depremden birkaç gün sonra erciş’te yetmişlerinde bir adam tanıdım. sağanak yağmurun altında, bir ateşin başında oturmuş kafasına bir seccade örtmüştü. gidecek, kalacak yeri yoktu, sokakta yaşıyordu, evini ve bütün yakınlarını depremde kaybetmişti. düşündüm, inançları izin verse intihar eder mi?
yine inançlarının gereği olarak müslüman erkekler kefenlerini sarık olarak başlarında taşır ve ölümün yaşamın bir parçası ve kaçınılmaz olduğunu hatırlar. bir yandan da, dünyanın hali ölümü unutmaya pek izin vermiyor ancak insanın kendi ölümüne aşina olması öyle kolay değil.
öte yandan şu da var: dünyanın daha iyi, daha adil, daha mutlu bir yer olması mümkün ama herkesin bunu bekleyecek kadar zamanı ve sabrı yok. zaman zaman hepimizin mutsuzluğu, hayal kırıklığını hatta can sıkıntısını fiziksel bir acı kadar sarih ve keskin hissettiğimiz olmuştur. o yüzden intihar edebilme ihtimali, bu kurtuluş, hadi itiraz etmek üzere olanları kırmayayım bu kaçış, hayatı yaşanabilir kılan faktörlerden biri. nitekim adalet ağaoğlu bir düğün gecesi adlı romanını “İntihar etmeyeceksek içelim bari” cümlesiyle başlatarak intiharın da tıpkı sersemleme gibi bir tahammül yöntemi olduğunu hatırlatmakla kalmadı, bize bir de ölmeye yatmak’ı armağan etti. yani edebiyat da şahit; işler iyice çıkmaza girer, yaşamak acı çekmekten ibaret olursa kaçınılmaz olanı çabuklaştırmak her zaman mümkün.
o yüzden ölümün teoloji açısından belirleyiciliğine benzer biçimde intihar da felsefe için önemli.
ancak jean teule’nin intihar dükkânı adlı romanı bu soruların cevaplarını aramıyor. kitabın adı ve yazarının fransız olması okura gizli oturum ya da iş işten geçti gibi çağrışımlar yaptırabilir ancak intihar dükkânı bunların yanında bir tür addams ailesi gibi kalıyor ki kahramanlarının bunlarla benzerliği su götürmez. nitekim, dükkân’ın bir çizgi film versiyonu önümüzdeki bahar vizyona girecek. merak edenler internette fragmanını bulabilir. jean teule sinemanın yabancısı değil, rainbow for rimbaud adlı romanını bizzat kendisi filme almıştı. çizginin de yabancısı değil çünkü aynı zamanda çizgi roman ve karikatür çizeri.
jean teule altmışına merdiven dayamış, yukarıda andığım marifetlerinin yanında sadece roman değil senaryo da yazıyor ve daha önemlisi karikatür çiziyor. sizi magazinden mahrum bırakmak istemem, yetmişlerin en önemli fransız kadın oyuncularından miou-miou ile birlikte.
romanın konusu hakkındaki her ipucunun okurun keyfini biraz daha kaçıracağına inanıyorum ama şunu söylemenin bir sakıncası yok; intihar dükkânı grotesk unsurların yanı sıra epey cıvıltı da içeren, canınızı sıkmadan, tatlı tatlı mesajınızı alıp neşeyle, bir çırpıda okuyacağınız, ölümden ziyade yaşam üzerine bir kitap.
“neşeli” demişken… bu kelimenin karılığı olan “gay” ingilizcede uzun zamandır “eşcinsel”in karşılığı olarak kullanılıyor; o kadar ki bu sözcük türkçe dahil pekçok dilde (özellikle erkek) homoseksüel anlamında kullanılır oldu. dünyanın birçok kültüründe, özellikle erkek eşcinseller arasında bir gullüm kültürü var ancak yine de bu neşe meselesi hayli tartışmalı çünkü yaşadıkları baskı karşısında intihar etmeye kalkışmak eşcinseller arasında yaygın.
