Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Hepsi sizin eseriniz!



Toplam oy: 997
Yasaktı o zamanlar okumak, yazmak, sesli düşünmek. Siz yasaklamıştınız. Dikkatiniz dağılıyordu sanırım.

Hatırlamaya çalışın: Tarihini duymak istemediğiniz o yıllarda bir resim yapmıştınız hani... Bir 'baş'yapıt. 'Baş'ta sizler vardınız, 'baş'ları eziyordunuz hani… Gerçekten baktıkça insana çok büyük suskunluk yükleyen bir 'eser'di.

 

Hatırlarsanız o yıllarda sürekli birileri kayboluyor, ölüyordu. Ülke büyük çıkmazlar içindeydi. Babamın kitapları, annemin bana aldığı pastaların renkli paketleriyle kaplanıp kimsenin görmeyeceği yerlerde saklanıyordu. Siz buldunuz!


Yasaktı o zamanlar okumak, yazmak, sesli düşünmek. Siz yasaklamıştınız. Dikkatiniz dağılıyordu sanırım. 'Eseriniz' üzerinde çalışırken çoğu zaman ne bir ses hatta nefes bile istememiştiniz. Bu yüzden sesi çıkan binlerce kişiyi karanlık, rutubetli ve elektrikli odalara, tabutlara kapattırdınız; nefeslerini kestiniz... Askılar zayıf bedenleri, cam kırıkları falakadan yeni çıkmış çıplak ayakları ağırladı. Nasıl düşündünüz de buldunuz o yöntemleri? Yerin bin kat dibindeki bedenlerin işkence sırasında duyulan haykırışları ve ölüm anı inlemeleri yeryüzüne kadar ulaşamazdı, ulaşmadı da. Duyanlar, duymayanlara söyleyemedi, söylemedi…

 

 


İdam kararlarınız, işkence yöntemleriniz oluk oluk akan kanla yazılıyordu. İşte 'eseriniz!' Şimdi düşünüyorum da gerçekten üzerinde çok çalışmış, çok özenmiş, ince ince düşünüp çizmiş, karalamış ve karaladıklarınızın üzerini boyamışsınız. Sanat tarihine olmasa da ülke tarihine geçen bu eşsiz 'eserinizde' kendinize özgü fırça darbelerinizle üzerini karaladığınız yaşamlar hâlâ hafızalarda...



Mesela bir annem vardı ve o yıllarda hep “Harp ve Darp Ülkesi’nde yaşıyoruz...” derdi.  Zavallı annem bir gece yürüyüşe diye çıktı. Yürüyüşe 'Bir Tersine Yürüyüş’e! Üzerinde mor kadife bir elbise, omuzlarında yeşil yünden örülmüş bir şalla artık yaslanamadığım omuzlarını da alıp gitti o gece. Siz aldınız. Yıllar sonra eserinize tekrar baktığımda gördüm; karalanmış, morarmış, kendi kanına bulanmış yüzünü... Nitekim dönmedi bir daha.



İşte siz o zamanlar 'eseriniz' olan Harp ve Darp Ülkesi’ni fırça darbelerinizle boyuyordunuz.

 

Annem babam gibi birçok insan gitti. Beslenmediklerine eminim. Siz zaten beslemezsiniz onu da bilirim.  Kuşkulu şekilde ölen 300 kişinin içinde olabilirler ya da belki kaçarken, belki çatışmada, belki işkenceyle ölenler, belki de yanlışlıkla ölenler arasındadırlar. Kaplumbağa hücresi içinde onları unutmuş da olabilirsiniz. O kadar unutkan mısınız sahi?

 

Biliyorsunuz, aslında sizin bu 'eseriniz' sayesinde biz bildiklerimizin hepsini unutmuş gibi yapmak zorunda kaldık. Belki siz de o 'eserinizi'  unutmuş gibi yapıyorsunuzdur diye yazıyorum bu mektubu. 'Eserinize' bakıp bakıp nice eserler yazıldı, aşağıdakiler sadece birkaçı.  Alın, aslında onların hepsi sizin, sizin eseriniz:

 

Mavi Karanlık/ Vedat Türkali


Kuş Diline Öykünen/ Ayşegül Devecioğlu


Yeraltında Beş Yıl: 12 Eylül Anıları/ Yaşar Ayaşlı


Bir Tersine Yürüyüş: 12 Eylül Öyküleri/ Hürriyet Yaşar


O Hep Aklımda Mamak Günleri... / Pamuk Yıldız


Bıçkın ve Orta Halli/ İbrahim Yıldırım


Devrimciler/ Kaan Arslanoğlu


Yüz: 1981/ Mehmet Eroğlu


Barikattaki Çocuk/ Ayhan Bozkurt


Kırmızı Karanfil Ne Renk Solar?/ Feyza Hepçilingirler


Cehennem Kahkahaları: 12 Eylül Diyarbakır Cezaevi Anıları/ Aziz Gülmüş


Menekşeler, Atlar, Oburlar/ Hüsnü Arkan


Bir 12 Eylül Masalı/ Sevkuthan N. Karakaş

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.