kadınlık mı annelik mi’yi kaleme almış olan fransız feminist elisabeth badinter birçok kitabın yazarı, annelik meselesini daha önce de ele almış. büyük bir reklam şirketinin –babasından miras kalan- ortaklığına sahip, ülkesinin en zengin kadınlarından biri, güzel, yaşından genç gösteriyor, üç çocuğunun babası adalet bakanlığı da yapmış ünlü bir avukat. çağımızda kadınların istemesi uygun görülen her şeye sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz.
kitabını okuduktan kısa bir süre sonra onunla sohbet etme ve aklıma takılanları sorma imkânı buldum.
kadınlık mı annelik mi cesur bir deneme, ancak evrensel bir gerçeklik üzerine kurulu olduğunu söylemek mümkün değil. afrika’da ya da şam’ın yoksul mahallelerinden birinde veya manchester’ın emekçi banliyölerinde anne olduysanız bu kitap sizi anlatmıyor. öte yandan badinter fransız kadınların şu anda avrupa’nın en yüksek doğurganlık oranına sahip olmasını, annelikle ilgili deneyim ve geleneklerine bağlıyor ve bunları neredeyse eleştirmeden bir öneri haline getiriyor. çocukların süt anneye teslim edildiği ve kadınlığın annelikten önce geldiği bir gelenek bu. “kadınlık ne” derseniz, ben aşkın nesnesi olmak derim.
“her nesil annesiyle bir hesaplaşma yaşar”
badinter “30 yıl öncesine göre daha az çocuk yapıyoruz. çocuk nadir ve değerli bir obje haline geldi. psikanaliz onun saygı duyulması, üzerine titrenilmesi gereken bir birey olduğunu öğretti. çocuklar baş yapıtımız olarak görülmeye başlandı” diyor ve eskiden beş çocuğa verilen bakımın, bugün iki çocuğa sunulduğunu hatırlatıp bir de şunları ekliyor: “70’lerde başlattığımız kadın hareketi erkeği çocuğun bakımına dahil etmeyi öngörüyordu ama kırıldı. üstelik de ardında anneleri feminist olan bir kuşak bıraktı. her nesil annesiyle bir hesaplaşma yaşar. bu kızlar ‘biz sizin gibi yapmayacağız, çocuklarımızla daha fazla zaman geçireceğiz’ diyordu. ekonomik kriz abd’de ve avrupa’da etkili oldu. genç kadınlar iki vardiyalı çalışma, bol stres ve erkeklerden az maaş karşısında acaba evde kalıp çocuğumu bir başyapıt olarak yetiştirmem kendimi gerçekleştirmem açısından daha mı iyi olur diye düşünmeye başladı.” kendilerini ücretli iş sahibi eden ama erkekleri bulaşığa ikna etmeyen devrimin sovyet kadınlarına da benzer şeyler hissettirdiğini hatırlıyorum.
badinter’ın kendi kızı bir feminist. üç çocuğu nasıl büyüttüğünü sordum. “şanslıydım, iyi bir yardımcım vardı, öğretmendim, çalışma programımı ayarlayabiliyordum” dedi ve şunu söyledi: “fakat yıllar sonra çocuklarımın ‘aman annem de ne zaman gelsek evdeydi’ diye şikayet ettiklerini gördüm.”
badinter’ın ekoloji eleştirisinden yola çıkıp söylediklerini ise hem önemli hem tartışmalı buldum. son yılların ürünü olan “biyolojik saat” “hormonların çağrısı” vb’nin geyik olduğunun farkındayım ama badinter, emzirmenin bebeği beslemenin en iyi yöntemi olduğuna ilişkin “bilimsel” gerçeklerin de ideolojik ortamın ürünü olduğu fikrinde. bilimin ideolojiden azade olmadığı konusunda onunla hemfikir olsam da “emzirmek bağışıklığı güçlendiriyormuş” dedim, provokatif bir cevap verdi: “anneninkini mi?” “ama anne sütü bedava” dedim “oradan tasarruf edeceğine ücretli bir işte çalış” dedi. doğru ama çocuklara sadece kadınlar bakmasa, bebeğin yanında geçirdikleri süre emzirmeyle sınırlı olsa ve bu dönem hayatlarını bu kadar etkilemese? biraz da babalık yapılsa…
aklımda bu düşüncelerle, “erkekleri de işin içine katacak, dünyayı kadınlar açısından kökten değiştirecek devrimci bir dönüşüm mümkün olmaz mı?” diye sordum. “şu an zamanı değil, şimdilik bu krizi atlatalım” dedi. yani dönemsel bir strateji… e, bir düşünelim o zaman.
Yeni yorum gönder