Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Öykü

Öykü

Kahreden Beyaz


İyi
Toplam oy: 674
Kadın diyor ki ne ormanı, hatırlamadı. Hatırlamamak da işlerinin bir parçasıdır. Mecburdurlar.

Yatağın örtüsü beyaz ve tavan, illaki o da beyaz. ne HIV ne kanser, hiç bir şey değil, beni şu kahrolası beyazlık öldürecek dedi kadın. Yanı başındaki müşterisi ilk yarım saat molasına uzanmış olmasına rağmen ona söylememişti bu dert yanışını. Yatağını paylaştığı adama söyler gibi ama ona değil. Fakat adam kendine pay çıkardı bu yakarıştan.

 

"Hayır, sen bir meyveli pastasın ve ben sana her gelişimde, senin ayrı bir rengini tadıyorum" dedi adam ve kadın güldü. "Renk dediğin yedi tane, bu mu beni yaşatacak" göz bebeklerini tavandan aldı, cevap niyetine adama verdi. Adam "Sadece yedi tane değil, binlerce karışım ve ara renkler var, sence biter mi" diyerek molayı bitirdi.



Kadın sabaha karşı hemen yakınlarda bulunan ve iki ev arkadaşı ile paylaştığı daireye doğru, o sıralar okunmakta olan sabah ezanının uykuya davet eden ve de bir başka boyutuyla da sanki sadece o an havada uçuşmakta olan kötülükleri kendi içine doğru çekerek sokağı güvenli kılıyormuş tadındaki melodisine kulak vererek, yol aldı. Bu defa sevinmişti bir nebze. Uyumadan önce kendini iyi hissettirmek için sadece flört ettiği çocuğu aradı. Telefondaki çocuğa "havalar güzel, yarın beraber piknik yapmaya gidelim, canım yeşil görmek istiyor" dedi ve yarını kendine tatil sayarak uykusuna daldı.



Çocuk, zamansız çalışan bir set işçisi. Çekim oldukça çalışıyor. Genelde de boşta takılan birisi. Görünüş itibari ile de tuhaf denebilecek biriydi. Mankenlik peşinde koşmakta olan ya da yükselmekte olan mı demeli, bu çocuk boyunu uzun göstermek için ha bire tabanı yüksek ilginç ayakkabılar giyen bir tip. Bir gün iki cm, bir gün üç cm veya başka bir gün beş cm uzayabiliyor. Bir aralık ergenlik sonu gençlik başı gibi kendine yeni kıyafetler almak için tokmakçılık yaptıysa da iyi çocuktur cy. Sonradan, yirmi yaşına gelince de tövbe etti. Önce bir tarikata girdi. Namaza falan başlamıştı. Bir yıl kadar allah, kitap diye diye devam etti.

 

Cy kendi haline kalsa iyiydi de, tarikat sohbetlerinde öğrendiklerini bu kez her gördüğü kalabalığa anlatma halleri zaman zaman arkadaş çevresinin tepkisini çekiyordu. Belki o da o sohbetlerdeki anlatıcının karizmasının cazibesini kendinde arıyordu. Ve sonunda, bir yıl boyunca devam ettirdiği o hevesli, o ısrarcı davetleri sıkıcı olmaya başlamıştı ki, tarikattan biri buna manalı manalı işmar edinceye kadar.



Sonra gene normalleşti. Zaten ani dönüşler yapan, aşırı heyecanlı insanların ne bağlılıkları bağlılıktır ne de sevgileri sevgi. Cy, daha tarikatla tanıştığının ertesi günü sanki kırk yıldır tarikat müridiymiş gibi davranmaya başlamıştı. Hatta öylelerini de aşmıştı. İddası ve heyecanı o kadar çoktu ki cemaatin dini sohbetlerinde o yola ciddi mesailer harcamışları, anlamaya, özümsemeye en yakın yaşça olgun insanları dikkate almaksızın ilerleyebildiği kadar ön sıralarda oturmaya kendinde hak görüyordu.



Neyseki hızlı girenin pek tabi hızlı çıkması gibi Cy’nin de bu hızlı başlayan dindar yaşam macerası yine aynı hızla son buldu. Adamın biri her sohbette gözleri ile bunu süzüyormuş. Anlatışı da kendine hastı. "Allah günah yazmasın ama adam ibne midir nedir sürekli beni kesiyor. Hayır anlamadığım şey, o kadar insan var onların içinde niye ben. Hele bana bir bakın yüzümde bu adam tokmaklar mı yazıyor, tövbe Allahım ya"...



Cy tarikatla ilgili konuşmayı ve oradan öğrendiği yarım yamalak hikayeleri satmayı bıraktı ama muhafazakarlık içeren konulara girmede meleke kesbeden azmini hep korudu. Denebilir ki dini konulara karşı antenleri peşinen açıktı. Fakat artık sadece konu açıldığında, biri kaşıdığında veya önünde bulduğunda konuşuyordu. Bunun dışında yine anasından doğduğu gibiydi.



