Feminizmle ilk tanışma yılları 90’ların başına denk gelenlerin, feminist politikayla ilişki kurma biçimleri, 80’lerin ortasında feminist hareketin ilk örgütlenmelerini yaratan kadınlarınkinden faklı bir çizgi izledi. Dayağa Karşı Kampanya’dan Mor İğne’ye kadar bir dizi eylemlilik sürecini örgütlerken feminist politikanın teorik tartışmalarını da yürüten ilk feministlerden farklı olarak, bir durgunluk dönemine rastlayan bu tanışma, genellikle sınırlı yazılı literatür aracılığıyla feminist politik tercihleri oluşturmayı olanaklı kılıyordu. Önce Feminist sonra Kaktüs dergileri yayımlanmaz olmuş, büyük kampanyalar yerini kısa süreli tepki eylemlerine bırakmıştı. Kadının Görünmeyen Emeği de bu yıllarda yayımlandı.
Durgunluğun kısa sürdüğü söylenemeyeceği gibi, ilerleyen yıllarda ortaya çıkan hareketliliğin de ilk yılların renkliliğini ya da radikalliğini taşıdığını söylemek de mümkün değil. Kadının Görünmeyen Emeği ise, feminizmin kadınların evdeki gündelik hayatı ile toplumsal üretim ve yeniden üretim süreci arasındaki maddi bağı kuran teorik çerçevesi ile aslında feminist hareketin 80’lerin sonundaki güçlü sesinin politik arka planını ortaya koyuyordu.
Aynı yıllarda, benim gibi önce sosyalizmle sonra feminizmle tanışan genç kadınlar açısından ise, feminizmin Marksizm’le ilişkilerine yönelik bölümleriyle, hem feminist hem Marksist olabilmenin yolunu açan bir kurtarıcı haline gelmişti. Üstelik hem Marksist klasikler gibi “teorik” hem de ev işi, çocuk bakımı, temizlik gibi sosyalist politikanın gündeminde kendine yer bulamayan “kadınlık sorunlarını” açıklayan bir içeriğe sahipti. Yani hem sosyalist hem feminist nasıl olunurun el kitabıydı. Esas olarak ise, 90’ların başında geri çekilmiş ve sınırlı sayıda eylemle kendini ifade eden feminist hareketin güncel politikalarından çok, genel olarak feminizmin teorik dayanaklarını anlatıyordu.
90’ların ikinci yarısından itibaren hareketlenmeye başlayan feminist politika kurumsallaşma/projecilik/lobicilikle yol alırken sık sık da bir kimlik politikası olarak ele alınır oldu. 2000’lerde parça parça da olsa başlayan eleştirel değerlendirmelerin parçalı yapısı, ana akım haline gelen feminist politik yönelimler karşısında etkisiz kaldı. Kuşkusuz Medeni Kanun, TCK ve 4320 sayılı yasa gibi kadınlar açısından önemli kazanımlar sağlayan bu süreç bir dizi farklı kadının feministleşme deneyimlerinde önemli etkiler yarattı. Ancak tüm dünyada kök salan neo-liberal saldırının kendini kadın emeğinin daha fazla/ kolay sömürüsü üzerinden örgütlemeye başlaması, kapitalizm patriyarka ittifakının en üst düzeyini yakalamasını mümkün ve gerekli kıldı. Serbest bölgelerde, ev eksenli, sigortasız, sendikasız, vasıfsız işlerde düşük ücretli çalışmanın kadınlar için kural haline geldiği bu süreçte, patriyarkal kapitalizm bağlamında ev emeğinin politikasını yapmak ihtiyaç haline geldi. 2007 sonundaki Novamed’deki grevci kadın işçilerle dayanışma kampanyasının ardından gelen “SSGSS’ye Esastan İtirazımız Var” kampanyası ve sonrasında İstihdam Paketi’ne karşı düzenlenen eylemler neo-liberalizm patriyarka işbirliğini hedef alırken, kadınların ev içinde harcadıkları karşılıksız emeğin, kadınların ücretli emek gücüne katıldıklarında yaşadıkları sömürünün belirleyeni olduğunun altını çiziyordu. Tam da bu süreçte yeniden yayımlanan Kadının Görünmeyen Emeği ilk yayımlanışındakinden farklı olarak güncel feminist politikanın ihtiyaç duyduğu teorik analizlere de temel oluşturabiliyor. İçindeki makaleler esas olarak 60’lı, 70’li yıllara ait tartışmalara ilişkin olsa da, Gülnur’la Nesrin’in ilk basımın önsözünde söyledikleri bugün de geçerliliğini koruyor,
Bizce yazıların tarihlerinin eski olması kendilerinin aşılmış olduğu anlamına gelmiyor. Erkek egemenliğinin maddi, nesnel temellerini belirlemenin, bu egemenliğin yıkılmasına ilişkin bir politika geliştirmek için son derece önemli olduğu kanısındayız. Öte yandan, baskıcı, hiyerarşik, sömürüye dayalı her tür ilişkinin köklü dönüşümlerle ortadan kaldırılması perspektifinin ise hiç eskimediğini düşünüyoruz.
