Edebiyatı veya edebiyat tarihinde yer etmiş ürünleri yemekle; yazarlarını da aşçılıkla eşleştirmek, nereden bakarsanız bakın ilginç bir yaklaşım. Mark Crick'in Kafka'nın Çorbası adlı çalışması, yemek tarifleri üzerinden (yemeği yer yer metafor olarak kullanarak) farklı bir yola sapıyor.
Edebiyatı yemekle yan yana getirmenin bazılarına çekici gelen bir yanı bulunabilir. Kimileri de hemen “tüketim kültürü”ne dayandırabilir işi. Ama olaya şöyle bakalım: İlginç tarif, uygun pişirme ve doğru yazar (ya da aşçı mı desek) buluştuğunda ortaya tadından yenmez şeyler çıkmaz mı? Kafka'nın Çorbası, konuya işte buradan yaklaşıyor.
Dünya edebiyatının kalbur üstü isimlerini mutfağa sokma fikri pek denenmiş bir şey değil gerçekten. Mark Crick ayrıksı bir yola girmeyi aklına koymuş ve bunu başarmış da. Ünlü yazarların biçemlerini ve bazen de sözleri ile yöntemlerini aslına yakın biçimde gözümüze sokuyor Crick. Mutfaktan gelen kokular her ne kadar kopya olsa da, gerçekte bu yazarlar ocağın başına geçse ne pişireceğini zihninde canlandırarak (onlara en uygun tarifleri bularak) kâğıda dökmüş. Bazen tatlı, bazen acı ve kimi zaman da buruk bir tat duyumsuyoruz.
Kafka “Miso Çorbası”nı pişirirken, Irwine Welsh “Çikolatalı Keki” fırına veriyor. Kek pişerken, Crick, Welsh'i konuşturuyor: “Evrenin merkezinde olduğumuzu sanıyoruz ama değiliz. Hem zaten evren dediğin nedir ki? Yalnızca bitip tükenmeden dolanıp durduğumuz sonsuz bir kavşak ve yapabileceğimiz hiçbir şey de yok. Ölmek için yaşıyoruz. İşte bu kadar.”
Satırlar arasında yol aldıkça mide krampları yaşamak olası. Çünkü her başlangıç yepyeni ve birbirinden hayli farklı tatları barındırıyor. Crick'in işi de kolay değil. Ne de olsa pek çok yazarın zihni ve kimliğine girip çıkıyor. Dolayısıyla yemekler de marşandiz gibi açık büfede sıralanıyor.
Tabii bunlar içinde belki de en manidar olanı Sade'ın pişirdiği “İçi Doldurulmuş Kemiksiz Piliç.” Virginia Woolf'un vişnelerle uğraşması da, en az Sade'ın piliçleri ateşe vermesi kadar manidar.
Yazı masasından mutfağa, oradan da yemek masasına yollanan edebiyatçıların aşçılıkları yazarlıkları kadar başarılı mıydı orası bilinmez ama Crick'in kurgusuna göre mutfakta da bir hayli iyi görünüyor bu isimler.
Jorge Luis Borges'in “Dieppe Dilbalığı”, Graham Greene'in “Vietnam Tavuğu” tarifi ve bunlara eklenen hikâyeler, hem Crick'in kurgusunun hem de bu kurgu içinde yazarların aşçılığının başarısını gösteriyor.
Kim ne tarif ederse etsin, ardından ne pişirirse pişirsin, bu sonsuz sofrada yine en özgün ve en lezzetli yemekler kalacak. Crick'in seçimleri de bunun kanıtı gibi.
Mark Crick, Kafka'nın Çorbası'nda kendisi için önem taşıyan edebiyatçıları seçmiş, bu belli. Sonunda okur da aynısını yapabilir ve kendine şunu sorabilir: Benim yazarların kim ve acaba onlar mutfağa girse ne pişirir?
Nasılsa edebiyat da mutfağı da geniş; düşün düşün, pişir pişir bitmez...
Yeni yorum gönder