Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

600, 72 ve 137



Toplam oy: 1102
Chuck Palahniuk
Ayrıntı Yayınları
‘yüzümüze bir tokat gibi inen’ ne kelime, yüzümüze tüküren bir kitap!

herhangi bir şeyin yasak olmasının en kötü yanı, ona ulaşmanızın değil onun üzerine düşünmenizin engellenmesi. yasak, yasakladığının sorgulanması konusunda bir tabu üretiyor hızla. porno yasakken, ona karşı çıkanlar yasakçının tarafına savruluyor.

 

yasak, cinselliğe yönelik bir malzeme, bir bakış açısı ve bir sektör olarak pornonun sorgulanmasını da engelliyor. ulaşamadığınız, söz edemediğiniz bir şeyi nasıl sorgularsınız?

 

chuck palahniuk’un ölüm pornosu adlı kitabının kaderi de böyle oldu. kitabı okumadan sahiplenen epey pornografi taraftarı var. okusalar ne hissederler bilmem. çünkü edebiyat tarihinin en porno karşıtı metinlerinden biriyle karşı karşıyayız.



palahniuk’un adı, kendi hayatından ilham alan ve pek çok hayata ilham veren dövüş kulübü adlı romanı ve bu romandan uyarlanan filmle tanınıyor en çok. okuduğum doğruysa bu filmi temel alan bir video oyunu da varmış ki bu dövüş kulübü’nün ne kadar farklı okumalarının olabileceğiyle ilgili bir fikir veriyor bize. palahniuk, bu yanıyla, birçok kitabı pekala macera romanı olarak da tüketilebilecek ama çok daha derinlikli okumalara da imkân veren beat kuşağı’na benziyor.



bilirsiniz, bu tür edebiyat risklidir. her şeyden önce, hayatın, sık sık başımıza gelmeyen, dehşet, korku, kendinden geçme gibi güçlü hallerin egemen olduğu anlarını ele alır. ve okurunun o hikâyenin farklı taraflarında durmasına izin verir. örneğin, bir cinayeti okurken ister maktulle ister katille, ama mutlaka biriyle özdeşleşirsiniz. o yüzden örneğin dövüş kulübü’nü okuyup “alayına…” diye söze başlayanlar arasında öfkesi düzeni güçlendirenler de var, yıkma potansiyeli taşıyanlar da.



ölüm pornosu, palahniuk’un son dönem eserlerinden. 2008 yılında ilk kez yayınlanmış, basımın mayıs ayında, anneler günü’ne yakın bir tarihte gerçekleşmiş olması tesadüf değil, roman başka şeylerin yanında, anne-çocuk ilişkisini de ele alıyor. ama cici, süt kokulu bir durum gelmesin aklınıza. 



ölüm pornosu, 10 saat boyunca 70 erkekle 251 birleşme gerçekleştirerek bir rekora imza atan annabel chong’un hikâyesinden ilham almış.



bu kadar porno karşıtı bir metnin pornografik olduğu gerekçesiyle yasaklanması kaderin garip bir cilvesi değil.
cinsellik içeren, tahrik edici olabilen hatta sadece cinselliği anlatan herhangi bir metin veya görüntü pornografi değil. sadece tahrik etmeyi hedefleyen porno, düzenimizin vazgeçilmez bir parçası olarak evlilik ve fuhuşun yanı başında yerini alıyor. var oluşu ve cazibesi, öznesini yani cinselliği çevreleyen sınırlardan kaynaklanıyor. kadınların –ya da psikiyatrinin diliyle konuşursak pasifin- cinselliğinin, erkeklerin –ya da aktifin– arzularına hizmet etmek üzere oluşturulması ancak o sınırlar içinde mümkün olabiliyor.



cinsellikle ilgili sınırlar ya da tabular denildiğinde akla eşcinsellik, ensest, sadizm-mazoşizm gelse de çirkin ya da yaşlı (cazip mature fantezisinden söz etmiyorum), yani arzulanır olmayan kadın, cinsellikle ilgili bütün sınırları belirleyen tabu, bir tür ‘abject’. ve pornonun çiğnemediği bir tabu bu. çünkü bu sektörün ‘özgürlüğünü’ müşterisinin talepleri belirliyor.  

 

pornoyu çekici, mümkün ve gerekli kılan, cinsellikle ilgili sınırlamalar. eğer cinsellik bedenimizin ve toplumsallığımızın örneğin yemek yemek kadar basit bir işlevi olsaydı cinsellikle ilgili pornografi yemekle ilgili olan kadar olurdu.



niceliği bir kenara koyup niteliğe bakarsak arada birçok benzerlik bulabiliriz. kıymalı patates veya kuru fasulye sevebilirsiniz. ama bunları yiyen birinden ziyade, dondurma yalayan, patates kızartması ya da tavuk budu kemiren birinin karşısında iştahınız kabarır. çünkü bir yiyeceğin imgesinin cazibesiyle lezzeti arasında doğrudan bir ilişki yok.

