İnanna, bütün tanrılar ve tanrıçalar arasında yazılı sözle en çok onurlandırılan tanrıça; göklerin ve yeryüzünün kraliçesi, akşamın hanımefendisi, sabahın yıldızı; uygarlığı yaratan kozmik güç; sevgiyi, şifayı ve doğumun mucizesini içinde barındıran... Ne vakit sen gözden düşsen, insanlık senin düşüş hızında cahilleşti, köreldi, ilkelleşti... Sen yer altına her indiğinde yer üstünde kalanların uygarlığı geri gitti. Ama adın yeniden kulaktan kulağa fısıldanmaya başlandı hanidir. Yeryüzüne yeniden gerçek şifayı vereceğin günler yakındır belli... İnanna, İştar, Astarti, Kibele, Demeter, Meryem… Hangi isimde olursa olsun yaşamın üretici, dişil yanı yaşanının erilden, doğanın dünyasının ruhun dünyasından ayrı olmadığını yavaş yavaş da olsa yeniden anlamaya başladık.
İki bin yıldır binbir emekle, sadece bize özgü zannederek yarattığımız kültürün kökeni sadece ve sadece Sümerlere, Sümer efsanelerine dayanıyor olabilir mi? Eğer öyleyse, bu nasıl gerçekleşmiş olabilir? Soruların yanıtları elbette özelikle Sümerliler üzerine araştırma yapan antropologların ve arkeologların işi. Ne yazık ki tarihte sorulara kesin yanıtlar yok. Ama her geçen gün yapılan araştırmaların sonuçları, bizler göz ardı etmeye çalışsak da önümüze hiç beklemediğimiz yerlerden çıkıveriyor, ayağımıza takılıveriyorlar. Tıpkı Jeanne Achterberg’in “Kadın Şifacılar” adlı çalışmasında olduğu gibi…
“Kadın Şifacılar”, adından da anlaşılacağı gibi yalnızca Sümerliler üzerine bir çalışma değil, ama son zamanlarda yayımlanan pek çok tarihi-kültürel araştırmada olduğu gibi, alfabenin ilk harfiymişçesine Sümerlilerle başlıyor o da. Her ne kadar Hıristiyan Batıya odaklansa da şifacılığın Sümerliler’e dayanan köklerine iniyor öncelikle. Yani en eski kozmik bağlantıya uzatıyor ellerini…
Çerçevesi belli ve sınırlı gibi görünse de aslında koskocaman bir kültürel tarih okuması denebilir “Kadın Şifacılar” için. Ana tanrıça inanışının taçlandırıldığı Sümerliler’den, Danimarka’nın şaman kadınlarına, Yunanistan’dan gelen şifacılık mirasından Hıristiyanlığın kadınları taçlandıran ilk parlak döneminine, Ortaçağın soykırımı büyük cadı avına ve oradan da bilimin doğumuyla günümüze uzanarak kadının git gide değişen, daha çok zaman içinde zayıflayan, talileşen toplumsal-kültürel rollerini anlatıyor şifacılık ve tıp bilimi üzerinden Achterberg. Ana tanrıça kültünün baba tanrıya dönüşümünü izliyoruz kadınların son derece ilgi çekici şifacılık deneyimleri eşliğinde.
Achterberg’e göre “kadınların toplumsal durumları, çoğu zaman kültürel ilerlemeyi ayna gibi yansıtır ve uygarlığın bir göstergesidir”. İşte bu düşünce ekseninde kurmuş kitabının yapısını yazar. Ve bazı gözlere çok naif görünebilecek söz konusu yargıyı gayet güçlü argümanlarla desteklemiş. Kitap boyunca kadın şifacıların toplum arasında aldığı yer, kültüre, bilime, cinsiyetlere bakış açısını da açıklık getiriyor. İnanna’nın tahtından edilişinin, tüm insanlığın içindeki dişil özelliklere kapıları kapamanın bedelini hem kültürde hem de bugün çöküşünü izlediğimiz sağlık sisteminde nasıl ağır bir biçimde ödediğimizi görüyoruz.
Örneğin bugün tuhaf bir biçimde tıbben en az bilgi sahibi olduğumuz alanların başında gelen doğum ve kadın hastalıklarına değiniyor Achterberg. Bu konuda özellikle ebelik sisteminin trajik çöküşüne ayna tutarken dünyada çılgınca artan sezaryenle doğum oranlarının sebebine de bir anlamda açıklama getirmiş oluyor aynı zamanda.
Çalışma, bilimin ve modern tıbbın doğuşunu sözünü ettiğim bakış açısıyla ele alırken günümüzdeki yetersizliklere de dikkat çekiyor. Bütün bunlara ek olarak dişille erilin, akıl ile ruhun, uygarlık ile doğanın birleşiminden doğabilecek yeni önermeler üretmesi ise “Kadın Şifacılar”ı ilgi çekici bir araştırma yapan özelliklerinin başında geliyor: “Güce dayalı sağlık sisteminin toplumsal sıralamasında daha eşitlikçi oranlara geçiş; aralarında yeryüzünün ekolojisi de olmak üzere, daha büyük sağlık sistemlerine dikkat edilmesi; genel sağlığı korumanın akışı içinde sağlığın akli ve ruhsal öğelerini sağaltan tedavinin içerilmesiİ; dişilin sesini de içeren daha insan merkezli bir sağlık sistemi”. Ve şifacılığın özünü oluşturan sevgi ve şefkate küçümsemeden yeniden yer verilmesi… Uygunlaması çok zor önermeler belki de bunlar, ama diğer yandan hepimiz için için biliyoruz ki imkansız da değiller. “Kadın Şifacılar” gibi araştırmaların yazılıp yayımlanıyor olması bile umudumuzu destekler nitelikte…
Yeni yorum gönder