"Mezarında kemiklerinin sızlayacağını veya oradan çıkmaya çalışacağını sanmıyorum. Bence gülümserdi ve sonra da bana 1 milyar dolarlık tazminat davası açardı..." Yazar Seth Grahame-Smith’in bu sözleri, İngiliz edebiyatının kraliçelerinden Jane Austen için... Zira her kim ölmüş bir yazarın klasikleşmiş bir kitabını alıp içini zombilerle doldurursa, ister istemez başına gelecekleri, hem arkasından hem önünden konuşulacakları düşünür. Verdiği röportajlardan öyle anlaşılıyor ki Smith de, Jane Austen’in “Aşk ve Gurur”unu zombileyip “Aşk ve Gurur ve Zombiler” haline getirdiğinden beri kendini dünyaya karşı savunmaya geçmiş. Suretlerinin hala yakılmamış olması karşısında da şaşkınlığını gizleyemiyor yazar. Aslında yersiz ve bir parça da göstermelik bir tepki bu, hatta zombi projesinin bir ayağını oluşturuyor büyük bir ihtimalle. Velhasıl bir editör sanatını göstermiş, cin fikrini bir yazara empoze edip çok hatta yok satmayı başarmış, üstelik elimize keyifli bir okumalık da vermişken başlangıçtaki endişeleri dile getirmek kolay olsa gerek. Ancak her şey bir yana 21. yüzyıl insanına kitap hatta klasikleşmiş eserleri okutmak gerçekten bir sanat, yayımcıların çabalarını hoş görmemekse mümkün değil.
Gelelim zombilenmiş romana. Aşk ve Gurur’un konusu malumunuzdur. Jane Austen’ın otobiyografik özellikler de taşıdığı düşünülen romanı diğer eserlerinde de olduğu gibi taşra yaşamının toplumsal ilişkilerine dair bir eleştiri niteliğindedir. Bu ilişkilere damgasını vuran ikiyüzlülük, dedikoduculuk ve yapmacıklık yazarın, dolayısıyla da kahramanlarının sivri dilleriyle açık edilir, taşra hayatının ipliği pazara çıkarılır. Aşk ve Gurur’un kahramanı Elizabeth Benet, orta halli ailesiyle birlikte Londra yakınlarında kendi halinde sakin bir köyde yaşarlar. Benet ailesinin Elizabeth dahil evlilik çağına gelmiş beş kızları vardır ve Bayan Benet’in tek düşüncesi kızlarından en az iki üç tanesinin iyi evlilikler yapmasını sağlamaktır. Ancak son derece düşük servetleri ve göze batan görgüsüzlükleri de düşünülürse Bayan Benet’in işi oldukça zordur. Üstelik iki büyük kızının babalarının da katkılarıyla gelişen zekaları ve zor beğenirlikleri her şeyi karmaşık bir hale getirmeye de teşnedir. Hayatlarına iki şehirli ve zengin beyefendi girince Benetler’in evlilik eksenindeki hikayeleri gelişmeye başlar. Özellikle Bay Darcy’nin Elizabeth’le sonu mutluluğa ve evliliğe uzanan diyaloğu, aşk ve gurur etrafında örülecektir. “Aşk ve Gurur ve Zombiler” ise, orijinal metnin neredeyse tamamına sadık kalınarak yazılmış bir roman. Bütün hikayenin ortasında zombilerin cirit atmasının dışında elbette... Smith’in elinde, Elizabeth ve kızkardeşleri babalarının desteğiyle iyi bir zombi avcısı, savaşçı olarak yetiştirilmiş, eğitimlerini Çin’deki Sholin Tapınağı'nda almış evlilik çağındaki kızlar haline gelmişlerdir. Ancak sosyete arasında Japonya’daki Ninjalardan eğitim almak modadır ve Benetler ne kadar iyi savaşçı olsalar da onların Çin’de eğitim almaları hor görülmektedir. Bay Darcy bu ve benzeri sebeplerle Elizabeth’e olan aşkını kendine ve çevresine itiraf etmekten kaçınır. Elizabeth’in ablası Jane de hayırlı kısmetini, zombilerden ona bulaşan bir hastalığa yakalandığı sanıldığı için, kaybetme aşamasına gelir. Bunda elbette Benetler’in düşük servetinin ve eğitimsizliklerinin de payı yüksektir. Zira Bay Darcy’nin bir baloda özellikle belirttiği üzere “bir kadın müzik çalmak, şarkı söylemek, resim yapmak, dans etmek ve modern diller konusunda çok bilgili olmalıdır; Kyoto ustalarının dövüş tarzlarının ve çağdaş taktiklerin ve Avrupa silahların eğitimini almalıdır...”
“Aşk ve Gurur ve Zombiler”de Elizabeth gözünü budaktan sakınmayan, öldürdüğü düşmanların kalbini yemekten keyif alan hatta görgü kurallarını boş vererek karşısına çıkan düşmanına eteğini kaldırmak suretiyle tekme atacak kadar cesur ve vahşi bir savaşçı olarak çıkıyor karşımıza. Aslına bakarsanız Austen’in aktardığı taşranın dayatmacı ve çiğ ortamında gururunu ayaklar altına aldırmadan, onurlu bir evlik yapmak da zombilerle dövüşmek kadar zorludur ki dolayısıyla ilk feminist roman kahramanlarından biri kabul edilen Elizabeth’e savaşçı olmak böylesine yakışsın... Aksi takdirde onun karşısına çıkan zombileri Afrodit’in zarafeti ve Herod’un acımasızlığıyla biçmesi inandırıcılıktan uzak olmaktan öteye gidemezdi herhalde...
Etrafta çok bildik ve yadsınamayacak düşmanlar, yani zombiler cirit atarken yaşamak daha kolay sanki. Düşmanını tanıdıktan sonra aşk da, gurur da, hayatın tüm gündelik sıkıntıları da kendiliğinden çözülüyor, saflar her daim belirginliğini koruyor. Karnabaharları beyin zannedip kolayca kapana kısılan, olur olmadık her yerde ortalığa fırlayıp kahramanlarımızın omuz omuza dövüşmelerini sağlayan, hizmetkarlarının, posta arabacılarının, dedikoducu komşularının beyinlerini ve kalplerini yeseler de, onları birbirlerine bağlayan zombileriyle “Aşk ve Gurur ve Zombiler”, keşke hayat da klasikleşmiş bir zombi romanı olsa dedirtiyor insana...
Şahane Bir Kitap
Şahane Bir Kitap
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları
Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.
Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.
Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.
Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.
Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.
Elestirmek yerinde bir karar olsa bile unutmamk gerekir 1970 lerin 80 lerin sarkilarini quaver lemek ile ayni sey aslinda
Yeni yorum gönder