Alice Munro ile söyleşi: "Yazmadığım zamanlarda da anlattım"
Alice Munro ile söyleşi: "Yazmadığım zamanlarda da anlattım"
STEFAN ASBERG
İsveçli kimyacı Alfred Nobel anısına 10 Aralık 1901'den beri ödül dağıtan İsveç Akademisi, Leo Tolstoy, James Joyce, Virginia Woolf, Mark Twain, Joseph Conrad, Anton Çehov, Marcel Proust, Henry James, Henrik Ibsen, Emile Zola, Robert Frost, W.H. Auden, F. Scott Fitzgerald, Jorge Luis Borges ve Vladimir Nabokov'u atladığı için eleştirildi. Fakat Akademi, ödülü en az bu isimler kadar hak eden William Faulkner, Ernest Hemingway, John Steinbeck, V.S. Naipaul, Doris Lessing gibi birçok edebiyatçıyı ödüllendirdi.
Ödüle layık görülen edebiyatçılar da yazarın sorumluluklarına ilişkin konuştular. Peki, neler söylediler?
2013'te Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan Kanadalı yazar Alice Munro, İsveç'teki törenlere yaşlılığa bağlı engeller nedeniyle katılamadı. Bunun yerine Stefan Åsberg'e yazma serüvenini anlattığı bir röportaj verdi ve bu röportaj için bir de giriş yazısı kaleme aldı. İşte, bu yazı ve Munro'nun cevapları:
Okumaya çok küçük yaşlarda merak sardım. Biri bana Hans Christian Andersen'in, Küçük Deniz Kızı adlı hikâyesini okumuştu ve bilmem hatırlar mısınız ama Küçük Deniz Kızı, çok hüzünlü bir hikâyeydi. Küçük denizkızı bir prense âşık oluyor ama bir denizkızı olduğu için onunla evlenemiyordu. O kadar hüzünlü bir hikâye ki size detaylarını anlatamayacağım. Hikâyeyi okumayı bitirdikten sonra dışarı çıktım ve tuğladan evimizin etrafında yürümeye başladım. Yürürken hikâyeye kafamdan mutlu bir son yazdım çünkü küçük denizkızının böyle bir mutlu sonu hak ettiğini düşünüyordum. Hikâyenin benim kafamdan uydurduğum başka bir hikâyeye dönüştüğü ve dünyanın dört bir tarafındaki insanlara ulaşamayacağı aklımdan çıkmıştı ama elimden gelenin en iyisini yaptığımı düşünüyordum. Bundan sonra küçük denizkızı Prens'le evlenecek ve sonsuza dek mutlu yaşayacaktı ve bunu kesinlikle hak ediyordu çünkü Prens’in onayını almak, onu gevşetmek için çok korkunç şeyler yapmıştı. Bacaklarını değiştirmesi gerekmişti. Normal insanların sahip olduğu bacaklara kavuşması ve yürümesi gerekiyordu ancak attığı her adımda korkunç acılar çekiyordu! Prens'e ulaşmak için bunun gibi zorluklara göğüs germişti. Bu yüzden denizde ölmekten daha fazlasını hak ettiğini düşündüm. Dünyanın geri kalanının bu yeni hikâyeyi bilmeyecek olmasını çok umursamadım çünkü hikâyeyi kafamda kurguladığım an zaten çoktan yayımlandığını hissetmiştim. İşte böyle. Bu, yazmaya erken bir başlangıç oldu...
Öykü anlatmayı ve yazmayı nasıl öğrendiğinizi bize anlatır mısınız?
Kafamdan her zaman hikâyeler uydururdum. Okul yolum oldukça uzundu ve hikâyelerimi genelde bu yolu yürürken kurgulardım. Yaşım biraz daha büyüdükçe hikâyeler daha çok kendimle ilgili olmaya başladı, örneğin kendimi hikâyedeki kadın kahramanın yerine koyuyordum. Bu hikâyelerin dünyaya açılamayacak olması çok da umurumda değildi. Diğer insanların bu hikâyeleri bilmeleri ya da okumalarının çok umurumda olduğunu da sanmıyorum. Daha çok hikâyenin kendisiyle ilgili bir durumdu. Hikâye genellikle benim bakış açımdan oldukça tatminkâr olurdu; küçük denizkızının cesareti, çok akıllı oluşu, sihirli güçleri ve buna benzer yetenekleri sayesinde daha iyi bir dünya yaratabileceği gibi.
