Teklifinizle İlgilenmiyorum’da Başar Başarır’ın sivri kalemi, birbirinden fersah fersah uzakta duran, ismi de cismi de farklı karakterlerin iç seslerini dolduruyormuş gibi görünüyor ilk bakışta. Başarır’ın her daim kara mizahtan beslenen dikenli kelimeleri, bir bakmışsınız züppe kocası tarafından aldatılan ev kadını Seher’in duygular alemini dillendiriyor, bir bakmışsınız varoş bir semtte ganyan bayiine takılan mahalle delikanlılarıyla hoşbeş ediyor. Sonra birdenbire kendinizi develerin, falcıların cirit attığı, meselle parodi arasında gidip gelen tuhaf, zamansız bir taşra tahayyülünün içinde buluveriyorsunuz. Bu mesellerin ucu da öylesine açık ki, yakın dönem tarihimize de, ceberut devlete de, halen gündemi kavuran "darbe teşebbüsü" yargılamalarının gelişigüzelliğine de dokunabilecekmiş gibi duruyor. Oldukça eklektik gözüken bu öykü derlemesi, finali yaparken, daha da yakına gelip, Haziran Direnişi’ne, Gezi’ye selam çakmaktan da geri durmuyor.
Birbirinden çok uzak koordinatları ve duygu durumlarını betimlermiş gibi dursa da alttan alta hep aynı sesin yankılandığını hissettiğiniz öyküler bunlar. Hep hararetli, biraz dizginsiz, dizginsizliğinden hoşnut, öfkeli, saldırgan, biraz gücenik bir ses bu. Kırgın, kendi kırgınlığını da alaya alan. Asabi, bu asabiliğin kıymetin bilen, onu kelimelerine sirayet ettirebilen bir ses. Bu ses hangi coğrafyadan, hangi sosyoekonomik sınıftan bir karakteri dillendirirse dillendirsin hep bir bitirim ağzıyla konuşuyor. Yerel dili, müstehcen deyişleri keyifle her fırsatta satırların arasına yediriyor, özenle ‘edepsizleşme’ye çalışıyor. Kitabın tamamına sinen bu "ağzı bozuk" dil, dizginlenemeyen bu bitirim sayıklamalar, birbirinden çok uzakta konuşlanmış gibi duran öyküleri ortak bir üslubun, ortak bir müstehzi iç sesin etrafında buluşturuyor. Onca mizaha rağmen tüm öykülerin üstüne sis gibi çöken güceniklik ve kırıklık, bu ağzı bozuk kalkanın ardına sığınıyor belki de. “Kış kışlığını yapsın, yaz yazlığını, başka da bir şey beklemem şu hayattan,” diyen kırık ses, az sonra kalayı basıyor, kendini makaraya alıyor, yaşı geçkince babasının “gazı kaçmış don lastiğinden”, “pörsümüş zamagingo”sundan bahsediyor. Seslerin, kelimelerin ahengine sarılıyor sonra, kelime oyunlarına dalıyor. “Susun, hepiniz susun lütfen… Öpsün, seni Zeki Müren.” / “Ölenle ölünmezmiş, yedi üçe bölünmezmiş.” Dalgacılığı elden bırakmasa da, nihayetinde yine o bedbin iç ses yüzeye çıkmadan edemiyor: “İnsan eti ağır geliyor. Vallahi yetti canıma. Artık içim kaldırmıyor örtmenim. Of.”
Muzır çocuk oyunbazlığı
Başarır’ın geçtiğimiz sene yayımlanan kitabı Düzenboz’da da görmüştük. Yerel deyişlerin en ağza alınmayacaklarını bıkıp usanmadan sıralarken, diyalogların arasına olur olmadık yerlerde pek az işitilmiş küfürleri sokuştururken hep bir muzır çocuk oyunbazlığı, yasaklı kelimelerle sınırları ihlal etme, düzen bozuculuk yapma arzusu var onun yazınında. Adım atacak yerleri olmadığından ganyan bayii önünde kümelenen yeniyetme mahalle fırlamalarını anlatırken ("Fotofiniş" adlı o leziz öyküden bahsediyorum) cuk oturan, akışkan ve ele avuca sığmaz bir dil onunki. Mahallenin erkeklerinin, kadınlar üzerinden birbirleriyle giriştiği rekabeti, onların dillerine vuran acizlikleri açık ederken, onların kaybetmişliklerini saldırgan bir dilin ardına gizleme hallerini anlatırken harikulade işliyor bu bitirim dil. O mahalleden biraz uzaklaştığımızda ise, Başarır’ın ısrarla kullandığı bu “edepsiz dil”, tüm öyküleri aynı üslubun tornasından geçirmeye yarayan biçimsel bir numara olarak sırıtabiliyor da yer yer. Öyle anlar oluyor ki, o sunturlu küfürlerin, bir tür düzen bozuculuk ya da satırların ‘nezihliğini kırıcılık’ kaygısından ziyade, sırf bir üslupçuluk refleksiyle gündelik konuşmaların arasına sıkıştırıldığını hissediyorsunuz. Dahası, bu bitirim dil, düzen bozmak bir yana, sürekli yeniden ve yeniden ürettiği eril dille tehlikeli sulara doğru da yol alabiliyor. Başarır’ın kopkoyu mizahının içinde bu eril dilin bir kısmı her zaman ironiye, parodiye doğru açılsa da, öykülerin tümüne sinen o fırlamalığın yanında armağan olarak getirdiği eril bir bakış baki kalıyor.
Başarır’ın alamet-i farikası olan mizahının zifiri karanlık olduğu anlarda, bu eril bakış eriyip gidebiliyor da, ardında ince duyarlıklar ve akıcı bir kelimeler yığını bırakarak. Kocası, Bret Easton Ellis’in Amerikan Sapığı’nı okumuş da ona özeniyormuş gibi duran (ki günümüzün plaza yüksekliklerinde böyleleri çoktur) Seher’in balkonun korkuluklarıyla yaptığı dansı anlatırken bunu başarıyor mesela Başarır’ın kalemi. “Bu gökdelenlerin camları açılmaz. Açılsa da en fazla otuz derece. Kimse atlamasın diye aşağıya. Ama bizim balkonumuz var, biz zenginiz. Biz her yerden atlayabiliriz.” Kocasıyla arasında açılan duygusal/düşünsel yarıklarla yaralanan, ruhsal âlemi plaza dünyasıyla aşağıdaki Abdurrahman Efendi’nin çatısı arasında sıkışıp kalmış bir kadının kırık ama saldırgan dilini ortaya çıkarabiliyor. Bunu yaparken, “şehirli beyaz” kadın olmanın hüznünü mizahı da eksik etmeden konuşturmasını biliyor. O kırgın, gücenik ses kalkanlarını indirdiğinde daha bir incelikli, daha bir içe işler oluyor. Öfkesini yine yitirmeden.
Görsel çalışma: Kaan Bağcı
"içim kaldırmıyor örtmenim. Of.”
örtmenim.
of.
Böğğğ..
Yeni yorum gönder