Ben bir klasik müzik konseri sahnesinin bir rock festivali sahnesinden farklı düzenlenmeyeceği günleri tasavvur ederek yazıyorum; ışıkların, barkovizyonun desteklediği bir atmosfer. Çünkü uzaya gitme çabasının da aslında derinlerden su yüzüne çıkma uğraşı olduğunu biliyorum; havanın da başka bir deniz olduğunu görmüş bulunuyorum epeydir. Havanın dışına çıkarsak nefes alabileceğiz. Nefesimiz anlam kazanacak, şuuru açılacak. Boşluk diye korktuğumuz şey, teslim alırken teslim olduğumuzu görmekten, o an hissettiklerimizden ne kadar ötede ki?!
Yahut yanılgılarımızın temel doğruları temsil etmediğini, bütün bir tarihin dayatmalarının algı yanılmalarına, algı kaymalarına yol açmadığını kim iddia edebilir: Acımanın dönüştüğü ilgide baş gösteren şefkat ve sahiplenme, hakları koruma yahut bir durumu, bir var oluş biçimini kurtarma timi kurma telaşı bazen üstünkörü olabiliyor. Üstünü kör gözlerle gören alttaki yapıyı hangi duyu organlarıyla biçimlendirecektir?
Yazarlar kendilerini bazen komple sporcu sanabiliyor açıkçası: örneğin iyi futbol oynuyorsam iyi de yüzerim, hatta eskrimde de başarılıyımdır, halter ve buz hokeyinde de madalyalarım var gibi. Bu özgüvenle her alanda kalem oynatmak ya da klavye tıklatmak, hoşgörünün neden olduğu travmaları daha zor patolojilere sürüklemiyor mu? Hele meseleniz kapalı, muhafazakâr, önyargılı, infazı seven bir toplumun yargıladığı bir mecrada aşk ise, siz bu mecranın sadece seyircisi iseniz ve bugüne kadar bu mecrada olup bitene tepki / destek vermemişseniz, ne diye birdenbire merakınız bu yöne kayar?!
Eşcinsellik bir aile sırrı, bir kültür sırrıdır Ortadoğu’da. Deşifresi linç ve öfke doğurur; çünkü seksi bir saldırı biçimi, bir otorite dili gibi kullanan erkekleri yüzünden iletişim çoktan kopmuştur. İran’la bu topraklar arasındaki fark, eşcinsellerin halka teşhir için meydanlarda asıldığı vinç kadardır sadece. Bu topraklarda travestiler, transseksüeller öldürüldü mü insanlar bayram yapar. Ve siz yazdığınız romanda bir eşcinseli yükselme hırsı içinde, dini imanı para ve şöhret olan, marka meraklısı, âşık da olsa başkalarıyla yatarak bedensel hazlarına tutsak düşen bir kurban, tasarladığı edebi metinde kendi hayatını ortaya koyarak diğerlerini de yakan biri diye gösterirseniz ve kurtuluşu intiharsa, cinayetse, eşcinsellikle tanışması illaki çocukken tecavüze uğraması ise, durum vahimdir. Şüphesiz, her cinste olduğu gibi eşcinsellerin arasında da böyle düşünenler, böyle bir hayattan gelenler vardır; ancak, siz eşcinselliği romanınızın odağı yapıyorsanız, romanınızın ana kahramanı erkek o güne dek bu tür bir yönelimi yokken birdenbire bir gay’e tutuluyorsa, siz bir eşcinseli değil bir “ibne”yi anlatıyorsunuzdur içten içe. Aile yıkan, ahlaki değerleri altüst eden bir felaketin ateşleme fitili! Size bu hakkı kimse vermediği halde ‘severim de, döverim de’ edasıyla, eşcinsel dünyasını ‘bir arka balkonu kapatmak’ yahut ‘gay club’a takılmak’la sınırlandırmak, araya biraz Doğu’da queer sıkıntısı, töre, din baskısı ve İslami siyasi yapı katarak kitabı ‘memleketleştirmek’ bu telaş içersinde ‘ofis ile büro’yu, restoran ile lokanta’yı’ aynı ya da yakın cümlelerde kullanmak, böylelikle popüler kültüre, çok satanlara hizmet etmek sıkıntılıdır.
