Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

			


Kabalcı Yayınevi

Hurufilik




Toplam oy: 800

Sıra dışı, mistik, belki de biraz “garip” bir akım olan Hurufilik, bu kitapta yeniden yorumlanmıştır. Yazarı Fatih Usluer’in ortaya koymuş olduğu bu eser mücerred bir olgunun müşahhaslaştırılarak gözler önüne serilmesinin özetidir diyebiliriz. Şimdiye dek zihinlerde soru işaretleri bırakmış olan bu felsefi-mistik akımın çıkış noktası olan harflerle, soyut olan varlığı somutlaştırma gayesi söz konusu edilen eserde ilmî bir usulle ortaya konulmuştur.

Ortaya çıkışından itibaren birçok sansasyonel durumlara maruz kalan Hurufilik, Usluer’in konuya ilmi yaklaşımıyla adeta yeniden var olmuş diyebiliriz. Zira şimdiye kadar bu denli hassas olan bir konuda çalışma yapmış olan bilim adamları çok da sağlıklı hükümler verememişlerdir, peşin yargılar neticesinde zihinlerin karışmasına sebep olmuşlardır. Bunun nedenlerinden ilki de Hurufi eserlerinin yeterince araştırılıp ilim alemine sunulmamasıdır. Söz konusu edilen çalışmalarda Hurufilik bütüncül olarak ele alınmamış, ilk elden kaynaklar tamamıyla okunmamış ve bir dizi yanlışlığın sorgulanmadan tekrarlanmış olmasıdır.

“Kişi bilmediğine düşmandır” sözünden mülhemle Hurufilik başlangıcından günümüze değin birçok yerde yanlış anlaşılmış ve anlatılmıştır. Zaten yazar da böyle bir ihtiyaç ve eksikliğin farkındalığıyla ortaya çıkardığı bu müstesna eseri oluştururken birçok Hurufi metinlerinden istifade etmiştir. Farsça ve Türkçe yazma eserlerden 14.000 sayfa tutarında temin edilen metinlerin birden fazla nüshası olanları da karşılaştırılarak okunmuş olması eserin ilmilik derecesini gözler önüne sermektedir.

Söz konusu eserden önceki yapılan çalışmalarda Hurufiliğin bir bütün olarak ele alınmamış olması ve bir dizi kanıksanmış yanlışlıkların sorgulanmadan kabul edilmesi ne yazık ki Hurufilik hakkında birçoğu yanlış olan düşüncelerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Özellikle harflerden bir şekilde bahseden diğer felsefi-mistik akımlar ve harfçilerle Hurufilik bir tutulmuştur. İşte bu eser bu yanlış kabullerin adeta bir protestosu hüviyetinde, Hurufiliği delillerle birlikte yeniden yorumlamıştır.

Hurufiliğin tarihinden, harfçilik konusundaki düşüncelere; Hurufilerin harflere yükledikleri anlamlardan, dini birtakım vecibelere kadar hemen her şey hakkında bir yığın malumata sahip bu nadide eser tabiri caizse Hurufiliği yeniden anlamlandırmıştır.

Bu akımın kendisini, İran ve Azerbaycan’dan sonra Anadolu topraklarında oradan da Balkanlar’da Türkçeyle ihata etmesi böyle bir eserin kaleme alınmasındaki bir diğer etkendir. Zira İran ve Azerbaycan coğrafyasında baskı ve zulümlerden dolayı yaklaşık bir yüzyıl sonra bu yeni coğrafyada yayılmasının tek yolu Hurufi felsefesinin Türkçe ifade edilmesinden geçmekteydi.

Hurufiliğin birinci döneminde Farsça yazılan bu eserler ikinci dönemde Türkçeye tercüme edilerek Anadolu ve Balkanlar’da kendini ifade etme kudretini bulur. Hatta Türk edebiyatında önemli bir yere sahip olan Nesimî ve onun tarafından Anadolu’da Hurufiliği yaymakla görevlendirilen Refi’î, karşımıza Hurufiliğin Anadolu’da yayılma şeklini belirleyen ilk kişi olarak çıkar, uyguladığı yöntem de Hurufi felsefesinin Türkçe ifade edilmesidir.

