Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

İnanna’nın dönüşünü beklerken...




Toplam oy: 1149
Jeanne Achterberg
Everest Yayınları

İnanna,  bütün tanrılar ve tanrıçalar arasında yazılı sözle en çok onurlandırılan tanrıça; göklerin ve yeryüzünün kraliçesi, akşamın hanımefendisi, sabahın yıldızı; uygarlığı yaratan kozmik güç; sevgiyi, şifayı ve doğumun mucizesini içinde barındıran... Ne vakit sen gözden düşsen, insanlık senin düşüş hızında cahilleşti, köreldi, ilkelleşti... Sen yer altına her indiğinde  yer üstünde kalanların uygarlığı geri gitti. Ama adın yeniden kulaktan kulağa fısıldanmaya başlandı hanidir. Yeryüzüne yeniden gerçek şifayı vereceğin günler yakındır belli... İnanna, İştar, Astarti, Kibele, Demeter, Meryem… Hangi isimde olursa olsun yaşamın üretici, dişil yanı yaşanının erilden, doğanın dünyasının ruhun dünyasından ayrı olmadığını yavaş yavaş da olsa yeniden anlamaya başladık.

İki bin yıldır binbir emekle, sadece bize özgü zannederek yarattığımız kültürün kökeni sadece ve sadece Sümerlere, Sümer efsanelerine dayanıyor olabilir mi? Eğer öyleyse, bu nasıl gerçekleşmiş olabilir? Soruların yanıtları elbette özelikle Sümerliler üzerine araştırma yapan antropologların ve arkeologların işi. Ne yazık ki tarihte sorulara kesin yanıtlar yok. Ama her geçen gün yapılan araştırmaların sonuçları, bizler göz ardı etmeye çalışsak da önümüze hiç beklemediğimiz yerlerden çıkıveriyor, ayağımıza takılıveriyorlar. Tıpkı Jeanne Achterberg’in “Kadın Şifacılar” adlı çalışmasında olduğu gibi…

“Kadın Şifacılar”, adından da anlaşılacağı gibi yalnızca Sümerliler üzerine bir çalışma değil, ama son zamanlarda yayımlanan pek çok tarihi-kültürel araştırmada olduğu gibi, alfabenin ilk harfiymişçesine Sümerlilerle başlıyor o da. Her ne kadar  Hıristiyan Batıya odaklansa da şifacılığın Sümerliler’e dayanan köklerine iniyor öncelikle. Yani en eski kozmik bağlantıya uzatıyor ellerini…

Çerçevesi belli ve sınırlı gibi görünse de aslında koskocaman bir kültürel tarih okuması denebilir “Kadın Şifacılar” için. Ana tanrıça inanışının taçlandırıldığı Sümerliler’den, Danimarka’nın şaman kadınlarına, Yunanistan’dan gelen şifacılık mirasından Hıristiyanlığın kadınları taçlandıran ilk parlak döneminine, Ortaçağın soykırımı büyük cadı avına ve oradan da bilimin doğumuyla  günümüze uzanarak kadının git gide değişen, daha çok zaman içinde zayıflayan, talileşen toplumsal-kültürel rollerini anlatıyor şifacılık ve tıp bilimi üzerinden Achterberg. Ana tanrıça kültünün baba tanrıya dönüşümünü izliyoruz kadınların son derece ilgi çekici şifacılık deneyimleri eşliğinde.

Achterberg’e  göre “kadınların toplumsal durumları, çoğu zaman kültürel ilerlemeyi ayna gibi yansıtır ve uygarlığın bir göstergesidir”. İşte bu düşünce ekseninde kurmuş  kitabının yapısını yazar. Ve bazı gözlere çok naif görünebilecek söz konusu yargıyı gayet güçlü argümanlarla desteklemiş. Kitap boyunca kadın şifacıların toplum arasında aldığı yer, kültüre, bilime, cinsiyetlere bakış açısını da açıklık getiriyor. İnanna’nın tahtından edilişinin, tüm insanlığın içindeki dişil özelliklere kapıları kapamanın bedelini hem kültürde hem de bugün çöküşünü izlediğimiz sağlık sisteminde nasıl ağır bir biçimde ödediğimizi görüyoruz.

Örneğin bugün tuhaf bir biçimde  tıbben en az bilgi sahibi olduğumuz alanların başında gelen doğum ve kadın hastalıklarına değiniyor Achterberg. Bu konuda özellikle ebelik sisteminin trajik çöküşüne ayna tutarken dünyada çılgınca artan sezaryenle doğum oranlarının sebebine de bir anlamda açıklama getirmiş oluyor aynı zamanda.
 
Çalışma, bilimin ve modern tıbbın doğuşunu sözünü ettiğim bakış açısıyla ele alırken günümüzdeki yetersizliklere de dikkat çekiyor. Bütün bunlara ek olarak dişille erilin, akıl ile ruhun, uygarlık ile doğanın birleşiminden doğabilecek yeni önermeler üretmesi ise  “Kadın Şifacılar”ı ilgi çekici bir araştırma yapan özelliklerinin başında geliyor: “Güce dayalı sağlık sisteminin toplumsal sıralamasında daha eşitlikçi oranlara geçiş; aralarında yeryüzünün ekolojisi de olmak üzere, daha büyük sağlık sistemlerine dikkat edilmesi; genel sağlığı korumanın akışı içinde sağlığın akli ve ruhsal öğelerini sağaltan tedavinin içerilmesiİ; dişilin sesini de içeren daha insan merkezli bir sağlık sistemi”. Ve şifacılığın özünü oluşturan sevgi ve şefkate küçümsemeden yeniden yer verilmesi… Uygunlaması çok zor önermeler belki de bunlar, ama diğer yandan hepimiz için için biliyoruz ki imkansız da değiller. “Kadın Şifacılar” gibi araştırmaların yazılıp yayımlanıyor olması bile umudumuzu destekler nitelikte…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.