Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

feminizm gerçekten batılı ve orta sınıf mı?



Toplam oy: 1452
Nina Power
Habitus Kitap
erkeklere yönelik her itiraz feminizm mi? estağfurullah! feminizmin erkeklerle derdi, kadınların emeğine, kimliğine ve bedenine el koymalarıyla bağlantılı, ayakkabı alışverişinden sıkılmalarıyla ilgili değil.

biliyorsunuz, yeni kabinenin aileden ve sosyal politikalardan sorumlu devlet bakanı fatma şahin göreve gelir gelmez ilk açıklaması feminizmin faydasızlığı üzerine oldu ve epeyce tepki topladı. açıkçası şahin’in hızının parmak ısırttığını düşünsem de bu açıklamasını şaşırtıcı bulmuyorum. aksini söyleyecek bir kadının bu kabinede bakanlık görevine getirilme ihtimali yok, daha önce “kadından sorumlu” olan bu devlet bakanlığına bir erkeğe atanmasının yaratacağı tepkiler olmasa bu tek kadın bakanın da kabinede yer almayacağı aşikâr bence. 

 

 

zaten fatma şahin’in sözlerinin yanlıştan öte nankörce olmasının sebebi de bu. eğer 1980’li yılların başından itibaren türkiye’de yükselen feminist hareketlilik olmasaydı ne genç bir kimya mühendisi olan şahin siyasetle ilgilenmeye başlar ne muhafazakâr olanlar da dahil bütün partiler kadın aday derdine düşer ne  –adı ama öyle ama böyle olsun- kadınlarla ilgili konuları ele alan bir bakanlık bulunurdu. o bakanlığa bir erkek atanmasına karşı gösterilecek tepkinin de feminizmin bir sonucu olduğunu söylemeye bile gerek yok. o yüzden başka kimse değilse bile fatma şahin feminizmden büyük yarar görmüştür. ama feminizmden en büyük yararı gören kadınların onu inkâr etmesi alışılmadık bir şey değil.

 

 

 

türkiye cumhuriyeti’nin kurulduğu yıllarda, dünyanın çeşitli yerlerinden sufrajetler istanbul’da bir konferansta bir araya gelmiş. aranızda bunu hiç duymamış olanlar çoktur. çünkü bu bilgiye lise tarih kitaplarında rastlamazsınız. açıkçası ben de cumhuriyet gazetesinin o dönemki nüshalarında yer alan koca koca fotoğrafları, yorumları falan görmesem buna şüpheyle yaklaşabilirdim. kadınların mücadele tarihi ancak konuyla ilgili olanların bilgi sahibi olacağı bir alan ve çok değil on yıl önce olup bitenler bile kolaylıkla unutulabiliyor.

 

 

tarih tekerrürden ibaret değil ama maalesef yüzyıllar boyu tekrarlanan bazı kalıplar olabiliyor. bir kuşak kadın çeşitli haklar için mücadele eder, kazanımlar elde eder. bu hakların var olduğu ortamda büyüyen kızları mücadele etmeye ihtiyaçları olmadığına inanır. mücadele zayıflar, haklar geriler. yeni gelen kuşak yaşadığı zorluklara karşı mücadele etmeye başlar… feminizm devrimci politikalara yönelmedikçe bu çarkı kırmak zor. bunun iki sebebi var. birincisi, bütün dönüştürücü politik hareketler için geçerli. kalıcı reformlar, genellikle devrim hedefleyen hareketler tarafından gerçekleştiriliyor. (örneğin fransız 68’i.) ikincisi kadın mücadelesine özgü. her devrimci adımın öncesinde reformist bir yol var. örneğin felsefenin cinsiyetsizleştirilmesi için kadın felsefecilerin görünürlüğünün sağlanması, daha fazla kadının felsefeye yönelmesini sağlayacak adımların atılması gibi bir dizi reformist adım gerekiyor. yani felsefeyle ilgili bir metni yazanın cinsiyetinin bir anlam ifade etmemesi için önce felsefe yapan kadınların ortaya çıkartılması lazım. bu iki süreci birbirinden bağımsız, bağlantısız ve tarihi devamlılığından kopartarak yürütürseniz sonuç alamazsınız. ‘kadının aklı felsefeye ermez’ denen bir ortamda bir felsefecinin kadın olması tabii ki büyük anlam ifade eder. ama felsefede kadın görünürlüğü için mücadele ederken esas hedefinizin cinsiyetsizleştirme olduğunu aklınızdan çıkartırsanız yine sonuca varamazsınız.  

 

 

kuşaklar arasındaki bu bilinç ve deneyim farkını kapatmak feminizmin önemli meselelerinden biri. öte yandan, farklı feminist dalgalar geldi geçti. ama kadınların öncelikli talepleri birinci dalganınkileri aşamadı. eğitim, siyaset, mülkiyet, çalışma hakkının üzerine koyabildiğimiz pek az şey var…

 

taleplerin devamlılığı

 

bu talepleri, şiddet görmeden yaşama, cinsellik ve annelikle ilgili hakların ötesine taşımak için yapılması gereken şeylerin başında feminizmin anlamını tekrar belirlemek geliyor. 

