Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap


Edebiyatdışı// Ölüme hayranlık duyuyorum


Kalıcılık bir züğürt tesellisi, dünya kalıcı değil ki insan ya da eser kalıcı olsun.

Şule Gürbüz’le röportaj yapmak farklı bir his. Hayatın anlamını arayan bir lise öğrencisinin heyecanı gibi biraz. Ezelden beri merak edilen sorulara başka kapılar açmak için en güzelinden bir yolculuk gibi. Keza, kitapları öyle zaten. Koca bir kütüphane kadar yoğun, bir o kadar da incelikli satırlarla dolu. Konumuz zaman, bellek, ölüm gibi “ağır” meseleler elbette. Şule Gürbüz, bildiğiniz gibi… 

 

HASAN CÖMERT 

 

Bugüne dek sayısız düşünür zamanı tanımlamayı denedi. Bu işin güç olduğu ortada. Siz mekanik saat tamirciliği yapıyorsunuz ve zaman üzerine yazıyorsunuz. Böylesi “büyük” bir kavram üzerine düşünmeye ne zaman başladınız?

 

Mekanik saat tamircisi olmak bana bir tuhaflık ve garabete düşmeden, fazla da dikkat çekmeden sessiz sakin ve uzun vakit kendimle kalabilmenin, o zamana dek bilmediğim bazı güçlüklere mukavemet edebilme anlayış ve imkânını verdi. Dünyanın istemediğim her tür haline karışmama mani olan zarif bir perde olduğu için mekanik saat ustalığını, tamirciliği, saraylardaki atölyelerimi hep kendimin önünde tuttum. İnsan girdiği halin şeklini alıyorsa, o halin hakkını ve sırrını kendine hasredebilir diye düşündüm. Bu yüzden mesleğimi yazarlıktan aşağı görmedim, bana yazarlığı sağladığını, başka sesleri duymamı kolaylaştırdığını hatta bunun bizzat kapısı olduğunu hep bildim. Ama dışarıdan değişik görünen bu iş beni “Muvakkit” yapmaz, Hayri İrdal yapmaz. Yani demem o ki saat tamirciliği, zamanı anlamada ve yazmada sadece sunduğu yalnızlık ve sessizlik sebebiyle bir paydır. Eğer insan, kafasını yormaya, ama gerçekten eritircesine yormaya talip olmuşsa aslında önünde zaman, sonsuzluk, geçicilik, insan kederi, yerin ve göğün arasındaki bu sıkışmışlık gibi dünyanın kurulduğundan beri ağrımaya gelmiş her başı ağrıtmış dertlerden başını alamaz. Ben de tüm bunların içinde zamana elbet değiniyorum ama bu meslekte olmasaydım bu kadar üzerinde durulur muydu, bilemiyorum.

 

Zaman üzerine kafa yormak, zamanı, dünya zamanı olarak görmekten, insanı sınırlı ömrü ile, hayatı gözünün erebildiği ile sınırlamamakla başlar gibi gelir bana. Aksi halde kırgın ve gücenik bir bakıştan başka bir şey geçmez elimize. Bu belki bir ilmihal gibi elbet bir ilk olarak bilinmesi gerekendir ama olacak ve anlaşılacak olan, bu temeli bile unutturacak olan sonradan gelecek olan ilavelerdir. Zaman, insanın kendini gerçek bir sonsuzluk içinde duyması ve bununla ilgili sezişleri arttıkça hakkında düşünmek diyemesem de baş dönmesi ile gelen ani fark edişleri gibi geliyor bana. 

 

‘‘Hiçbir yere gitmiyor denilen çocukluk bile insanın uzanıp değiştiremeyeceği yerlere gidiyor.'' diyorsunuz Coşkuyla Ölmek'te. Çocukluğunuzda ya da şimdiden çocukluğunuza baktığınızda zaman nasıl görünüyor(du)?