Hikâyenin bir kadının bakış açısından anlatılması önemli miydi?
Bunun önemli olacağını hiç düşünmedim. Ama kendimi bir kadından başka bir şey olarak da düşünmedim. Küçük kızlarla ve kadınlarla ilgili bir sürü iyi hikâye vardı. Genellikle ergenliğe ulaştığınızda erkeklerin ihtiyaçlarının vs. karşılanmasının daha mühim olduğunu görürsünüz fakat genç bir kızken kadın olmak bende herhangi bir aşağılık kompleksi yaratmadı. Belki bunun nedeni, Ontario'nun, en çok kadınların kitap okuduğu ve hikâyelerin çoğunu kadınların anlattığı bir bölgesinde yaşıyor olmamdı. Erkekler genellikle dışarıda önemli işlerle ilgilenirlerdi ve hikâyeler dinlemek için içeriye girmezlerdi. O yüzden kendimi evde hissederdim.
Bu çevre size nasıl ilham verdi?
Herhangi bir ilhama ihtiyacım olduğunu düşünmüyorum. Hikâyelerin dünyada çok önemli olduğunu düşünüyordum ve böyle hikâyeler kurgulamak ve bunu yapmaya devam etmek istiyordum. Bunun diğer insanlarla bir ilgisi yoktu. Kimseye anlatmama da gerek yoktu. Bu hikâyelerden birinin daha büyük bir dinleyici kitlesine ulaşmasının ilginç olacağı çok daha sonra aklıma geldi.
Bir hikâye anlatırken sizin için önemli olan nedir?
Elbette o ilk günlerde, önemli olan mutlu sondu. Kötü sonlara, en azından kadın kahramanlarım için, izin vermiyordum. Daha sonra, Uğultulu Tepeler gibi kitaplar okumaya başladım ve çok çok kötü sonlar bulunduğunu gördüm. Bu yüzden fikirlerimi tamamen değiştirerek, trajik unsurları kullanmaya başladım ve bu çok hoşuma gitti.
Küçük bir Kanada kasabasında yaşamının ilgi çekici yanı nedir?
Sadece orada bulunmalısınız. Bence her yaşam, her çevre ilgi çekici olabilir. Eğer bir şehirde yaşasaydım, daha cesur davranacağımı ve daha kültürlü sayılan insanlarla yarışabileceğimi düşünmüyorum. Bununla uğraşmam gerekmedi. Bu hikâyeleri kimseye anlatmasam da, tanıdığım tek hikâye yazan insan bendim ve en azından bir süre için dünyada bunu yapabilen tek kişinin ben olduğumu düşündüm.
Yazı yazarken hep bu kadar kendinize güveniyor muydunuz?
Uzun zaman boyunca kendime güvenliydim ancak büyüyüp yazı yazan diğer insanlarla tanışınca güvenimi yitirdim. Bu işin beklediğimden biraz daha zor olduğunu fark ettim. Ancak hiç vazgeçmedim.
Bir hikâyeye başladığınızda, ayrıntılarıyla planlar mısınız?
Evet, ama çoğu zaman planım değişir. Bir planla başlarım ve onun üzerinde çalışırım. Daha sonra, hikâyeyi yazmaya başladığımda hikâyenin başka bir yöne gittiğini ve başka şeylerin olduğunu görürüm. Ancak, en azından hikâyenin ne ile ilgili olacağı konusunda olabildiğince net bir fikirle başlamalıyım.
Yazmaya başladığınızda, hikâye sizi ne kadar tüketiyor?
