Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Topluma karışmış şiirler



Toplam oy: 747
Cenk Gündoğdu
Kırmızı Kedi Yayınevi
Cenk Gündoğdu, ikinci şiir kitabıyla, toplumun içinde yaşadığının bilincinde olan bireyin şiirini yazacağını müjdeliyor; ki bu birey toplumcu değil, topluma karışmış, toplumsallaşmış olan bireydir...

Cenk Gündoğdu’nun daha yeni çıkan ikinci şiir kitabı Harap’a baktığımızda, şairin bir toplum ve toplumsal yapının içinde yaşadığının fakında olduğunu görüyoruz. Şair, toplumun, insanların içinde ve onların etkisine edilgin bir tepki vermekten çok, eleştirel bir karşılık veriyor. Yoksa düz anlamda toplumcu şiir geleneğimize bağlayamayız bu şiiri. Daha çok bir geleneği dönüştürüyor; ırmağın yatağını değiştirmeye yelteniyor. Bunu yaparken belki teknik ve biçimsel olanakları pek zorlamıyor ama bakışı yeni bir tür eleştirellik barındırdığından, şiiri kendiliğinden anlamlı hale geliyor. Nereden çıktı bu şiir şimdi, demiyoruz; onu toplumsal dönüşümlerle ilişkilendirebiliyoruz.


Gündoğdu, büyük bir toplumsal söyleme haklı olarak bel bağlamıyor. Soldan ya da sağdan ideolojik bir payanda aramıyor kendisine. Şair şunun kesinkes bilincinde, zira onu varlığında hissediyor: Ben her ne kadar varoluşsal bir sıkıntı çekiyorsam da, bunu toplumun, insanların içinde çekiyorum. Onlarla karşılıklı ilişkim var. Bu karşılıklılık Gündoğdu’nun şiirine hacim katıyor. Onu tek boyutlu bir şiir olmaktan kurtarıyor.


Kitabın en başarılı şiirleri kanımca uzun şiir “Ölü Yaz” ile şair Serdar Koçak için yazıldığı anlaşılan “Rüyası Serdar” adlı şiirler. Kitabın ilk şiiri olan ve çok boyutlu seslenen “Arkadaşım Yalan” da başarılı bir şiir. Kitapta bulunmasa iyi olurdu dediğim üç şiir ise: “Klarnetin Kanı”, “Evine Dönmeyen Ağaç” ve “Kan” adlı şiirler. Sözünü ettiğim bu şiirler oldukça başarılı olan kitabı zayıflatıyor.

 

 

Aynı zamanda güçlü bir şiir okuyucusu


“Ölü Yaz” şiirinin başarısı, şiiri okuduğumuzda hissettiğimiz sahicilik hissi. Öyle ki, şairin şiiri yazarken nasıl da büyük bir iç bunaltısı yaşadığını doğrudan hissedebiliyorsunuz. Şiir, yazlıkçı orta sınıf ailelerinin plajdaki hallerini anlatıyor. Ve orta sınıf kişiliksizliğinin, kısa erimli hayallerinin ve ölgün duyarlılıklarının eşsiz bir yansıması kimliğine bürünüyor. Şiirin ismi de mükemmel: Bu sınıfın renksizliğini yansıtma istercesine başlığını buluyor.


“Rüyası Serdar” şiiri ise şiirimizin kimyageri, efsuncusu Serdar Koçak’ın şiirinin kilit noktalarına vurgu yapıyor; onları açığa çıkarıyor. Hem söyleyiş, hem imge tutumu ve hem de yapı olarak. Bu şiiri okuyunca Gündoğdu’nun aynı zamanda nasıl da güçlü bir şiir okuyucusu olduğunu anlıyorsunuz.


Kitabın en “siyasi” şiiri, aynı zamanda ilk şiir de olan uzun “Arkadaşım Yalan” şiiri. Bu şiirde şair güncel olanı gözden uzak tutmadan tarih boyunca varolagelmiş lider tipini sorgulayıp bombardımana tutuyor. Şu anda ülkemizdeki yöneticileri düşününce, bu şiir daha da bir anlam kazanıyor. Burada da şair siyasal kavramlara, imgelere pek yüz sürmeyerek boyunduruk altında yaşayan birinin eleştirelliğini sergiliyor. Ülkemizde toplumcu olduğunu iddia eden şiirin bir Neruda yetiştiremediğini, Ahmed Arif’i aşamadığını düşünürsek bu şiirin öneminin daha da arttığını görebiliriz.


Bu kitabını ilkinden çok daha başarılı bulduğum Cenk Gündoğdu, toplumun içinde yaşadığının bilincinde olan bireyin şiirini yazacağını müjdeliyor; ki bu birey toplumcu değil, topluma karışmış, toplumsallaşmış olan bireydir...

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.