Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Öykü

Öykü

SIRADAKİ



Toplam oy: 699

Bayıldı! Bayıldı! Adın bayıldı. Ulan kim bayıldı? Niye bayıldı? Tam da mesainin bitmesine yakın, sıçtırma... Başımı masadan kaldırıp gözümü açtım, kendimi kıç kadar kabinin içinde gördüm. Dalmışım. Facit marka hesap makinelerinin sesleri arasında böğürürcesine bağıran adamı görüyorum camdaki delikten. Sihirli küre büyüklüğündeki delikten bakıyorum. O da bakıyor. Hinlik var bakışlarında, sezebiliyorum. Binlercesini bilirim, işleri görülene kadar kuzu gibidirler. Ya sonra? Aramızda iki üç adım var. Belli uyuduğumu görmüş olmalı ki korkudan camın önüne yanaşmamış. Korkmalı, bugün değilse yarın, yarın değilse en geç bir ay içinde mutlaka işi yine düşer.

    “Ne bağırıyorsun, kıçına acı biber kaçmış gibi?”
    “Kolonya, şey kolonya var mı, sıranın en önünde kadın bayıldı da.”
    “Ayıltma servisi miyiz?”
    “Haklısınız da, bayıldı işte.”
    “Bana mı sordu?”
    Bilirim o bakışı ben. Küfür dolu.
    “Anamı mı, dedin?”
    “Bir şey demedim.”
    “Yo, demişsindir. Giyim kuşamına bakılırsa adam sayılan cinstensin. Sonra tıraşın da oldukça iyi.” Başımı kaşıyıp adama veriştirmeye devam ediyorum.
    “Başımızı kaşıyacak vaktimiz yok bizim, böyle şeylerle meşgul etmeyin bizi. Kendi aranızda halledin canım. Sıradaki.”

İnatçı da. Bir daha sesleniyorum, sıradaki. Sesim küçücük kabinin içinde yankılanıyor. Bizim daireye benzer bir ikincisinin olduğunu sanmam. Hem çok büyük, hem de tertip düzen açısından ilginç. Çalışma kabinleriyle dikkati çekiyor. Bir metreye bir metre genişliğinde ve bir metre on beş santim yüksekliğinde sunta kabinin üstüne yine bir metreye bir metre ve altmış beş santim yüksekliğinde cam bir kabin geçirilmişti. Kabinlerin camlarına yuvarlak delikler açılmıştı. Dairede işi olanlar bu deliklerden evrakları memurlara uzatırdı. Aralarında yan yana yarımşar metre boşluk bırakmış, arka arkaysa boşluk bırakılmadan konmuş on iki adet kabinden oluşan, toplam altı uzun sıra vardı. Allahtan kabinlerin üstü açıktı. Koca salonda yetmiş iki memurduk. Birbirimizi buzlu camların arkasında saklı gölgeler gibi görebiliyorduk ancak. Sıkıcı. Yellensen adam gibi yellenemezsin. Esnesen kollarını iki yana açamazsın. Sıkışıp kalıyor insan. Ruhen de. Hayaller kurmayı unutuyor evvela, ardından insanlığını. 

Sabah sekizden akşam beşe, hiç saymadım, kaç kere ‘sıradaki’ dediğimizi. Yemek molalarını çıkarırsak geriye kocaman sekiz saatlik çalışma dilimi kalıyor. On dakikada bir, bir kez ‘sıradaki’ desek saatte altı, günün sonundaysa kırk sekiz kere eder. Dile dolanan bir nakarat gibi. İnsanı çileden çıkarıyor, en güzel düşlerde bile hiç beklenmedik biçimde, birden duyuruyor kendini. Facit marka hesap makinelerinin tuşlarının tempo tuttuğu, sıradaki, yan masa, şu çaprazdaki memur, kaç kere diyeceğim senin işine bir üst katta bakılıyor lafları gibi daha niceleri bir korku müziği gibi beynimin içine doluşuyor. Utanmasam ağlayacağım. İki damlanın, bıraksam gözümden kaçacağını biliyorum. Karım gözümün önüne geliyor, Şöyle adam gibi yapamadık şu işi aylardır, diyor ateşli ateşli. Korkuyorum, kadın milletine güven olmaz, tak diye geçirir boynuzu. Son zamanlarda onu heyecanlandırmak için güzel sözler diyeyim diye işi iyice berbat ediyorum. Kadını tam tava getiriyorum, birden dökülüyor ağzımdan, senin işine bir üst katta bakıyorlar hanım, sıradaki.

Saatime bakıyorum. Son on beş dakika. Son kez, sıradaki diyeceğim. Sadık Ağabey solundaki delikten duvardaki saati kolluyor. Alışkanlık. Kolundaki saatten çok duvardakine bakar. Böylece bir yanlışlık olsa (vaktinden önce kafesinden çıksa) sorumlusu vergi dairesinin saati olacak.

Tavana bakıyorum, iki insan boyu tavanda asılı sıralı lambaların sönmesinden evvel çalacak zili bekliyorum. Birden beliriyor önümde, tek farkı, paltosunu giyinmiş. Yine aynı bakışlar.

    “Alacağın olsun, dedin, duydum seni.”
    “Bir şey demedim. Uyandı.”
    “Kim uyandı?”
    “Az evvel siz göremediniz, bir kadın arka tarafta, sıranın başında bayılmıştı da, o uyandı.”
    “Bana ne. Hadi kardeşim, işin bittiyse.”

Adamı çileden çıkarıyorlar. Gitmiyor. Neden sonra kolonya yok dediğimde ilerliyor. Yüzünü o anda anımsıyorum. Bu bizim yeni tayin edilen memur.

Belki bu akşam kim bilir, Handan’la o işi de tamamlarız.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Öykü Yazıları

Anlatmaya devam ediyordu. Gecenin başından beri konuşuyordu. Gözlerimizi açmış dinliyorduk. Dediğini ilginç kılan insanlardandı. O gelmeden önce canımız sıkılmıştı. Birileri aşk acılarından söz etti ama kimsenin aşk acısı ötekinin ilgisini çekmiyordu.

 

Ben bir tane daha alayım. Hepsini nasıl içti anlayamadan, bir tane daha. Sonra bir tane, bir tane daha. Hepsi birden içiyor, birbiriyle yarışır gibi. Herkesin elinde sigara. Önüme bakıyorum. Elimde telefonun kılıfı, yarım saattir çevirip duruyorum. Biraz daha dikkatli olmaya çalışıyorlar, pek rahat değiller.

 

Sizin hiç kendinizi çok komik bulduğunuz oluyor mu? Benim oluyor. Oluyor da bazı herkeslerden utanıyorum. Bazı da birdenbire gülmelere tutuluyorum. Bana komikliğimi yaşatan olayların birbiri peşinden geldiği de oluyor.

 

“Aaa… Camı boyuyor! Yasak değil mi?”

 

Karşı vagonda bir adam cama resim çiziyor. Boyaları çoktan dökülmüş, paslanmış, eski bir tren. Aralık perdelerden görünen vagonların içiyse rengârenk. Bizimkiler gibi bir örnek değil hiçbiri. Usta fırça darbeleriyle bir manzara şekilleniyor camda. Dağlar, bulutlar, bir ağaç, bir tane daha...

Mutlu sonlara bayılırım.


Gerçekten de bir son gerekliyse, mutlu olmasından yana oldum hep... Ne acılar içinde kıvranan bir kadına dayanabildi yüreğim ne de umutsuz bir erkeğin intiharıyla sonuçlanan bir romana.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.