi onun edebiyat hayatında özel bir alan açtı. Orhan Veli’nin 6 kitaplık külliyatını hazırlayan akademisyenler Necati Tonga ve Tahsin Yıldırım, “Orhan Veli Yaprak dergisinde özgür olduğu için sesi daha gürdü” diyorlar. Siz de Orhan Veli’nin bu dergide görünür olan fikir adamlığına değiniyorsunuz. Şair ile Yaprak arasındaki bağ hakkında ne söylemek istersiniz, orada hangi konulara değinmişler?
Evet, çok doğru ve önemli bir tespit bu. Yaprak başlı başlına Orhan Veli’nin ürünü. Her şeyiyle kendisi ilgileniyor. Dolayısıyla onun için çok özgür bir alan. Yaprak’ın çıktığı yıl Türkiye’de siyasi iklimin yavaş yavaş değişmeye başladığı bir dönem. Sosyo-kültürel olarak kıpırdanmalar var. Tüm bunlara Yaprak’ta değiniyor. Fakat Orhan Veli’nin farklı mecmualarda çıkan yazılarına baktığınızda da düşüncesini çekinmeden, özgürce dile getirdiğine tanık oluyorsunuz. Tercüme Bürosu’ndan istifasına neden olan Reşat Şemsettin Sirer’e yönelik sert eleştirileri, o yıllarda gösterimi yasaklanan bir filme yönelik tutumu, kendisini eleştirenlere karşı verdiği ince ama çok sert yanıtlar… Genele baktığımızda düşündüğünü söylemekten asla çekinmeyen biri ve bunu muhteşem incelikle yapıyor. Hayran olmamak elde değil.
Yaprak’ta üst düzey bir üretim var. Özellikle sanatsal anlamda dünyanın nabzı öyle tutuluyor ki… Fransızcadan şiir çevirileri yapılıyor, yurt dışındaki kültürel gelişmeler hakkında kritikler; Türkiye’de sahnelenen oyunlar, yeni çıkan kitaplar hakkında yazılar yazılıyor. Hepsi çok önemli. Aynı zamanda Türk edebiyatının kıymetli isimleri yazıyor Yaprak’ta. Melih Cevdet, Oktay Rifat metinlerinin yanı sıra Orhan Kemal’in bir hikayesini okuyabiliyorsunuz; yahut Erol Güney’in Türk edebiyatının dünyadaki yerine dikkat çeken yazısı, Sabahattin Eyüboğlu’nun yeni resim üzerine kritiği… Benzersiz bir zenginlik…
“Defin işlemlerini dostlarına bıraktık”
Füruzan hanımın anlattığına göre Orhan Veli’nin mezar yerini Ahmet Hamdi Tanpınar ile Sabahattin Eyüboğlu belirliyor. Abidin Dino mezarını tasarlıyor. Bunun sebebi nedir, hikâyesini paylaşır mısınız?
Evet, bu detayı biyografilerinde okumuştum. Merak edip kendisine sorduğumda, “Biz zaten şok yaşıyorduk. O halde aklımıza bir şey gelmezdi, defin işlemlerini dostlarına bıraktık” demişti. Olayın perde arkası şöyle; Sabahattin Eyüboğlu, Orhan Veli’nin ölümü üzerine Mahmut Dikerdem’e yazdığı mektupta, “Yarın onu nereye ve nasıl gömeceğimizi bilmiyoruz. Ailesi bize bıraktı. Rumelihisarı’na karar verdik” demiş. Füruzan Hanım bir aile mezarlıklarının olmaması nedeniyle kararı dostlarına bıraktıklarını söylüyor ve “Orhan Ağabeyim ölünce Ahmet Bey (Tanpınar) ile Sabahattin Bey bizim eve geldiler. Anneme ve babama ‘Nereye gömülecek?’ diye sordular. Beykoz’da dedelerimin mezarı var ama farklı yerlerde. Biraz karışık. Biz de bu yüzden “Aile mezarlığımız yok. Nereye olursa, siz nasıl düşünüyorsanız öyle yapın” dedik. Onlar da ağabeyim için en doğru yer seçmişler. ‘Urumeli Hisarı’na oturmuş, oturmuş da bir türkü tutturmuşum’ şiirinden esinlenerek Aşiyan’a karar kıldılar” yanıtını vermişti.
Vefat ettiğinde cebinden şiir çıkıyor. Ondan geriye ne kaldı? Son günleri hakkında ne biliyoruz?
Orhan Veli’den geriye pek bir şey kalmamış. Bunda genç yaştaki vefatı, eşi, çocuğu ve yerleşik bir evinin olmayışı, hayatı boyunca çektiği maddi zorlukların payı büyük elbette. Ondan geriye diş fırçasına sarılı şiir ve iki tane kurşun kalem kaldı…
Hepimiz Orhan Veli’nin ölümü hakkında “36 yaşında çukura düştü, öldü”den başka pek bir şey bilmiyoruz. Şehir Tiyatroları o sırada Sartre’ın Saygılı Yosma oyununu sahnelemek istiyor ve Orhan Veli’den oyunu tercüme etmesini istiyor. Füruzan Hanım’ın anlattığına göre oyun Ankara’da birinin evinde, Orhan Veli de oyunun çevirisini almak üzere Ankara’ya gidiyor, orada çukura düşüyor. Akabinde İstanbul’a dönüyor. İşte burada çok çarpıcı bir anekdot var. Orhan Veli, eve döndüğünde kardeşiyle otururken pantolonu sıyırıyor, Füruzan Hanım dizindeki kanların kabuk bağladığını görünce panikliyor. Ağabeyi de “Telaş etme bir şey yok, az daha gazetede Orhan Veli gazete çukurunda ölmüş diye okuyacaktınız” diyor.
Yine ölümüne dair iç burkan bir detayı şöyle aktarıyor Füruzan Hanım… Şişli’deki evlerinde otururken ağabeyi birden ortadan kayboluyor. Füruzan Hanım, balkona sigara içmeye gittiğini düşünüyor ve hemen yanına gidiyor, “Ağabey gel yanımızda iç, hava çok soğuk; babam içtiğini biliyor zaten” diyor. Orhan Veli de kardeşine sarılarak ‘Fırfırcığım, babamın 3 günlük ömrü kaldı, onu kırmaya değer mi’ diyor. Bu olayın üzerinden 3 gün geçtikten sonra da kendisi ölüyor.
Yeni yorum gönder