

Yaklaşık bir saattir boş tavana bakıyordu. Ellerini göğsünde birleştirmiş ve ölesiye sıkmıştı, ama farkında bile değildi. Avuç içlerinde biriken terin kokusunu alan sineğin vızıltısını dahi duymadan, ne düşündüğünü bile bilemeden bakıyordu tavana. Yemyeşil gözlerine aşıktı ve şimdi şiddetle onları görmek istiyordu.
Oturduğu yerden kalktı, boş tavana tekrar baktı ve kendini bir anda dışarı attı. Bahçedeki vişne ağacı gözüne takıldı... Çocukken üzerinden düşüp yaraladığı dizi sızladı birden. Yürüdü, yürüdü, yürüdü. Kendine geldiğinde Kazancı Yokuşu’nu çıkıyordu. “Ne işim var benim burada?” diye düşündü. Ayakları onu yine buraya getirmişti. İşte tam da sıcaktan bunaldığı o yaz gününde, onunla ilk karşılaştıkları yerde, geçmiş gözlerinin önünde canlandı. Kendini kaldırıma otururken buldu. Amaçsızca caddeye bakıyor, onu ne kadar da özlediğini düşünüyordu.
Elleri birden terlemişti. Kalbi kafesine sığmıyor, diz kapaklarında tatlı bir yorgunluk hissediyordu. Sahi nedendi bu yorgunluk, öyle uzun yürümesinden mi, yoksa artık geçmişin yükü ona ağır gelmeye mi başlamıştı?
Yeşil gözler, bembeyaz tavan, kırmızı vişneler... Şimdi Roma'da olduğunu mu söylemek istiyordu yoksa? Hiç işi olmazmışcasına sinsice düşüncelerine giriyordu yine... Ne? Sinsice düşüncelerine mi giriyordu? Beyni ona ne saçmalıyordu böyle yine? Hep orada değil miydi zaten? Neden kendini kandırmak için çabalıyordu ki sanki?
Birden gözlerini açtı. Kan ter içinde kalmıştı. "Hay ben böyle rüyanın" diyerek doğruldu yatağında. Kıçı yine açıkta kalmıştı. Mutfağa gidip bir bardak su doldurdu. Herkes rüyasında aksiyon filmi çevirirken o neden Nuri Bilge Ceylan filmi çeviriyordu? Gerçekten sıkıcı bir insandı. Su içmek yetmemişti ayılması için. Yüzünü yıkaması gerekti. Suyu defalarca çarptı yüzüne ama nafile, aynada onun görüntüsü vardı... O yeşil gözler...
Aynadaki görüntüsüne baktı. "Len ibiş kim bakar sana git yat zıbar işte yarın servisi kaçıracaksın" diye kızdı kendine. Yatak odasına döndü. Ama o da neydi? Kerim yine yatağına sızmış yastığının üstüne kıvrılıp uyumuştu. "Heh bir sen eksiktin" deyip kediciğin yanına uzandı. Gece gezintisinden dönen kedi, yatağına küçük bir hediye bırakmıştı yine. Ölü bir fare...
Güldü...
Tuttu fareyi kuyruğundan, götürdü attı. Sonra gidip kanepeye yattı. Döndü sırtını “Buyrun” dedi; “Yazın aşk hikayenizi, ben yeniden uykuya dalıyorum.”
Yalnızdı, kimsecikleri yoktu. Tüm insanlar ondan uzaklaşmışken, birazönce yatağında yatan ölü fareyi düşündü. Terliklerini giydiği gibi dışarı çıktı. Yol kıyısına bırakılmış çöplerin arasında tek arkadaşını arıyordu, onu bulmalıydı.
Yalnızlıklar ordusunda bir asker olduğunu düşündü. Yalnız değildi ve ordudaki diğer dört duvar askerlerini düşünmeye başladı.Onlardan birini bulduğu takdirde...
Birden telefonu çaldı. Ceplerini yokladı. Telefonu eline aldığında inanamadı gözlerine. O arıyordu. Peki ya neden? Açtı
telefonu, lakin sesini çıkartamadı.
-Alo ....
- ................!
-Alo orda mısın?
- ............... ! Dıt dıt dıt....
Geri aramalı mıyım? “Sesini duymaya ihtiyacım var” dedi kendi kendine, kafası karışıktı. Bir anda, “amaaan boşver” diye düşündü “çok önemliyse yine arasın, nasıl olsa bedavası var” demeye kalmadan, bu sefer acaba ödemeli mi arasam diye düşünürken buldu kendini... Kendi içinde çelişiyordu. Bir kahve yaptı kendine.
Sesini duymadan yapamadı ve aradı.
“Aradığınız kişiye ulaşılamıyor” mesajını sonuna dek dinledi. Ardından İngilizcesini de dinledi. "The person you have called can not be reached at the moment. Please try again later" Neden kapalıydı telefonu? Bir şey olmuştu tabii... Bir şeyler oluyordu sürekli. O burada boş tavana bakarken, geçmişi düşünüp kalbi deli gibi çarparken, nefesi kesilir, avuçları terlerken bir şeyler oluyordu. O, dışarıda, yaşamaya devam ediyordu. Yeni insanlarla tanışıyor, dinlemediği şarkılar dinliyor, yeni şeyler öğreniyor, yemek yiyor, çalışıyor, gülüyordu. Peki neden aramıştı? Keşke nefesi boğazından yükselebilseydi de sorabilseydi. Tekrar arayacak mıydı acaba?
Odada bir kaç tur attıktan sonra "aramazsan arama" şarkısını söylemeye başladı, bir yandan da çılgınlar gibi dans ediyordu.
"Ay canım yaaa" dedi o tanıdık ses, o tutup boynuna dolamak istediği güzel ses: "Bizim Anıl'ı arayayım derken, yanlışlıkla seni arayıvermişim. Ben kapatıyorum şimdi. Baaay!"
Telefonu kapattı. Üzerine kamyonlar dolusu çöp yığılmıştı sanki, çöpe atılmış gibi hissetti kendini. Odada yalnızdı, üzüntüsünü kimden sakladığını bilmeden, bozuntuya vermemeye çalıştı hayalkırıklığını. Etrafta kimse yoktu; kendine rezil olmamaya çalışır gibiydi.
Rutubet kokan yorganının beline kadar çekti ve gözlerini tekrar boş tavana dikti.
Katkıda bulunanlar:
Duygu Harmancı, Cengiz Aktı, Ramazan-eda Taşkın, Melike Koç, Duygu
Cetemen, Fatma Koca, Tankut Yıldız, Fehiman Neşe, Bige Melek, Sertan
Yalman, Pandoranın Kutusu, Banu Çetinel, Ozan Eryılmaz, Huriye Yarar, Fatma Bozdemir
Taş, Neriman Kaşık, Örgerim Meryem, Ser Han, Çiğdem Başar
Editör:
Elif Bereketli
Yeni yorum gönder