Ah, oldukça fazla. Ama bilirsiniz, çocuklarımın öğlen yemeklerini hep hazırladım. Bir ev kadınıydım, o yüzden boş kaldığım zamanlarda yazmayı öğrendim. Zaman zaman cesaretim kırılıyordu, çünkü yazdığım hikâyelerin iyi olmadığını görüyordum, öğreneceğim çok fazla şey vardı ve yazmak beklediğimden çok daha zor bir işti. Ama yine de hiçbir zaman vazgeçmedim. Hiç durmadım, durduğumu hiç düşünmüyorum.
Bir hikâye anlatmak istediğinizde, bunun en zor kısmı nedir?
Sanırım hikâyenin üzerinden geçtiğiniz ve ne kadar kötü olduğunu anladığınız kısım. Bilirsiniz, ilk kısım, heyecanlı, ikinci kısım, oldukça iyi; ancak bir sabah hikâyeyi elinize alıp "ne saçmalık" diye düşündüğünüz an, hikâyenin üzerinde gerçekten düşünmeniz gereken an oluyor. Bu hep bana yapılması gereken en doğru şey olarak gelir. Hikâye kötüyse bu benim suçumdur, hikayenin suçu değil.
Peki, tatmin olmadığınızda, durumu nasıl tersine çeviriyorsunuz?
Çok çalışarak. Ama hep daha iyi bir şekilde anlatmanın yolunu arıyorum. Bir şans vermediğiniz karakterler oluyor ve onlar hakkında biraz daha düşünmeniz ya da onlarla başka şeyler yapmanız gerekiyor. Eskiden, daha süslü bir yazı stilim vardı ama bunun büyük bir kısmını yazıdan çıkarmayı öğrendim. Yani, hikâye hakkında daha fazla düşünüyorsunuz ve hikâyenin konusuyla ilgili, başta anladığınızı sandığınız ama öğrenmeniz gereken daha fazla şey bulunduğunu görüyorsunuz.
Kaç tane hikâyeyi çöpe attınız?
Gençken yazdıklarımın hepsini attım. Aslında bir fikrim yok ancak bunu yakın zamanlarda çok sık yapmadım. Genelde onları yaşatmak için ne yapmam gerektiğini biliyorum. Ancak her zaman bir yerde bir hata fark edebiliyorum ve bazen bunu unutmak gerekiyor.
Hiç bir hikâyeyi çöpe attığınıza pişman oldunuz mu?
Sanmıyorum. Çünkü o zamana kadar çoktan acısını çekmiş ve başından beri o hikâyenin işe yaramayacağını anlamış oluyorum. Ama dediğim gibi, bu çok sık olmuyor.
Yaşlanmak yazınızı nasıl değiştirdi?
Ah, çok tahmin edilebilir şekilde. Genç ve güzel prensesler hakkında yazarak başlıyorsunuz. Daha sonra ise ev kadınları ve çocuklar, sonrasında ise yaşlı kadınlar hakkında... Bu durumu değiştirmek için bir şey yapmanız gerekmiyor, kendisi öylece devam ediyor. Vizyonunuz değişiyor.
Ev işleriyle yazı yazma işini birlikte götüren bir ev kadını olarak, diğer kadın yazarlar için önemli olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Aslında bunu bilmiyorum. Umarım olmuşumdur. Sanırım gençken diğer kadın yazarlara gittim ve bu beni epey cesaretlendirdi. Ama ben diğerleri için önemli oldum mu, bunu bilemiyorum. Kadınların, evdeki herkes dışarıdayken boş boş oturmak yerine önemli bir iş yapıyor olması gerekliliği artık daha çok kabul görüyor. Yani yazmayı, bir erkeğin ciddiye aldığı kadar ciddiye alabiliyor.
Hikâyelerinizi okuyan insanlar, özellikle kadınlar, üzerinde nasıl bir etkiniz olduğunu düşünüyorsunuz?
Hikâyelerimin insanları duygulandırmasını istiyorum; kadın, erkek ya da çocuk olmaları beni çok ilgilendirmiyor. Hikâyelerimin hayat hakkında olmasını ama insanların "ne kadar da doğru" demeleri yerine yazıdan bir ödül çıkarmalarını istiyorum. Bu, hikâyenin iyi bir sonu olmasını gerektirmiyor ama hikâyenin anlattığı her şeyin okuyucuyu duygulandırmasını ve okuyucunun hikâyeyi bitirdikten sonra kendini başka biri gibi hissetmesini istiyorum.