Ayşe Kulin, Gizli Anların Yolcusu adlı romanında heteroseksüellerin trajik olaylar ve cinsellik çıkmazları içinde bocalayışlarına uzanıyor; akıcı ve yormayan dilini zaten heteroseksüellerin sıradanlığına bağlamak mümkün. Pantolonlarının önünü çözen erkeklerden, eteğini sıyıran kadınlardan ibaret olmayan hayatın içine aniden giren bir eşcinsel, parfümler-çin yemekleri- olana bitene yabancı-çıkılan yolculuklarda duyarsız-köpük banyoları yapan bir süs bebeği güzelliğiyle herkesin evrenini altüst ediyor. Bir dizi film senaryosu tadında, psikolojik derinliği es geçilmiş bir roman. Karakterler havada uçuşuyor: Neden ‘o’ oldukları yok. Bir tek eşcinselin geçmişi hakkında bilgi sahibiyiz; tacizlerden ibaret bir ‘zavallı çocuk’ konumu. Eşcinselliğin eğilim mi, yönelim mi yoksa fizyolojik mi olduğu bir kenara bırakılıp ruhsal çöküntülerin sonucu diye belgelenmesi bir yana ülkede gördüğü eziyet, aşağılanma görmezden gelinmiş. Çünkü amaç heteroseksüel ana kahramanın yıkılış hikâyesine bir darbe de oradan vurmak.
Ayşe Kulin, sahaya yanlış takım sürmüş: Yapay mutluluklarını idame ettirmeye çalışan ebeveyn, iş yerinden bir yasak aşk, ortalıklarda dolaşan kariyer sahibi kadınlar, yurtdışında okuyan bir kız evlat. Bu takım eşcinselliği nasıl anlatabilir: Batı'da okuyan kız punk kültüründen beslendiği halde eşcinsellik karşısında yıkılıyor; ben en çok bu kısımda güldüm. Sayın Kulin’in konuya ne kadar hakim olduğu bir tek buradan bile belli.
Biyografik romanları öncesi yaptığı çalışma bu kere gay club adı öğrenmekle sınırlı kalmışa benziyor. Üstelik o barın adını da birebir vererek bir bakıma ‘ihbar’da bulunması imalı.
Ben kendisine yardımcı olayım; izlemediyse Party Monster ( Yönetmen: Fenton Bailey, Randy Barbato ), Brooklyn’e Son Çıkış ( Yönetmen: Uli Edel ) / okumadıysa Yırtıcı Geceler ( Cyril Collard ), Adınla Çağır Beni ( Andre Aciman ), Dorian Gray’in Portresi ( Oscar Wilde ), Corydon ( Andre Gide ); bunların faydası olacaktır. Tabii, Foucault’nun Cinselliğin Tarihi’nin de baştan aşağı, satır satır didik didik okunması iyi olur. Ama asıl film, Sean Matias’ın 1997’de Martin Shaw’ın ünlü tiyatro oyunundan uyarladığı ‘Bent’. Nazi Almanya’sında toplama kampına düşen iki eşcinsel erkeğin dostluğunu, yakınlaşmasını ve şartlar yüzünden platonizmden ötesine geçemeyen aşkı anlatılıyor. Karakterlerden biri (Max) eşcinsel olduğu bilinmediğinden dolayı pembe üçgenli gömleği giymek yerine sadece Musevi işareti taşıyan bir gömlek giymeyi tercih ediyor. Eşcinselliği gururla taşıyan ve o durumda eşcinseller dışında başka bir gruba dahil olmanın pek bir avantajı olmayacağını fark eden Horst ise asla gururundan ödün vermiyor. ‘Gerçekten söyleyecek bir şeyi olan, eşcinsel onur üzerine semboller ve kafa yormayı gerektirecek diyaloglar içeren bu film izlenmesi gereken klasikler arasında. Ancak filmin amacı izleyicileri ağlatmak değil, eşcinsellerin Nazi Almanya’sındaki durumunu gözler önüne sermek ve Nazi toplama kamplarındaki zulmün her tür azınlığa ayrım gözetmeden uygulandığını göstermek.’ deniyor yorumlarda.