baskının insanı canından bezdirdiğine şüphe yok ama neyin baskı olduğu konusu aynı oranda açık değil. hemcinsini arzulayanları, cinsiyet dönüşümü isteyenleri canlı canlı yakmanın uygunsuz olduğuna kimse kolay kolay itiraz edemiyor. ama onların kimliklerini gizlemeden yaşamalarının bir hak olduğuna aklı yatanlar az. ya, “istediklerini yapsınlar ama çocuğumdan uzak dursunlar” diyenler? eşcinsel, biseksüel ve trans bireylerle arkadaş olmaktan, aynı bardağı kullanmaktan, aynı mekanda bulunmaktan imtina edenler? iki erkek arasındaki cinselliği erotik, iki kadın arasındaki romantik aşkı anlamlı bulmakta zorlananlar, evliliklerine dünyanın sonu, ilişkilerine kuşkuyla bakanlar? daha söylenecek çok şey var ve “biri mutlaka sizin için.” bütün bunlar aynı duvarın tuğlaları değil mi?
ey hetero okur, “bu kadarı da fazla” demeden elini vicdanına koy ve düşün, ya seninle ilgili aynı şeyler hissedilseydi?
bütün bu baskıya rağmen işte, sokakta, kahvede, alışveriş merkezinde karşımıza eşcinsel, biseksüel ya da trans insanlar çıkıyor ama iş sinemaya, edebiyata, dizilere, reklamlara falan geldiğinde durum değişiyor. gerçek hayatımızda iş arkadaşımız, kahvede sağda oturan kadın, market sırasında önümüzdeki adam olarak gördüğümüz bu insanlar kurmacanın konusu oldu mu genellikle sadece aynı klişelerle temsil edilen “eşcinsel” oluyor! ama sorsanız onları kuranların hepsi “gerçekçi”!
hugh stevens’ın gey ve lezbiyen yazını adlı derlemesi bu heteroseksist gerçekçiliği sorgulamak açısından çok önemli makaleleri bir araya getiriyor. bu alanda gerek akademik gerekse politik olarak çalışanların çok yararlanacağı bu kitabı bence edebiyatla ilgili herkes okumalı.
eşcinsel, biseksüel ve translar kadar olmasa da kadınlar da düşmanlığa alışık. bu düşmanlık cehalet ya da aptallığın değil egemenliğin bir sonucu. o yüzden nice entelektüelin kadın düşmanlığı söz konusu oldu mu akıl ve bilgisini bir kenara koyması şaşırtıcı değil. kadınların kadın düşmanı olması karşısında dehşete düşmemiz içinse en vahşi kapitalizm yanlısı partilerin seçmenlerinin kapitalizmin kurbanı olan emekçilerden oluştuğunu unutmamız gerekirdi. o yüzden agnes michoux’nun kadın düşmanı sözlüğü ne yalan söyleyeyim hayretten hayrete sürüklemedi beni. ama bazen ufak bir dokunuş bir metnin anlamını zenginleştirebiliyor. bu kitabı da çevirmeni yiğit bener’in önsözü için okumanızı öneriyorum. kısaca ifade etmek gerekirse; bu meseleyi bir erkek ancak bu kadar iyi yazabilirdi.
herkese, yeni yılda daha fazla kitap alabilecek para, daha fazla okuyabilecek zaman ve okuduğuna yoğunlaşabilecek mutlu ve endişesiz bir ruh hali diliyorum.
Deprem, kitabın yazarı, yazarın karısı, kitabın çizgi film hali (esasında animasyondur) gibi eleştirinin bir takım yan gereçlerine bolca yer vermişsiniz. Yer vermediğiniz ya da sığdıramadığınız tek şey gerçek bir "eleştiri" olmuş. Jean Taule'nin yazını, edebi estetiği, karakterleri,türü kurgusu, kurgusundan yansıyan toplum psikolojisi ve söz konusu toplum ile estetik yansıması hakkında sarf etmiş olduğunuz, eserle bağlantılı kayda değer bir cümle ara ki bulasın. İşin kötüsü cinselliğe değinilen noktaların edebiyattaki eleştiri dalının "feminist eleştiri" uzantısıyla da bir alakası bulunmuyor. Feminizm de ciddi bir edebiyat eleştirisi uzantısıdır, ancak lütfen "İntihar Dükkanı" gibi görece büyük alkış almış eserleri edebiyat eleştirisi ve konuyla alakası olmayan feminist klişelere harcamayın. Yazıktır...
Yeni yorum gönder