Sizce siz kimsiniz? Bu ifade sizin için ne anlama geliyor?
Kırsal bir bölgede yaşadım, genellikle İskoç-İrlandalı insanlar arasında büyüdüm. Çok fazla şansını zorlamamak ve zeki olduğunuzu düşünmemek yaygın bir yaklaşımdı. Bu popüler olan bir imajdı; "Ah, sen çok zeki olduğunu sanıyorsun." İnsanlara göre, yazı yazmak gibi bir iş yapıyorsanız, zeki olduğunuzu düşünüyordunuz. Gerçi ben de biraz garip biriydim.
Erken bir feminist miydiniz?
"Feminizm" kelimesinin ne olduğunu bilmiyordum ancak elbette bir feministtim çünkü Kanada'nın erkeklerin kadınlardan daha kolayca yazdıkları bir bölgesinde büyüdüm. Büyük ve önemli yazarlar genellikle erkeklerdi. Ama bir kadının hikâyeler yazıyor olması, bir erkeğin hikâyeler yazıyor olmasından muhtemelen çok daha büyük bir başarı olarak görülüyordu. Çünkü yazarlık bir erkek mesleği değildi. Yani durum benim gençliğimde böyleydi, şimdi elbette böyle değil.
Üniversite eğitiminizi tamamlasaydınız bu yazınızı değiştirir miydi?
Değiştirirdi. Yazar olmak konusunda çok daha dikkatli ve daha korkak olmama neden olurdu. Çünkü insanların neler yaptıkları konusunda daha fazla bilgi sahibi olmak, doğal olarak beni daha fazla yıldırırdı. Belki de bu işi yapamayacağımı düşünürdüm. Ama gerçekten, bunun olacağını sanmıyorum. Belki bir süre için ama sonrasında muhtemelen yine yazmayı çok isterdim ve yine de devam eder ve bunu denerdim.
Yazma size bahşedilen bir yetenek mi?
Etrafımdaki insanların böyle düşündüklerini sanmıyorum ama ben bunu bir yetenek olarak görmedim. Yalnızca, çok çalışırsam başarabileceğim bir şey olduğunu düşündüm. Bir yetenekse bile, özellikle Küçük Denizkızı’ndan sonra söyleyebileceğim şu ki kesinlikle kolay bir yetenek değil.
Hiç tereddüt edip, yeterince iyi olmadığınızı düşündünüz mü?
Her zaman, her zaman! Yolladığımdan ya da bitirdiğimden daha fazlasını çöpe attım ve bu tüm yirmili yaşlarım boyunca sürdü. Hayalimlerdeki kadar iyi yazmayı öğreniyordum. O yüzden, yazmak kolay bir şey değil.
Anneniz sizin için ne ifade ediyordu?
Ah, annemle ilgili duygularım biraz karmaşıktı. Annem çok hastaydı, Parkinson hastasıydı ve çok fazla yardıma ihtiyacı vardı. Konuşmakta çok zorlanıyordu, insanlar onun ne söylediğini anlamıyorlardı. O yine de çok cana yakındı ve sosyal hayatın parçası olmayı istiyordu ama bu, konuşma problemlerinden dolayı mümkün değildi. O yüzden ondan biraz utanıyordum. Onu çok seviyordum ama bir anlamda onunla tanımlanmak istemiyordum. Ayağa kalkıp, benden insanlara söylememi istediği şeyleri söylemek istemiyordum. Bu, bir ergenin, engelli bir insana ya da ebeveyne karşı duyduğu hisler kadar zordu. O an, insan bu gibi şeylerin hiç olmamış olmasını umuyor.
Anneniz size herhangi bir şekilde ilham verdi mi?