Belki Nazi Kampı ile bir ülkeyi karşılaştırmak fazlaca ağır, ama eşcinseller için zaman ve toprak gözetmeksizin hâlâ bir toplama kampı işkencesi yaşatıldığı aşikâr.
Yıllar önce topluca katıldığımız bir etkinlikte, Bandırma olabilir, Sayın Kulin tüm ısrarlara karşın o gece orada konuk kalamayacağını, diş fırçasını bile yanına almadığını söylemişti görevlilere. Yakınındaydım. Duydum. Bu derece hijyenik bir yazarın böylesi ‘ters’ bir konuyu sayfalarca yazması ise ciddi bir muamma.
İsminde bile etik endişeler taşıyan Gizli Anların Yolcusu, eşcinsel odaklı edebiyata hiçbir şey katmıyor, hep bilinen mesafeli, iğreti bakışa bir de Ayşe Kulin imzası ekliyor. Hepsi bu.
yorumda geçen "... (ayşe kulin'in) akıcı ve yormayan dilini zaten heteroseksüellerin sıradanlığına bağlamak mümkün" ifadesi de nedir? size yakışmamış.
Mantıklı açıklamalarla zaten özetlenmiş kitap .. Okudum güzel akıcı ama bir o kadarda tek düze maksat bilgi vermek değil maksat sadece yazmak .. Hal böyle olunca abur cubur niteliğinde bir eser cıkıyor ortaya .
abartmayın arkadaslar ... escinsel yönelim içinde deyilim ama escinseller ve hayatları bana çok ilgi cekici gelmiştir ... bir çok elimde bu tarzda yazılmış kitap mevcut ve buldukça toplama çalışıyorum yeni çıkanları takip dip alıyorum... insanlar daima ötekileştirmeyi severler bunları mazur görüp öyle kabul etmek gerekir elden bir şey gelmez ... birinin karekterini begenmemeniz eserinin kötü oldugu anlamına gelmez bunlar göreceli kavramlardır insanları ön yargıya surukleme dogru deyildir kanımca insanlar alıp okumalı kendileri karar vermelilerdir... en usta yazrlardan bir olan oscar wild bile escinsel oldugunu ancak öldükten sonra acıklamıştır,edebiyatın usta kalemi sait faik abası yanıkta öyle ... bunlar hep karşılacaksınız... istesenizde istemesinizde homofobi hep karşınıza gelicek ...
Bir eşcinsel olarak kitabını raflarda gördüğümde almayı çok istemiştim. Ancak bu satırlardan sonra içimde pekte istek kalmadı... Bizi bilmeden yazmak işte bu yapılan en büyük hatalardan biri.
Eline sağlık İskender...Su gibi.. Tercüman olmuşssun biz eşcinsellere.Çok teşekkür ederiz...Eşcinselliği sadece kadınlardan sıkıldığı için erkeklerle beraber olmak diye gören Ayşe Kulin'e de ders olsun...
diyor ki:klasik trt solnayamu haber uydurması.bu uydurmasyon haberlere inanan slak varmıdır hala acaba?nedense hiç canlı ses yok ya seslendirme yapılır yada yazıyla gösterilir..
Ben uzun zaman önce Ayşe Kulin okumayı bıraktım. Ciddiye almaya değecek kapasitede bir edebiyatçı olduğunu düşünmüyorum. "Akıcı ve yormayan dili" bende genelde sıkıntıdan kitaplarını parçalama hissi uyandırıyor. Ama maalesef geniş bir okuyucu kitlesine sahip. Abur cubur yemek gibi... Sağlıksız ama bir o kadar da zahmetsiz. Okuyucuyu fikri bir obeziteye sürüklemesi muhtemel.
İnsandan başka sayısız canlı türünde de gözlemlendiği üzere cinsel yönelimler doğadan gelir. Gelişim süreci tamamlandıkça ortaya çıkar, istek haliyle belirlenip tanımlanır ve deneyim zamanı geldiğinde hayata geçirilirler. Toplumların bu durumu doğal bulmaması, doğaya yabancı olmalarından ileri gelir.
Heteroseksüellerin, cinsel yönelimlerini sanki canlarını ortaya koyarak, savaşarak kazanmışlar ya da birden fazla seçenekleri varmış da tercihte bulunmuşlar gibi övünç kaynağı haline getirip 'öteki'lere utanç ve suçluluk duygusu aşılamaya çalışmaları trajik bir yaklaşımdır.
