Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Üşüyen Eller Divanı




Toplam oy: 272
Said Yavuz’un üçüncü kitabı Üşüyen Eller Divanı Muhit Kitap’ın şiir kitaplığından okura sunuldu. Kitapta 24 şiir bulunuyor, buna dervişin bir günü diyebiliriz. Sıkıntısı olan birinin, isyan etmeden, kırmadan ve kızmadan; insan olma vasfını koruyarak ruhundaki yarayı paylaşmasına şahitlik ediyoruz. Yunus Emre’nin, Şeyh Galip’in, Yahya Kemal’in izinde, kendi çağından da kopmadan, belli bir hassasiyet ve titizlikle şiirler yazıyor.

Günümüz Türk şiirinin derviş kalem şairlerinden Said Yavuz’un üçüncü kitabı Üşüyen Eller Divanı Muhit Kitap’ın şiir kitaplığından okura sunuldu. Kitapta 24 şiir bulunuyor, buna dervişin bir günü diyebiliriz. Sıkıntısı olan birinin, isyan etmeden, kırmadan ve kızmadan; insan olma vasfını koruyarak ruhundaki yarayı paylaşmasına şahitlik ediyoruz.

Buz kesmiş dünya
Münacat olarak yazılmış Yeniden Başlayanlar İçin Bir Sabah şiiriyle açılıyor sayfalar. Hadis-i şerifte “Biriniz Allah’tan dilekte bulunduğunda bolca istesin; çünkü Rabbinden istemektedir” diye buyurulmuştur. Belki de bu yüzdendir ki ilk dize “İlahi, tattır bana istemenin lezzetini” (sayfa 9) sözüyle başlıyor. Teslimiyetin ne demek olduğunu da şu güzel dizelerle öğreniyoruz: “Vermeni bileyim yeter, diyeyim ki / Görmedim verdiğini ellerinin güzelliğinden” (sayfa 9).
Şair, inandığı gerçekleri modern şiirle birleştirerek okuyucuya sunuyor. Farklı olmak istemiyor; çünkü bağlı olduğu değerlerden güç alarak iyi ve güzel eserler ortaya koymanın derdinde. Yunus Emre’nin, Şeyh Galip’in, Yahya Kemal’in izinde, kendi çağından da kopmadan, belli bir hassasiyet ve titizlikle şiirler yazıyor. Said Yavuz’u kalp şairi olarak tanımlayabiliriz. Aklından geçenleri, kalbinde süzüp dizelere işliyor, belki bundandır ki her şiirinde kalp kelimesine rastlıyoruz. Buz kesmiş dünyanın, soğuk insanları arasında yaşamanın zorluğunu “Eriyor kardan adam çünkü yanıyor kalbi” (sayfa 59) diyerek anlatıyor. Bazı şiirler şairin geçmişte yazdığı şiirlerini çağrıştırıyor; Nefeste Açan Yaralar şiirini okuyan birisi Yavuz’un ilk kitabı Yüzümün Çocukluğu’nda yer alan dokunaklı Ateş Beyi şiirini hatırlayabilir.
Said Yavuz ilk şiirlerinden itibaren ülkesinin yıllar içindeki ruhsal dönüşümünden parçalar sunuyor. Tarihi süreçteki dönüşümden olumsuz etkilenen toplumun hallerini kırıp dökmeden hatırlatıyor, bunu şiirin estetiğini bozmadan başarıyor: “Bir kitabeyi kazıdılar çocukların alınlarından / Tuğraları kamalarla ağlattılar” (sayfa 16). “Yazısını okuyamadığımız o mezar taşından / Bir tellal çıkıp bağıracak / Ey ölülerden çabuk toprağa karışanlar / Uyuyoruz zannettiniz, oysa gözlerinizi aldılar sizden” (sayfa 36). Her mekânın tıpkı insanlar gibi kendisine ait bir ruhu vardır; ruhu çekilen ne olursa olsun artık ölüdür. Yavuz, şiirlerinde mekânları tasvir ederken geçmiş zaman ve şimdiki zaman arasında bir köprü kuruyor. Bir mekânı ona ait olan ruh ile anlatırken, bir dizesiyle günümüze dönüyor ve her şeyin değiştiği gerçeği ile okuyucuyu karşı karşıya bırakıyor: “Yavaş yavaş aydınlanıyor dergâh / Tespih taneleri, nefesler, elif cüzleri / Kör bekçi süpürüyor bahçeyi ya Allah / Süpürüyor öyle müze giriş biletlerini” (sayfa 14).
Her şiir bir hikâye
Said Yavuz’un her şiiri ayrıca bir hikâyedir. Şairin gözlemlediği veya irdelediği olayları satırlarında okuyoruz. Kimi zaman bir halifenin sürgün sabahını “Hepimizin kalbi ağlıyor bir sürgün sabahında Halife gibiyiz” (sayfa 18), kimi zaman Bursevi’nin sözünü “Bursevi’de okudum herkes ekiyor ağacını gitmeden” (sayfa 21), kimi zaman da elif cüzleriyle koşan çocukları “Elif cüzleriyle koşan çocukların düşürdüğü yaka rozetleri” (sayfa 68) dizelerinde buluyoruz. Şiir kelimesi kitap boyunca sıklıkla karşımıza çıkıyor. Bu durum şairin, poetikası hakkında ipuçları veriyor; belki de hayatını şiirden ayrı düşünmediği için şiirlerinde bu izlere rastlıyoruz. Yaşamından, sevdiği insanlardan, parçaların yer aldığı Şimdi Bu Saatlerde 1 ve 2 şiirlerinde birçok dostunu selamlarken, tarihe de bir not düşmeyi ihmal etmiyor.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.