Sanırım verdi ama fark edebileceğim ya da anlayabileceğim şekillerde değil. Hikâye yazmadığım bir anı hatırlamıyorum. Yani, yazmadığım zamanlarda bile anlattım. Yalnızca anneme değil, herkese. Ancak annemin de babamın da hikâyelerimi okumuş olması... Sanırım annem yazar olmak için çok daha uygun bir insandı. Yazarlığın takdire değer bir şey olduğunu düşünürdü. Etrafımdaki insanlar benim bir yazar olmak istediğimi bilmiyorlardı çünkü birçoğuna bu saçma gelecekti ve ben bu durumdan haberdar olmalarına izin vermemiştim. Çünkü tanıdığım insanların çoğu okumuyordu, hayatı oldukça pratik yaşıyorlardı ve benim hayatla ilgili tüm fikirlerim bu tanıdığım insanlardan uzak olmalıydı.
Bir kadının bakış açısından gerçek bir hikâye anlatmak zor oldu mu?
Hayır, hiç olmadı. Çünkü ben de aynı şekilde düşünüyordum ve bir kadın olarak bu beni hiç rahatsız etmedi. Bu benim büyüme biçimimle ilgili özel bir durumdu. Okuyan birileri varsa, bunlar kadınlar olurdu, eğer birileri eğitim alıyorsa, genelde kadınlar alırdı, bir okul öğretmeni ya da ona benzer bir meslek... Yani kadınlara kapalı olmanın aksine, okuma ve yazma dünyası, kadınlar için, erkeklere olduğundan daha açıktı. Erkekler genellikle çiftçilik ya da diğer türde işlerle uğraşırlardı.
Yani işçi sınıfı bir ailede mi büyüdünüz?
Evet.
Hikâyeleriniz de burada mı başlıyor?
Evet. İşçi sınıfı bir aile olduğumuzun farkında değildim. Yalnızca nerede olduğuma ve ne hakkında yazdığıma bakıyordum.
Her zaman belirli zamanlarda yazmayı, bir çizelgeye göre hareket etmeyi, çocuklara bakmayı ve akşam yemeğini hazırlamayı seviyor muydunuz?
Yazabileceğim her zaman yazdım ve ilk eşim bana çok yardımcı oluyordu. Yazmak onun için takdire şayandı. Daha sonra tanışacağım erkeklerin çoğunun aksine, yazmayı, bir kadının yapamayacağı bir şey olarak görmüyordu. Hep yapmamı istediği bir şeydi ve bu konuda hiç kararsız olmadı. Önceleri çok eğlenceliydi, çünkü buraya taşınmıştık ve bir kitapçı açmaya kararlıydık. Herkes çılgın olduğumuzu ve açlıktan öleceğimizi düşünüyordu, ancak böyle olmadı. Çok çalıştık.
Kitapçı, ikiniz için ne kadar önemliydi?
Geçim kaynağımızdı. Sahip olduğumuz her şeydi. Başka bir gelir kaynağımız yoktu. Açıldığı ilk gün, 175 dolar kazandık. Epey fazla olduğunu düşünebilirsiniz. Öyleydi de çünkü tekrar bu miktara ulaşmak uzun zamanımızı aldı. Masanın arkasında oturur, insanların aradıkları kitapları bulmalarına yardım eder ve bir kitapçıda yapılan işleri yapardım. Genelde tek başıma olurdum. İnsanlar gelirdi ve çokça kitaplar hakkında konuşurlardı. İnsanların gelip hemen bir şey aldıkları bir yerden çok, bir araya geldikleri bir yerdi. Özellikle de geceleri. Tek başıma otururken, her gece birileri gelirdi ve benimle sohbet ederlerdi. Çok güzeldi ve çok eğlenceliydi. Bu ana kadar hep bir ev kadını olmuştum. Hep evdeydim. Aynı zamanda bir yazardım da ama kitapçı, bu dünyaya girebilmek için muhteşem bir fırsattı. Çok fazla para kazandığımızı düşünmüyorum. Muhtemelen, insanların kitap satın almalarını sağlamak yerine, onlarla biraz fazla sohbet ettim. Ama hayatımın en güzel zamanlarıydı. Kitapçıya gelen bir ziyaretçi, “Kitapların bana evi anımsatıyor. – Evet, hemen Amsterdam'ın kuzeyinde yaşıyorum. Çok teşekkür ederim, hoşçakalın” demişti. Bunu bir düşünün. Birinin gelip böyle şeyler dediği zaman bu çok hoşuma gidiyor. Yalnızca imza almak için yanınıza geldikleri değil, niye imza almak istediklerini söyledikleri zaman.