Cy, kadını öğlen üç gibi alacaktı. Piknik için geç bir zamanlama sayılsa da sektördeki kadınlar sabaha karşı yattıkları için uyanış saatleri de genelde o civara denk geliyordu. Fakat, gel gelelim Cy’nin kadını ormana götürecek bir arabası yoktu.



Cy. sabah hemen arabası olan arkadaşının kapısına dayandı.


"Bana araba lazım."


"Ne için."


"Hatunu ormana pikniğe götüreceğim."


"Ulan ormanda ne işin var, götürsene eve, daha rahat düdüklersin."


"Ya oğlum kadın zaten yatak görmekten, çarşaf görmekten bunalmış, gelir mi hiç eve, önce biraz kendine getireyim, biraz değişiklik görsün, hep beyaz, hep beyaz, akşam otele gidiyor yatak, sabah eve geliyor yatak, sonuçta o da haklı, zaten önce bir gezdireyim ondan sonra atarım eve, sen arabayı ver"



Başkalarının malı kıymetli olduğu için Cy, araba bulamadı. Kimse boşuna heyecan yapmasın. zaten Cy, kadın ile sevişemeyecekti. [Bakın sevgili dikizciler ben hiç istemezmiyim bunlar sevişseler de ben de anlatsam ballandıra ballandıra. Nitekim oğlan civa gibi kadın da müsait. fakat ortalama zekaya sahip birisi kadın karakterin bunalma sebebi ile bağ kurarak bir çıkarım yapabilir. Bir düşün bakalım, kadın çarşafa, tavana, beyaza takmış, her gün görmekten, her gün görmekten. değil mi!]



Cy, araba bulamadıysa da bunu kendine dert etmedi. Halbuki delikanlı dönemindeki bir adamdan birlikte olduğu bir bayanın ihtiyacına cevap veremediğinde bunu kendine dert etmesi beklenir. Fakat bu arkadaş yüksek tabanlı ayakkabılar giyen garip bir tip olduğu için daha bebek yaşta ortalıkta kalmış nihilist yetimi gibi babasına tesadüf etmeyi umuyor. Ne yapsın bu fakir, arayacak kapasitesi yok. Deneye yanıla artık ne çıkarsa bahtına...



Kadının dairesinin önünden telefon açtı ona. Ormana gidemeyeceğiz. Saat öğlen iki civarı. Evet şimdi güzel bir tespitimiz daha olacak. Kadın diyor ki ne ormanı, hatırlamadı. Sektörde çalışan kadınlar hep böyledirler. Hatırlamamak da işlerinin bir parçasıdır.* Mecburdurlar. Gördükleri yüzleri, konuştukları konuları, yaptıkları şeyleri hemen ertesi gün unutmak zorundalar. Unutmazlarsa profesyonel olarak çalışamazlar. Arıza verir. Sektöre bulaşacak bir zihin yatkınlığından uzak birkaç tane güzel Rus kadını tanımıştım. Belki yaparım, kendi meşrebimce kıvırabilirim hevesi ile bir iki yıl denedikten sonra çok büyük arıza verdiler. Görseniz ne güzel ve hayat doluydular. Dediğim gibi kendine layık görmediği halde bir anlık akıl tutulması ya da belki de kara deliğe yaklaşmış olmanın kaçınılmaz çekim sahası mı desek... Yüksekten boşluğa adım atınca yer çekimine hükmümüz geçer mi, o eşiğe geldikten sonra.



Hatırlamıyorum dedi mi. Oğlan hiç bozuntuya vermedi. Hatırlatsa hatırlar kadın. "İyi o zaman, gel biraz dışarı çıkalım."



Kadın hava değişimi için dün geceki kadar ne istediğini bilen bir halde değil, değil ama kökü hala içerde, içgüdüsel olarak tanıdı konuyu. "tamam" dedi. Alışveriş merkezlerinden birine dolaşmaya çıktılar.



Hesapta oğlan kadını marine ediyor. Üç aydır çıkıyorlar daha vermemiş ya kadın. Hah! çok bekler daha hıyar. Artık bir şeyler olur bu gün havasında. Ama olmaz. Olamaz. Alışveriş merkezini dolaştın, kadın hiç dedi mi şunu hediye al bana. Zaten bir orospular bir de politikacılar... Devrimciler soyguna gittiklerinde bu bir soygundur demeyip bu bir kamulaştırma eylemidir dedikleri gibi bu zevatta hediyeleştirme yöntemini bulmuş. Gelir senin donunu alır ama bu hediye canım der. Heh, işte dedi mi, demedi. Demek ki vermeyecek ve oğlanın da isteme koşulları oluşmayacak. Zaten bir iki saat sonra o da belli oldu. "Daha hazırlık yapmam lazım, eve döneceğim" dedi kadın. Oğlan bize falan geçelim diye hamle ettiyse de şartların sevişmek için henüz olgunlaşmadığını tespit ediyordu.