Bu ve benzeri sebeplerden dolayı vücuda getirilmiş olan Hurufilik (İlk Elden Kaynaklarla Doğuşundan İtibaren) isimli bu eser hem madden hem de manen hatırı sayılır bir hacme sahiptir. Kitap, “Hurufilerin Tarihi” adlı bölümde kronolojik olarak bu felsefenin ortaya çıkış serüvenini ve kurucusu Fazlullah ve onun halifeleri zamanındaki Hurufiliğin seyrinden bahseder. Hurufilik felsefesinin “İnsanı merkeze almayı, daha geniş olarak da tanrısal insana ulaşmanın amaçlanması” olarak tanımlandığını gördüğümüz eser Hurufilerin tarihsel analiziyle doğuşu, etkilendiği ve etkilediği akımlar ya da dinler hakkında da son derece doyurucu bilgiler vermektedir. Ayrıca genel itibariyle delillerle “Sünni” olduğuna inanılan Hurufilerin İslam’ı yayma konusunda da kilit bir noktada oldukları üzerinde durulan bir diğer noktadır. Mesela Hurufiliğin din ayırımı yapmaması, Kuran’ın yanı sıra İncil ve Tevrat’a göndermelerde bulunması, Mesih olan Fazlullah inancı gibi nedenlerle Hıristiyan Balkan milletleri tarafından kabul gördüğü dolayısıyla da Balkanlar halkının bu yolla Hurufiliği dolayısıyla İslam’ı kabulü ihtimal dahilinde olan bir konudur.

Eserde Hurufiliğin kurucusu olarak kabul edilen Fazlullah Esterabadî başta olmak üzere birçok halifelere ve onların eserlerine değinilmiştir. Aliyyu’l-A’lâ, Seyyid Nesimî, Refi’î, Işkurt Dede gibi birçok düşünürün Hurufilik hakkındaki tespitleri ve bunları günlük yaşama nasıl aksettirdikleri gibi bilgiler dikkate şayandır. Özellikle Anadolu coğrafyasındaki misyonlarıyla Hurufiliğin Osmanlı topraklarında yayılmasına katkıda bulunmuşlardır. Ayrıca Hurufiliği, Anadolu’da çok yaygın bir tarikat olan Bektaşiliğe tebdil etmeleri de söz konusudur. Bu konuda da şimdiye kadar kabul görmüş bazı yanlış bilgiler eserlerin orijinalinden hareketle çürütülmüştür. Eserler incelenirken de onlardan doyurucu örneklerin verilmesi kitabın ne kadar ilmî olduğunu gösteren bir başka delildir.

Dayanak noktasını harflerin oluşturduğu bu felsefenin savunucuları kudret-i ezeliyenin ilk olarak kelam suretinde olduğunu savunurlar. Usluer, bu konu hakkında şunları beyan etmektedir: “Dünyada maddi manevi ne varsa hepsinin asli cevheri kelamdır ve her şey harflerden oluşan bir kelime ile telakki ediliyordu. Fiziksel dünyanın temeli, şekli ve sesi olan bu harfler, Tanrı’nın bu dünyayı yaratırken kullandığı gereçlerdir.”. Dolayısıyla Hurufilerce harfler, mevcudatın temeli olarak görülmüştür. Kitapta tek tek ele alınan bu harfler, sonuçta tek bir ortak paydada toplanır. Çünkü kesretten daha ziyade vahdeti temsil etmeleri münasebetiyle harflerin birbirlerine karşı bir üstünlüğünün olmadığını kabul edilir.

Alemdeki her bir şey de zaten Yaratıcı’nın “Kün” emrinin bir telakkisidir. Kün ki bir kelamdır, kelam ki harflerden oluşur, harf dediğimiz de noktalardan ibarettir. Ayrıntının küçük hatta mini minnacık olan şeylerde gizli olduğu gerekçesini Hurufiler “nokta” üzerinden yapmış oldukları yorumlarla ortaya koymuşlardır. Hz. Ali kendisini be’nin altındaki bir nokta olarak görürken; Hurufiler nokta hakkında şunları düşünür: “Hattat yazmaya başlarken kalemini koyduğunda önce bir nokta oluşur. Kalemini kağıttan kaldırmadığı sürece diğer bir nokta oluşmaz, yani tamamladığı harfin aslı bir noktadır veya kalemini kaldırsa bile koyduğu ikinci nokta da yine birincisinden farklı değildir, ki bu noktaların birleşmesinden harf oluşur. Asıl olan ilk noktadır. Eğer kişi bu noktayı anlayıp kavrayamazsa, mevcudatı da anlayamaz.”  Noktaların teşekkülünden harfin oluşması ve bir harfte bütün bir mevcudatı görebilme gayesi basite indirgenemeyecek bir vasfa sahiptir. Dolayısıyla kalb ve irca kanunu gereğince nokta ve harf onlar için birbirinden ayrılamayan iki unsurdur.