Kadının Görünmeyen Emeği’nin Güncelliği
Kadının Görünmeyen Emeği, Coontz ve Henderson’ın cinsiyetçi iş bölümünün ve kadın ezilmişliğinin hangi toplumsal üretim süreçlerinde ortaya çıktığını tartışan ilk makalesinin ardından, esas olarak kapitalizmde kadınların ev içinde harcadığı emeğin maddeci tahlilleriyle devam ediyor.
Delphy, iki üretim tarzından, kapitalist ve patriyarkal üretim tarzından yola çıkarak ve Marksist argümanları kullanarak kadınların ev içinde harcadıkları emeğin analizini gerçekleştiriyor. Delphy’nin ev içinde kadınların karşılıksız olarak harcadıkları emeğin ürünlerinin piyasaya sunulduğunda bir değişim değerine sahip olmasına ilişkin verdiği örnek, Fransa’daki çiftçilerin karılarının yaptığı işlerin ücretli bir çalışan aracılığıyla yapıldığında toplumsal üretimin parçasına haline gelmesiydi. Bugün ise Dünya Bankası’nın kadınları formel ücretli emek gücüne katmaksızın mikro krediler aracılığıyla, neo-liberal sürdürülebilir yoksulluk politikalarını kadınlara çözüm olarak sunması Delphy’nin tartışmasının yeni örneğini oluşturuyor denebilir.
Molyneux, ise kadınların ev içinde harcadıkları emeğin analizini hem Delphy ile tartışarak, hem Marksist yaklaşımlarda ev işinin sadece sermayeye nasıl katkıda bulunduğuna odaklanmanın yanlışlığına işaret ederek gerçekleştiriyor. Ardından kadınların ev içinde harcadıkları karşılıksız emeğin, cinsiyete dayalı işbölümü, yeniden üretim süreci ve bugün için en önemlisi kadın işsizliğiyle bağlantısını inceliyor. Tüm dünyayı saran kriz koşullarında Molyneux’nün değerlendirmeleri evrensel bir gerçekliğe işaret ediyor,
Durgunluk dönemlerinde, hem kadınların hem erkeklerin istihdam edildiği işlerde, genellikle ilk yol verilen, kadın işçilerdir. Çoğunlukla buna ek olarak, böyle dönemlerde en zor ayakta kalan kesimler esas olarak kadın emeği istihdam edenlerdir. (s.147)
Son makalede Hartmann, feminizm’in Marksizm’le gerilimlerini değerlendirirken kapitalizmle patriyarka arasındaki ilişkiyi tahlil ediyor. Patriyarkayı kadınların hayatını belirleyen farklı veçheleriyle analiz ederken, patriyarkaya karşı bütünlüklü bir mücadelenin antikapitalist yönünü vurguluyor.
Feminizmin sistem karşıtı diğer hareketlerle ilişkisini değerlendirdiği örneklerin bulunduğu son bölümde ise Hartmann sınıf mücadelesi ile feminist hareketin kesişen ama çelişen politikalarını tartışıyor.
Hartmann’ın makalesinin ve kitabın en sonunda ise kadının görünmeyen emeğinin nedeni tek cümle ile de olsa çarpıcı bir biçimde ortaya konuyor: ERKEKLERİN ZİNCİRLERİNDEN BAŞKA KAYBEDECEKLERİ ŞEYLERİ DE VARDIR.
Hülya Osmanağaoğlu