 

aynı şey cinsellik için de geçerli. tahrik edici görüntü, tahrik olunan andan bütünüyle farklı. eğer cinselliğimiz, bilinçdışımıza tıkıştırılmış imgelerle dolu olmasa, görmekten hoşlandığımız şeylerle yapmaktan hoşlandığımız şeyler arasında bu kadar geniş bir açı olur muydu?



pornografi, sadece var olan örneklerin içeriğiyle değil, bu açıyı yarattığı için de sorunlu. bilinç ‘bilinçlenme’ yani bilgi ve farklı fikirlerle tanışarak değişir. ama bilinçdışını biçimlendiren kaynaklar masallardan reklamlara, televizyon yarışmalarından pornografiye çok geniş bir skalada uzanıyor ve bunlara zaman zaman irademiz dışında maruz kalıyoruz. bilincimize mahcubiyet veren şeyleri izlemeyi pekala tahrik edici bulabiliriz. dolayısıyla, pornografinin hepimiz için çekici olması hepimizin cinselliği için çarpıtıcı olması gerçeğini değiştirmez.

 

 

bok gibi bir hayatın bağırsakları


dikkat ederseniz bu noktaya kadar pornografiye hep ‘tüketici’ açısından baktık. ölüm pornosu ise, ‘üretim sürecini’ ele alıyor. pornografi, fotoğraf ya da sinema sanatının değil fuhuşun kardeşi olan koskoca bir sektör. nasıl ki aile kadınlarının –yani ailede hizmet verecek kadınların– iffeti korunurken erkeklerin hiçbir hizmetten mahrum kalmamaları için fuhuşa ihtiyacımız varsa, ama muhabbet tellallarına aşağılanma, fahişelere ise hem aşağılanma, hem de tehlikeli bir hayatı lâyık görüyorsak porno sektöründe çalışanlar da hayatın bağırsaklarında gezinmeye uygun görünüyor. bok gibi bir hayatın bağırsakları olmasına şaşıranımız yok herhalde. (kitabın çevirmeni funda uncu’nun “bana fahişe muamelesi yaptılar” dediğini hatırladınız değil mi?)



güzel deneyimler için orgazm, estetik bedensel faaliyetler -örneğin dans- için sevişme analojisine sık sık başvurulsa da aslında cinsellikle ilgili yazılanların, kullanılan terminolojiyle  bile –güç, skor, performans– en çok spora benzediği çok açık. nitekim, bu yazının başlığında geçen rakamlar da ölüm pornosu’nun kahramanlarından.



evet, herhangi bir filmin çekilme süreci filmde anlatılanlardan farklı ve bağımsız. bir yakınını kaybettiği için rol icabı ağlayan oyuncu en fazla bir simülasyon yaşıyor. fakat porno çekerken gereksinim duyulan ereksiyonun simülasyon olması mümkün değil.



palahniuk okuruna, sosyoloji ve tarihin burun kıvırdığı pek çok verinin yanı sıra pornonun groteskliğini ve cinsel fantezilerimizin kahramanlarının gerçek kimliğini sunuyor: viagra ile ereksiyon, bronzlaştırıcı ile ten rengi sağlayan erkekler. ağzındaki sperm tadını portakal suyu ile temizleyen, ameliyat olur gibi becerilen kadınlar…



palahniuk, okurunun kahramanlarla özdeşleşmesini değil, tam aksine onlardan en azından duygusal anlamda kopmasını hedeflemiş ve hedefine de ulaşmış. ‘yüzümüze bir tokat gibi inen’ ne kelime, yüzümüze tüküren bir kitap!

Yorumlar

Yorum Gönder


Bende yazarın "Gösteri Peygamberi" adlı eserini okudum yakın zamanda,ülkemizin alışık olmadığı bir edebiyat tarzı;yeraltı edebiyatı fakat modern dünyanın bize dayattıklarına karşı tepki veren bir yazar Chuck Palahniuk,diğer kitaplarını da yakın zamanda okumayı düşünüyorum. Özellikle üniversite öğrencisi arkadaşlarıma tavsiye ediyorum...

47%
53%

Chuck Palahniuk'un her kitabını okuduğum gibi bu kitabını da hemen okudum ve ardından sevgili Funda Uncu'nun bu kitabı çevirdiği için soruşturma altına alındığını duydum. Yazınızı gerçekten çok yerinde buldum. Teşekkürlerimi iletiyorum.

46%
54%

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.