 

 

feminizm, kadınlarla ilgili her konunun, her yaklaşımın adı mı? asla! ama mini etekten ücret farkına her konuda cevap sahibi olmak zorunda.

 

 

feminizm, tek tek kadınların güçlenmesinin adı mı? sarah palin gibi, kadın düşmanı politikaların taşıyıcı olan bir kadın bile bu açıktan yararlanarak feminizme sahip çıksa da, bin kere hayır. evet, feminizm tek tek kadınların güçlenmesini de içerir ve buna yol açar. ama zinhar bundan ibaret değil. 

 

 

erkeklere yönelik her itiraz, her şikayet feminizm mi? estağfurullah! feminizm, patriyarkayı ortadan kaldırmayı hedefliyor, erkeklerle derdi kadınların emeğine, kimliğine ve bedenine el koymalarıyla bağlantılı, ayakkabı alışverişinden sıkılmalarıyla ilgili değil.

 

 

feminizm, kadınlara ait her şeyi, her durumu, her eğilimi sevip savunmanın ideolojisi mi? allah korusun. kadınların bugünkü deneyimi ve bilinci de erkeklerinki gibi patriyarkanın ürünü.  

 

 

böyle pek çok soru ve cevap daha sıralanabilir. 

 

 

bütün bunları yazmama ilham veren bir kitap oldu. felsefeci nina power’ın, adıyla herbert marcuse’un tek boyutlu insan adlı kitabında göndermede bulunan tek boyutlu kadın adlı çalışması (hacmi ve konuyu ele alışıyla bir kitaptan ziyade risale ya da broşür olmayı hak ediyor bence) benzer değilse bile aynı kapsam içinde ele alınabilecek sorular üzerinden kadın kurtuluş hareketi hakkında düşünüyor. onu harekete geçiren soru, politik bir hareket olarak feminizmin görünürlüğünün azalmasına karşılık kadınların özgürleşmesinin tüketim kültürü içinde tanımlanabilecek sınırlara çekilmiş ve kişisel güçlenmeye indirgenmiş olması.  

 

 

tek boyutlu kadın bence çok önemli gözlemler içeriyor. örneğin sarah palin, işgücünün kadınsılaşması, özellikle kendi kendinin reklamı haline gelme ile ilgili söyledikleri dikkate değer. ancak gözleme dayanan pek çok metin gibi bazı boşluklar taşıdığını düşünüyorum.

 

bunlardan birincisi bence power’ın gözlemlerinin batı merkezli oluşu. hindistan’dan çin’e, afrika’dan latin amerika’ya dünyanın farklı bölgelerinde feminist hareketler ve bunların çeşitli stratejileri, örgütlenmeleri, kazanımları ve teorik açılımları var. power bunları görmezden geliyor.

 

 

aklıma takılan ikinci konu şu. hadi diyelim avrupa ve abd’lilerin sık sık yaptığı gibi, teori üretiminin batının işi olduğunu düşünüyor. öyleyse batılı kadınlarla ilgili yazarken neden teorik referanslara değil de daha çok pratik görüngülere göndermede bulunuyor? 

 


medyatik durumlar

 

 

burada, sık sık tekrar etmek zorunda kaldığım bir noktayı tekrar hatırlatmak istiyorum. bugünün medyasında emeğin ve emekçinin görünürlüğü silindi. bu sadece türkiye’nin gerçekliği de değil. o yüzden eğer gözlemlerinizi medya üzerinden yaparsanız bütün kadınların son yirmi yıldaki en önemli kazanımının yeni jenerasyon nemlendiriciler olduğu ve kadın nüfusunun da buna inandığı sonucuna varabilirsiniz. oysa bu doğru değil. tek başına şiddet görmüş kadınlara el uzatan kurumlar bile birçok kadının hayatında köklü değişimler yarattı. o kurumlarda çalışan kadınlar da önemli bir politik mücadele yürütüyor. (dayak yiyen bir kadının çaresiz, yersiz, kimsesiz olmamasının patriyarkaya vurulmuş bir darbe olduğu ortada) ama medyanın bize bu kadar sınırlı ve her zamankinden daha çarpıtılmış bir dünya sunduğu bugünlerde paradoksal biçimde medyada görünmeyen herhangi bir şeyin var olmadığı düşüncesi yaygınlaşıyor. bu türden iğneyle kuyu kazmaların da sokak eylemleri kadar görünürlüğü yok tabiatıyla.

 

 

bu anlamda nina power’in gözlemlerini de yüzeysel buldum. yine de, bu gözlemlerden çıkarttığı sonuçlar anlamsız değil. özellikle ailenin alternatifi olacak yaşam biçimleriyle ilgili düşünceleri önemli ve ilham verici bence. ingiltere’de sol çevrelerde ilgi gören kitabı da feminizm ve kadınların kurtuluşu üzerine düşünenler için ilginç olabilir. ama bu konuda daha önce okumadıysanız, simone de beauvoir, kate millet, andrea dworkin, shulamith firestone, sheila rowbotham, christine delphy,  judith butler, stevi jackson’ın arasında adını bile duymadıklarınız varsa tek boyutlu kadın algınızı çarpıtabilir diye düşünüyorum. 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.