Sürekli yalnızlık, derin bir yabancılaşma, korku, alay edilme kaygısı, işsizlik, karşılıksız aşklar, her an şiddetle karşı karşıya kalma olasılığı, egemenlerin dışlama politikası, toplum tarafından bir tehdit unsuru ya da seks objesi gibi algılanma, en yakınlarına bile açılamama, tüm bunların doğurduğu intihar saplantısı ve dine dayalı yönetilen ülkelerde ölüm cezası uygulanıyor olması her ’’delikanlı’’nın katlanabileceği bir cehennem değildir Ayşe Kulin!
tamamen maddi nedenlerle yazilmis ve satis orani dusunulerek kurgulanmis bir kitap cikmis ortaya.okudugum pek cok satirda ayse kulinin yanlis anlasilmamak, tepkilerden kacmak ve cok satmak onyargili baskici topluma hitap etme caba, endise ve stresini hissettim hemde cok asiri sekilde.Ayrica kendisi de bir kadin oldugu icin escinsel kadinlar uzerine yazsaydi daha anlamli olurdu belki ama o konuda bile yanlis anlasilma korkusu tasimis heralde ki karakterleri erkek olarak tanimlamis.
zaten sokaga cikip 10 kisi cevirseniz 9 u size escinsellerin gecmiste tecavuze ugradigini soyler cunku buyuk cahil cogunluk escnselligin normal bisey oldugunu kabullenmez,trajik olaylar sonucu varolan bir hastalik yada bunalim sanar ( tipki ayse kulin gibi). yani bu basit cahilce dusunceyi bu kitapta da gormek beni cok guldurdu.bu acidan yazara cok tesekkur ederim ama keske bu konuda hic yazmasaymis.onyargili nefret dolu cogunluktan farkli soyleyecek birseyi yoktu madem,keske hic yazmasaydi.
bir paragrafta asktan bahsederken bir digerinde maddi istek ve cikarlardan,karmakarisik askla uzaktan yakindan alakasi olmayan cinsel iliski karmasalarindan bahsediyor.bence yazar ne yazdiginin ya farkinda deil yada birbirinden tamamen habersiz 2 ayri yazar yazmis ve sonra romani birlestirmeye karar vermisler gibi duruyor.
escinseller konusunda toplumun cahil onyargili bakisindan ayri ve aykiri soyleyecek bir sozu yokmus madem neden boyle bir kitap yazmis sormak isterdim kendisine.yazacak konu sIKIntisi cekmiste sirf maddi kaygilarla bu konuya mi egilmis? ( ki ben oyle oldugunu dusunuorum.)escinsel olmak tecavuze ugramak,onursuz gurursuz sex ve cikar odakli yasayan biri olmak degildir.biri bunu ayse kuline soylemeli hemde bayaga yuksek sesle, hafizasinda kalici yer edene kadar israrla.
Ayşe Kulin 3. sınıf bir yazar bile değil, o da edebiyatından değil külliyatından dolayı bence.
"toplum bilinci düşük, iyi ambalajlı kötü bir malzemedir o kitap" yukarıdaki yorumcu haklı bence de..
Ayşe Kulin büyük bir yazar değil ki, eşcinsel konusunu işleyince beklentimiz yüksek olsun. Sözgelimi Adı Aylin'i ele alalım. Kadın'ın toplumda kendini ve hayatını geri kazanması konusunu işliyor, sözüm ona. Kurgu ustalığı yüksek, toplum bilinci düşük, iyi ambalajlı kötü bir malzemedir o kitap. Ayşe Kulin ister eşcinsel, ister erkek, ister kadını ele alsın, yüzeysel ve basit ele alır, abartır. Dolayısıyla Küçük iskender'in eşcinsellerin sorunlarının çözümünü Ayşe Kulin'den beklemesi, Çubuk Kraker sipariş edip Ali Nazik ile kıyaslamaya benziyor.
Yine de, sıradan bir kitap yazısındansa, kitabın Küçük İskender tarafından eleştirilmesine bayıldım. Helal olsun Sabitficker, takipteyim.
Yeni yorum gönder