Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Öykü

Öykü

Sabit Fikir ve Idefix'ten kolektif öykü! No:1


Gayet iyi
Toplam oy: 862
idefix ve Sabit Fikir'den kolektif bir öykü çalışması! Bizim verdiğimiz cümleyle başlayan öyküye, sizler Facebook üzerinden birer cümleyle katkıda bulundunuz; ortaya böyle kolektif bir çalışma çıktı! Herkese iyi okumalar!

 

 

 

Hava kararmak üzereydi. Karanlığa, yoğun yağmur bulutları da eşlik ediyordu. “Önceki geceden uykusuz olmasam, bu kadar yorgun hissetmezdim” diye düşündü. Yalan!

 

 

Şehrin ışıkları birer birer yanmaya başlamıştı. Caddeden aşağıya doğru yürürken, evinin ışıklarının yandığını gördü; kendisini bekleyen tabloyu az çok tahmin ediyordu. Elindeki poşetlerle hızlı hızlı eve yürüyordu. ‎"Yoruldum" dedi karanlığa doğru; "Artık ne olacaksa olsun". Adımlarını sıklaştırdı. Hızı arttıkça kafasından geçen senaryoların kurguları da şiddetleniyordu. Ama aklı orada kaldı; tüm ışıklar niçin açıktı?

 

 

Evin etrafında bir kalabalık onu bekliyordu. Feryatlar, ağlaşmalar birbirini izliyordu. En sonunda korktuğu başına gelmişti. Birgün olacaktı fakat bu kadar erken beklemiyordu. Ellerindeki poşetler kaydı, dizlerinin çözüldüğünü hissetti. Sesler gittikçe daha derinden geliyordu, kulakları uğuldamaya başlamıştı. O anda sadece kalabalığı seyretmeye koyuldu; aralarına girip gerçekle yüzleşmekten kaçıyordu.

 

 

Kalabalığın içinde polis arabasını gördü. Usulca yudumlayarak gölgesindeki hüznü, sustu. Kaldırımların uzun çizgilerine, daha bir içlenerek adımladı geçmişini. Sanki bu sahneyi yaşamış gibiydi, düşündeki sahnelerden biri miydi; yoksa gerçek mi? Artık düşünemiyordu; gerçekle hayal arasına sıkışmış gibiydi. Yok, gerçekti hepsi! Düşünde olsaydı bu olanlar bu kadar acı çekmezdi. “Acı” dedi; neydi ki onun için anlamı?

 

 

Yaklaştıkça onu fark eden kalabalık dalga dalga, sanki anlaşmalı bir sükunetle ayrılmaya başladı. Arabanın yanına ulaştı ve artık dayanamayıp yere bıraktı kendini. Oturduğu yerde başı önüne düşmüştü, solukları düzensizdi. Zihnini sıyırdı düşüncelerden ve bakışlarını doğrultu yeniden. Çünkü az önce gördüğü o kalabalık artık yoktu, ışıklar sönüktü. “Yalnızlığı seçmeliydim” diye düşündü. Bu kalabalık içinde yalnız değil miydi zaten? Bakışlar altında merdivenlere doğru yürüdü.

 

 

Polis telsizinden gelen anonslar kulaklarını tırmalıyordu, göğsünde iki el hissetti: “Daha fazla yaklaşmayın!” Sesler, derinden gelen bir uğultu halinde gittikçe uzaklaşıyordu. Tüm bu yaşadıkları bir rüya mıydı? Ayırt edemiyor, düş gördüğünü umuyordu.. Hiçbir düş bu kadar gerçekçi olamazdı; bu yaşananlar gerçeğin ta kendisiydi.