Eser, Hurufiler ve onların baz aldıkları düsturları kuru bir tasniften daha ziyade birçok yönüyle birlikte incelemeye çalışmıştır. Hurufilerin tarihinden, Hurufilik ve harflere; Allah, insan, peygamberler, ibadetlerden, kıyamet ve ölüm ötesine kadar olan konularda Hurufilerin düşüncelerini ele alır. Alt başlıklar halinde incelenen konular ve kitabın kaynakçası bu konuda bilgi sahibi olmak isteyen okuyuculara son derece doyurucu bir kaynak olma hüviyetine sahiptir.

Harflerin rakamsal değerleriyle ilgili hesaplardan çok alfabedeki harf sayısı üzerine kurulu bir öğreti olan Hurufilik, yaratılmış olan her şeyde Kuran alfabesinin 28, Fars alfabesinin 32 harfini görerek Tanrı’yı bulma yoluna girmişlerdir. Bu yolla harflerin varlığın nedeni ve temeli olması aynı zamanda Yüce Yaratıcı’nın varlıktaki mevcudiyeti de gösterilmeye çalışılmıştır. Özellikle de Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak kabul edilen insan tüm özellikleriyle Hurufi felsefesinin temelinde yer alır. Ayrıca 28 ve 32 harfin alametlerinin sadece insanın yüzünde ve vücudunda hatlar aracılığı ile görünmesi bu felsefenin insan merkezli olduğunun bir diğer ispatıdır. İnsana verdikleri bu değeri ise bakın yazar nasıl ifade ediyor: “Hurufilerin insana verdikleri bu önem, elbette İslamdan kaynaklanır. Kuran’da “Biz insanı en güzel biçimde yarattık” [TÎN 95:4] denir. İnsan eşref-i mahlukattır ve tüm İslami kaynaklarda mahlukatın en üst düzeyinde yer alır. Hurufiler tüm bu kaynaklardan yararlanarak insanı felsefelerinin temeline koymuşlar; harfler ile insan vücudu arasında kurdukları eşdeşlik üzerinden insanın kemalini göstermişlerdir.”

İnsanın daha ziyade de insan yüzünün bu felsefe için ayrı bir öneme sahip olması kitabın “Vech” başlığı adı altında gözler önüne serilmeye çalışılmıştır. Fazlullah’ın 1386 yılında Hurufilik hakkındaki görüşlerinin yer aldığı Câvidânnâme-i Sağîr ve Muhabbetnâme-i İlâhî isimli eserlerinden şu bölümler de insan yüzünün ilahi bir delil olması bakımından dikkate değer niteliktedir:

Yüzde bulunan duyu organlarının taksimi, 2 göz, 2 kulak, 2 burun ve bir ağız olmak üzere 7’dir. Her biri 4’er unsurdan oluşması hasebiyle 28 ilahi kelimeye işaret eder. Dilin altındaki istiva hattı hesaba katılırsa 8 kısım ortaya çıkar ve 4 unsur üzerinden hesaplandığında 32 ilahi kelime hizasında 32 alamet elde edilir.

Nasıl ele alınırsa alınsın kendine has bir yöntemi, inancı, yaklaşımı olan ve felsefi bir akımdan çok daha ötede bir yaşama biçimi olan Hurufilik bu eserle birlikte yeniden anlamlanmıştır. Hurufilik felsefesi, yazarın da belirttiği gibi tam manasıyla bilinmediğinden örneğin Hurufi şairlerin şiirleri doğru bir şekilde şerh edilememiştir. Ez cümle Hurufilik daha çok su götürür, ilmin bir nokta olduğunu kabul ediyorsak eğer… 

 

Elif Karasioğlu



Bu kitabı idefix'ten sayın alın

Yorumlar

Yorum Gönder

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.