Hatırlamaya çalışın: Tarihini duymak istemediğiniz o yıllarda bir resim yapmıştınız hani... Bir 'baş'yapıt. 'Baş'ta sizler vardınız, 'baş'ları eziyordunuz hani… Gerçekten baktıkça insana çok büyük suskunluk yükleyen bir 'eser'di.
Hatırlarsanız o yıllarda sürekli birileri kayboluyor, ölüyordu. Ülke büyük çıkmazlar içindeydi. Babamın kitapları, annemin bana aldığı pastaların renkli paketleriyle kaplanıp kimsenin görmeyeceği yerlerde saklanıyordu. Siz buldunuz!
Yasaktı o zamanlar okumak, yazmak, sesli düşünmek. Siz yasaklamıştınız. Dikkatiniz dağılıyordu sanırım. 'Eseriniz' üzerinde çalışırken çoğu zaman ne bir ses hatta nefes bile istememiştiniz. Bu yüzden sesi çıkan binlerce kişiyi karanlık, rutubetli ve elektrikli odalara, tabutlara kapattırdınız; nefeslerini kestiniz... Askılar zayıf bedenleri, cam kırıkları falakadan yeni çıkmış çıplak ayakları ağırladı. Nasıl düşündünüz de buldunuz o yöntemleri? Yerin bin kat dibindeki bedenlerin işkence sırasında duyulan haykırışları ve ölüm anı inlemeleri yeryüzüne kadar ulaşamazdı, ulaşmadı da. Duyanlar, duymayanlara söyleyemedi, söylemedi…
İdam kararlarınız, işkence yöntemleriniz oluk oluk akan kanla yazılıyordu. İşte 'eseriniz!' Şimdi düşünüyorum da gerçekten üzerinde çok çalışmış, çok özenmiş, ince ince düşünüp çizmiş, karalamış ve karaladıklarınızın üzerini boyamışsınız. Sanat tarihine olmasa da ülke tarihine geçen bu eşsiz 'eserinizde' kendinize özgü fırça darbelerinizle üzerini karaladığınız yaşamlar hâlâ hafızalarda...
Mesela bir annem vardı ve o yıllarda hep “Harp ve Darp Ülkesi’nde yaşıyoruz...” derdi. Zavallı annem bir gece yürüyüşe diye çıktı. Yürüyüşe 'Bir Tersine Yürüyüş’e! Üzerinde mor kadife bir elbise, omuzlarında yeşil yünden örülmüş bir şalla artık yaslanamadığım omuzlarını da alıp gitti o gece. Siz aldınız. Yıllar sonra eserinize tekrar baktığımda gördüm; karalanmış, morarmış, kendi kanına bulanmış yüzünü... Nitekim dönmedi bir daha.
İşte siz o zamanlar 'eseriniz' olan Harp ve Darp Ülkesi’ni fırça darbelerinizle boyuyordunuz.
Annem babam gibi birçok insan gitti. Beslenmediklerine eminim. Siz zaten beslemezsiniz onu da bilirim. Kuşkulu şekilde ölen 300 kişinin içinde olabilirler ya da belki kaçarken, belki çatışmada, belki işkenceyle ölenler, belki de yanlışlıkla ölenler arasındadırlar. Kaplumbağa hücresi içinde onları unutmuş da olabilirsiniz. O kadar unutkan mısınız sahi?
Biliyorsunuz, aslında sizin bu 'eseriniz' sayesinde biz bildiklerimizin hepsini unutmuş gibi yapmak zorunda kaldık. Belki siz de o 'eserinizi' unutmuş gibi yapıyorsunuzdur diye yazıyorum bu mektubu. 'Eserinize' bakıp bakıp nice eserler yazıldı, aşağıdakiler sadece birkaçı. Alın, aslında onların hepsi sizin, sizin eseriniz:
Kuş Diline Öykünen/ Ayşegül Devecioğlu
Yeraltında Beş Yıl: 12 Eylül Anıları/ Yaşar Ayaşlı
Bir Tersine Yürüyüş: 12 Eylül Öyküleri/ Hürriyet Yaşar
O Hep Aklımda Mamak Günleri... / Pamuk Yıldız
Bıçkın ve Orta Halli/ İbrahim Yıldırım
Barikattaki Çocuk/ Ayhan Bozkurt
Kırmızı Karanfil Ne Renk Solar?/ Feyza Hepçilingirler
Cehennem Kahkahaları: 12 Eylül Diyarbakır Cezaevi Anıları/ Aziz Gülmüş
Menekşeler, Atlar, Oburlar/ Hüsnü Arkan
Bir 12 Eylül Masalı/ Sevkuthan N. Karakaş
Yeni yorum gönder