 

 

Kalabalık onun farkına varmıştı, uğultu yerini sessizliğe bıraktı, sadece arabanın arkasında oturan annesinin sessiz hıçkırıkları duyuluyordu şimdi. Evin kapısı açıktı... Yarı karanlık gelmişti ortam... Alışkanlıkla elini elektrik düğmesine attı... Ama zaten açıktı... Bir adım .. Bir adım derken içerdeydi... İçeri adım atarken kan lekeleri etrafını sardı. Odaları şuursuzca dolaşırken kalbinin sesini kulaklarında duymaya başladı. İçeride ağır bir kan kokusu, duvarlarda kan lekeleri vardı. Kapının aralığında bir el gördü. Şehrin rutin yaşamına o kadar kaptırmıştı ki kendini, olan biteni anlamakta zorluk çekiyordu... Yerdeki lekelere basmamak için özen gösteriyordu fakat, bunu neden yaptığını kendi de bilmiyordu.. Anlamsız ve anlamlı birbirine karışmıştı.. Gençliğe adım attığı yılların anılarıyla doluydu bu ev, kan lekelerini görmezden, kan kokusunu duymazdan geldi. Konuşmaya çalıştı, ama sesi onu terk etmişti. Ruhu mengeneler arasına sıkışmış gibiydi.. Orada olmaması gerekiyordu.

 

 

Kapının aralığına dikti gözlerini. Birden beklediği elin o olmadığını fark etti. Korku ve öfke dalgası olanca hızıyla hücum etti beynine.  Her şeyle yüzleşmeye hazır hissetti kendini. Ağır adımlarla kapıya yaklaştı ve kapıyı biraz daha araladı.  Geçmise giden düşünceler arasında “Niye ben?” diyebildi sadece. Korku filminden bir sahne gibiydi. İzler geçersin filmden çıktığında... Kahkaha atarak evine dönerken, zihninden silinip gider ne gördüysen.. Oysa gerçek.... Gerçek zordur.

 

 

İçerideki kapıya dikilmişti gözleri sabit şekilde... Girdiği yerdeki koşuşturmalar, yerini sakinliğe bırakmıştı.

 

 

Kapıyı araladığında yerde yatanın, açık kalmış gözleri ile göz göze geldi. Bu değildi beklediği sahne! Bu değildi, "Olamaz bu değil, sen olamazsııınnn!!!..."

 

 

Dizlerinin üzerine yıkıldı gözyaşlarıyla, dünya üzerine yıkılmıştı sanki. Yardım ister gibi etrafına bakındı.. İnanmakta güçlük çekiyordu. Kalbinin çarpıntısı duyulmaktaydı.. Son bir gayretle, emekleyerek yürüdü ablasının yanına. Hıçkırıklarını tutamıyordu artık, hiçbir şey düşünemiyordu, zaman durmuştu.. Yanına gelen birinin, kollarından tutup kaldırmasıyla kendine geldi. Adama “Ama nasıl?” der gibi bakmış olacak ki; “Lütfen oturun” dedi ve sandalyeyi gösterdi adam. Zorlukla oturdu, üstü başı kan olmuştu. Bunun ablasının kanı olduğuna nasıl inanabilirdi? Ellerine bakıp bakıp hıçkırıyordu, anlam veremiyordu, hiçbir şey düşünemiyordu. Aynı otoriter sesle sordu adam:"Sadece ikiniz mi yaşıyordunuz burada?”

 

 

İkisi ve küçük Ayşe yaşıyordu. Sahi Ayşe nerelerdeydi? Derken mavi okul önlüğü ile tam karşısında duruyordu, her şeyden bihaber... Olanlara anlam vermeye çalışıyordu çocuk ruhuyla... Küçük Ayşe boynuna sarıldığında bir titreme nöbetiyle gözlerini açtı... Ayşe’nin boynuna sevinçle sarılmasına uyanarak, gördüğü şok görüntüleri beyninden atmaya, bütün yaşadıklarının bir rüya olduğuna kendini inandırmaya çalıştı. Ayşe’nin neşeli gülücükleri arasında çok uzun sürmedi.