Genç kadınların da sizin kitaplarınızdan ilham alarak yazmaya başlamalarını ister misiniz?
Kitabı zevkle okudukları sürece ne hissettiklerini pek düşünmüyorum. İnsanların ilhamdan çok, büyük keyif almalarını istiyorum. İstediğim, insanların kitaplarımdan keyif almaları ve kendi hayatlarıyla ilişkili bir şeyler bulmaları. Ama asıl önemli olan bu değil. Sanırım ben çok politik bir insan değilim.
Kültürel biri misiniz?
Muhtemelen. Bunun ne anlama geldiğinden çok emin değilim, ancak sanırım öyleyim.
Çok basit bakış açılarınız varmış gibi duruyor.
Öyle mi? Evet.
Bir yerde, her şeyin kolay bir şekilde açıklanmasını istediğinizi okumuştum.
Evet. Ama bunu bilinçli olarak istediğimi düşünmüyorum, bu benim yazma biçimim. Kolay bir şekilde ve doğal yazıyorum. Daha kolayca yazmam gerektiğini düşünmeden.
Yazamadığınız dönemler oldu mu?
Evet. Bir sene önce yazmayı bıraktım ama bu bir karardı. Yazmayı istemek ama yazamamak değildi. Dünyanın geri kalanı gibi davranmak istediğim için verilmiş bir karardı. Çünkü yazarken, diğer insanların yaptığınızı bilmedikleri bir şey yapıyorsunuz ve bu hakkında konuşabileceğiniz bir şey değil. Bir gizlilik dünyasında yolunuzu bulmaya çalışıyorsunuz ve sonra da normal dünyada bir şeyler yapıyorsunuz. Ben bundan biraz sıkılmaya başlamıştım çünkü gerçekten tüm hayatım böyle geçti. Daha akademik yazarların olduğu bir yayınevine geçtiğimde, biraz telaşlandım çünkü öyle yazamayacağımı biliyordum, bende o yetenek yoktu.
Sanırım bu da hikâye anlatmanın başka bir yolu, değil mi?
Evet ve bunun üzerinde, nasıl söyleyeyim, hiç bilinçli bir şekilde çalışmadım. Elbette bilinçliydim ama bir fikre bağlı kalmaktansa kendimi rahatlatan ve mutlu eden bir şekilde çalıştım.
Nobel Ödülü'nü kazanabileceğinizi düşünüyor muydunuz?
Ah, hayır, hayır! Ben bir kadınım. Nobel Ödülü'nü kazanan kadınlar olduğunu biliyorum. Bu onuru seviyorum, ancak hiç böyle düşünmedim çünkü yazarların çoğu kendi işlerini, özellikle bu işleri tamamladıktan sonra küçümsüyorlar. Etrafta, arkadaşlarınıza, muhtemelen Nobel Ödülü'nü kazanacağınızı söyleyip dolaşamazsınız. Bu biriyle sohbet etme yolu değil!
Hiç bu günlere geri dönüp, kitaplarınızdan herhangi birini okuyor musunuz?
Hayır! Hayır! Bu beni korkutuyor! Çünkü muhtemelen biraz şurasını, biraz burasını değiştirmek konusunda korkunç bir istek duyacağım. Bunu dolaptan çıkarıp baktığım kitapların bazılarında yaptım. Ama daha sonra bu değişikliklerin önemli olmadığını fark ettim. Çünkü asıl kitapta bir şeyler değişmiyordu.
Stockholm'deki insanlara söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Ah, bu büyük onur için çok teşekkür ederim. Dünyadaki hiçbir şey beni bunun kadar mutlu edemezdi. Teşekkür ederim!
* Çeviren: Elif İlik
* Diğer Nobel konuşmaları için tıklayınız.
Yeni yorum gönder