Bir iki saatlik gezintiden sonra kadın evine bırakıldı. Belki başkası olsa zorlayabilir. Zorlansa kadın itiraz etmez. Hatta zor dili en kolay anlayacağı dil. Köpek bir şey yapıyor sahibi terlikle vuruyor. Sonra köpek sahibinin hoşuna gitmeyecek yeni bir şey yapıyor, sahibi terliği çıkarıyor. Köpek terliği görünce eyleminin yanlış olduğunu hemen anlıyor. Daha görür görmez köpek şöyle demiyor "Terlik çıktı ama bana vurup vurmayacağı belli değil, bunu ancak eylemi devam ettirince anlarız". Köpek artık eylem ile kendi arasında hiç bir bağ kurmuyor. İlkinde köpek evin koltuklarını kemiriyordu ve terlik müdahalesi ile karşılaştı ama ikincisinde terlik göründüğünde, köpek, ev halkının kullandığı bir tabağı yalıyordu. Yani ilki anlaşılıyor da ikincisinde sen köpeksin pek tabi ki tabak çanak yalayacaksın bu gayet sana yakışan da bir şey ama  terlik görüntüsüne koşullanmış, artık ortada terlik varsa ne yapması gerektiği belli. Orospular da şiddete koşullanmış [Polise gidip, ben fahişelik yapıyorum mu diyecek]. Kapı, rüzgardan dolayı sert kapansa hemen kendini yatağa atacak ve bacaklarını açıp bekleyecek. Şiddetin orada talep ettiği şey kendini hem maddi hem manevi teslim etmek.** Orospuluk ve şiddet. Köpek ve terlik. Sonuçta mankenlik heveslisi, garip yüksek tabanlı ayakkabılar giyen birinin de sadece iki kişiyi ilgilendiren özel bir konu için zor dilini omuzlaması da olmayacak bir şeydi.



Cy, geride kaldı. Kadın evine çıktı. Duşunu aldı, yemeğini yedi. Fön çekti. Podyum kıyafetlerini giydi. Parfümünü sıktı. Saat akşam dokuz olunca işe gitmek için dairesinden dışarı çıktı.



Merdivenlerden inerken topuklu ayakkabılarının çıkardığı ses apartman boşluğunda yankılanıyordu. Tak, tak, tak. Çıkan sesleri duydu komşusu ihtiyar bir kadın. Uyumuyordu, oturduğu yerden şöyle bir baktı otuz yıldır giymediği topuklu ayakkabılarına. Derin bir iç çekti, arkasından "Hiç bir şey değil, ne kalp ne böbrek yetmezliği, beni şu kahrolası topuklu ayakkabıların sesi öldürecek" diye söylendi ihtiyar kadın.



* Bu meyanda toplumun erkek bireyleri özelinde sözünü yerine getirmeyene orospu derler, sözünden dönenlere de ibne derler. aradaki fark ilkinde söze karşı umursamazlık, bir ciddiyetsizlik, öbüründe ise bilinçli cayma söz konusudur.


** Bir sorun çözme yöntemi olarak teslimiyet.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Öykü Yazıları

Anlatmaya devam ediyordu. Gecenin başından beri konuşuyordu. Gözlerimizi açmış dinliyorduk. Dediğini ilginç kılan insanlardandı. O gelmeden önce canımız sıkılmıştı. Birileri aşk acılarından söz etti ama kimsenin aşk acısı ötekinin ilgisini çekmiyordu.

 

Ben bir tane daha alayım. Hepsini nasıl içti anlayamadan, bir tane daha. Sonra bir tane, bir tane daha. Hepsi birden içiyor, birbiriyle yarışır gibi. Herkesin elinde sigara. Önüme bakıyorum. Elimde telefonun kılıfı, yarım saattir çevirip duruyorum. Biraz daha dikkatli olmaya çalışıyorlar, pek rahat değiller.

 

Sizin hiç kendinizi çok komik bulduğunuz oluyor mu? Benim oluyor. Oluyor da bazı herkeslerden utanıyorum. Bazı da birdenbire gülmelere tutuluyorum. Bana komikliğimi yaşatan olayların birbiri peşinden geldiği de oluyor.

 

“Aaa… Camı boyuyor! Yasak değil mi?”

 

Karşı vagonda bir adam cama resim çiziyor. Boyaları çoktan dökülmüş, paslanmış, eski bir tren. Aralık perdelerden görünen vagonların içiyse rengârenk. Bizimkiler gibi bir örnek değil hiçbiri. Usta fırça darbeleriyle bir manzara şekilleniyor camda. Dağlar, bulutlar, bir ağaç, bir tane daha...

Mutlu sonlara bayılırım.


Gerçekten de bir son gerekliyse, mutlu olmasından yana oldum hep... Ne acılar içinde kıvranan bir kadına dayanabildi yüreğim ne de umutsuz bir erkeğin intiharıyla sonuçlanan bir romana.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.