 

 

“Günaydın” dedi Ayşe, o tatlı çocuk sesiyle. Adam gördüğü rüyayı unutabilmek için küçük kıza baktı. Annesinden aldığı masum bakışları, tatlı tebessümü işte orada karşısında duruyordu. Ayşe'si; hayatın kendisine verdiği en güzel armağandı.... Hayatında değer verdiğini mükemmel iki kadına sahipken, onu kaybettiği günlerde başlamıştı bu kabusları... Ondan geriye kalan Ayşe'sine sımsıkı sarıldı ve kabusunu unutmaya çalıştı. Ama içine işleyen acıyı unutması zordu... Bir fotoğraf aklında ve artık avucunda. Artık olmayanın, inatçı varlığının temsili fotoğraf...

 

 

Her zamanki gibi bir gündü işte... Başladığı yerde bitmek zorunda olan. Yaşamak, yaşamı kabullenebilmek her şeyiyle.. Yavaşça doğrulurken perdenin aralığından giren ışık ve şehrin uyanma sesi... Gerindi... Ayşe ile birlikte sanki aynı şeyleri düşünüyormuş gibi sessiz pencereden sızan ışığa bakıyorlardı. Yeni bir gün... Geride kalan sevinçler ve kabuslar artık yaşanmayacak. Yine her türlü şeye gebe bir gün başlıyor. Başlayan her günün bitmek zorunda olduğunu düşünmenin ezikliğiyle, her yeni şeye merhaba ...

 

 


 


Editör:


Elif Bereketli



Katkıda Bulunanlar:


 

Burcu Kader, Eda Günay, Olga Ercüment Söner, Ümit Ethem, Sinem Otlu, Deniz Ada Deniz, Melih Akgul, Begüm Berkman, Büşra Bayram, Mrym Slh, Hülya Ekiz, Melike Atmaca, Egemen Akbaş, Umut Azdal, Burcu Poyraz, Mümin Özcetinbaş, Ayşenur Çelik, Duygu Harmancı, Fatma Koca, Gözde Sanbay, Fehiman Neşe, Melike Koç, Örgerim Meryem, Alpgiray Kelem

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Öykü Yazıları

Anlatmaya devam ediyordu. Gecenin başından beri konuşuyordu. Gözlerimizi açmış dinliyorduk. Dediğini ilginç kılan insanlardandı. O gelmeden önce canımız sıkılmıştı. Birileri aşk acılarından söz etti ama kimsenin aşk acısı ötekinin ilgisini çekmiyordu.

 

Ben bir tane daha alayım. Hepsini nasıl içti anlayamadan, bir tane daha. Sonra bir tane, bir tane daha. Hepsi birden içiyor, birbiriyle yarışır gibi. Herkesin elinde sigara. Önüme bakıyorum. Elimde telefonun kılıfı, yarım saattir çevirip duruyorum. Biraz daha dikkatli olmaya çalışıyorlar, pek rahat değiller.

 

Sizin hiç kendinizi çok komik bulduğunuz oluyor mu? Benim oluyor. Oluyor da bazı herkeslerden utanıyorum. Bazı da birdenbire gülmelere tutuluyorum. Bana komikliğimi yaşatan olayların birbiri peşinden geldiği de oluyor.

 

“Aaa… Camı boyuyor! Yasak değil mi?”

 

Karşı vagonda bir adam cama resim çiziyor. Boyaları çoktan dökülmüş, paslanmış, eski bir tren. Aralık perdelerden görünen vagonların içiyse rengârenk. Bizimkiler gibi bir örnek değil hiçbiri. Usta fırça darbeleriyle bir manzara şekilleniyor camda. Dağlar, bulutlar, bir ağaç, bir tane daha...

Mutlu sonlara bayılırım.


Gerçekten de bir son gerekliyse, mutlu olmasından yana oldum hep... Ne acılar içinde kıvranan bir kadına dayanabildi yüreğim ne de umutsuz bir erkeğin intiharıyla sonuçlanan bir romana.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.