Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Tekrar çal Bach...



Toplam oy: 1248
Armand Farrachi
Can Yayınları

Baştan söyleyeyim, benim kahramanım Chopin. Onun parçalarını dinlerken aldığın keyfin haddi hesabı yok. Ama eğri oturalım doğru konuşalım, Johann Sebastian Bach müziği okuyup üfleyenlerin üzerinde hemfikir olduğu bir dahi.

 

Bu anda Bach’la Chopin veya bir başka ismi kafa kafaya çarpıştıracak değilim. Niyet, Armand Farrachi ve pek çok kişinin Bach’ı neden kahraman bellediğini anlamaya çalışmak. Bach, Son Füg, Farrachi’nin bu büyük müzisyen ve besteciyi nasıl gördüğünün ipuçlarını verecek bize.

 

Farrachi’nin bakış açısından hareket ettiğimizde Bach, yalnızca bir müzisyen değil; aynı zamanda önemli bir düşünür. Hem müzik hem de yaşam üzerine kafa yoran bir bilge. Ancak sonuçta Bach’ın yaşamı müziğe adanmış. Kendisi, “müziğe ya da Tanrı’ya adanmamış zamanı boşa geçen zaman” diye niteler. Farrachi’ye göre onun müziği “Tanrı’yı onurlandırma biçimi”dir. Bu yüzden St. Thomas Okulu bir ev, müzik ise evren anlamına gelir Bach için. Tüm bunlarla beraber onun en büyük hedefi, bir daha kimsenin bir benzerini yazamayacağı füg oluşturmaktır; dünyanın en güzel fügünü.

 

Farrachi, Bach’ın bu süreçte yaşadığı döneme ilişkin eleştirilerinden birini hatırlatıyor: “Müzik düşkünü olduğunu ileri sürenler de dâhil olmak üzere, insanların neredeyse tamamı, aslında hiçbir şey duymayan sağırlardı; daha önce müzik olmayan yerde müzik yaratanların üzerinde uygulayacakları tam yetki, orduları yönetmek arabacılara ya da ayin yapmak demircilere düşermiş gibi elbette bu sebepten onlara veriliyordu."

 

Bach, her şeyi yapabilecek, her parçayı takılmadan çalabilecek gücü kendinde bulan; en azından böyle hisseden bir kişiliğe sahip. Ama yine de her şeyin başına çalışmayı koyup “iki elinde de beş parmak bulunan biri çalışırsa benim kadar çalabilir” diyor. Buna tevazu mu yoksa öngörü mü veya ego mu demeli? Belki üçünün karışımı bir duygu durumu.

 

Bu duygu, bir ezgi yarım kaldığında rahatsızlanışını tetikler. Miyop olan gözlerinin körleşmesi de pek çok şeyi yarım bırakır. Çalar ama yazamaz. Körlük, Bach için yarı ölüm gibidir. Zaten kısa süre sonra eksik parça da tamamlanır, göç gerçekleşir.

 

Farrachi, Bach’ı ve ondan geride kalanları anlatırken kahramanının portresini çiziyor. Tıpkı Bach’ı resmeden birkaç tablo gibi. “Müzik, yaşamdan önce mi son bulur?” Bach’ta çelişki yaratan soruların başında geliyor. Bu, Bach’ta nasıl bir çelişki yaratmış olursa olsun Farrachi’nin kahramanı için yazdığı kitap da Bach’ın eserleri de gösteriyor ki, yaratılar yaratıcılarından daha uzun ömürlü…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.