 

Edip Cansever’in bir şiirinde “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor” diye bir dize vardı. Bu gitmeyiş ve çocukluğun insanın başının üstünde hep gezmesi asıl olandır bana göre de. Ama şimdi gezip duranın ne olduğu ve insanın başının üstünde bir geçmiş dolanmazkenki hali de bana çok sırlı geliyor. O zaman tüm bu şimdiki vaktin heyulası inşa ediliyordu, çocukluk geleceği ve başının üstünde gezecek ve eksilmeyecek bir rüyayı kuruyor, bir yandan da yaşamaya, bunlara hiç değmeden yaşayabilmeye muvaffak oluyordu. Kırgınlıkların ve korkuların, tatların ve göz önünden akan o ilk dünyanın her türlü ışığı ve hayretleri, tüm bu anlaşılmaz en yeniler, en eskiyi o vakitten olduruyordu. Bunlar olurken ve bu kısacık, aslında insan hayatının 8-10 yıllık bir dönemini kapsayan dönem biterken elinizde size ömür boyu yetecek bir dert, bir hülya, bir oldu mu olmadı mı belirsiz rüya bırakıp hayattan, başın üstünde dönen ve erişilemeyen bir haleye yükseliyor. Çocukluk olanı doğru anlamak, doğru algılamak, kendini şöyle bir doğrultmak ve bakmak adına bu kadar sakat, çaresiz ve marazi iken o halinden bir ömrü inşa edecek duygulanım, alınganlık, kırıklık, yarımlık biriktirmesi ile zaten hayatın nasıl geçeceğinin ipucunu veriyor; çocuklukta başlayan yanlış anlamaların ömür boyu devamı. Buna sebep çocukluk her seferinde farklı anlatılabilen, farklı yorumlanabilen, ilaveleri ve ziyadeleştirilmeleri ile şimdiki ben’e yaklaştırılmaya çalışılan bir hikâye edilendir. Beceriye göre. 

 

‘‘Zaman üstümüze yapıştı, aktığı yerde kaldı, ne kadar ağır ve yapışkan, ne kadar ezici ve kahverengi...’’ Zamanı boğucu bir şemsiye gibi tarif eden birçok cümleniz var. Zamanla ilgili hissiyatınız bu tarife yakın mı?

 

Zaman ağırlığı ya hissedilen ya farkına varılmayan bir şeydir. Keder anında, yani düşünmeye kapı açan hallerde zaman da rengi, kokusu, ağırlığı, kurtulunamazlığı ve yapışkanlığı ile çepçevre kuşatır. Bu seziş kişinin gündelik sıkıntılarına ya da an olup hissettiği boğuntulara, hatta bir derdin etrafında döndüğü vakte denk gelmez. Zamanı hissedecek halde olmak gerçekten yüksek bir ıstıraba, derin bir sezgiye, ani bir görüntü yığılmasına düşer. Bu da aslında güçlü bir zihinsel hatıradır. İnsanın kendisi ve hayatı arasında geçen, başkasına aktarılamayacak bir tecrübe, zihne çakılı bir hatıra olarak kalır. Rengi ve tortusu ile o kısa ama bilinç düzeyi yüksek sezişiyle ağrısına rağmen dünyadaki pek çok şeyin değerini düşürecek kadar yoğun ve tesirlidir.

 

Ben Coşkuyla Ölmek’teki kahramanı, Akılsız Adam'ı bu sezgi makamından konuşturdum. Bu konuşmalar da sözünü ettiğim sebeplerden dolayı ister istemez biraz sembolik, şiirsel ve mecazlı olmak durumunda oldu. Diyen gördüğünü ve neden bahsettiğini çok iyi biliyor da, işte duyan, okuyan ya da dinleyen belki bir siluet sezerse ancak seziyor.

 

Yine Coşkuyla Ölmek'te yer alan ''İhtiyar coşkuyla ölür, genç eğer ölürse coşkuyla ölür.'' cümlesinde zamansal bir ifadeden söz edilebilir mi?

 

Bu da biraz şiirsel ve ifadenin insanın kendi içinde aldığı manaya, düştüğü yerin derinliğinden çıkan sedaya göre anlaşılmaktan ziyade sezilmeye muhtaç bir cümle. Anlatabilirim belki ama bunlar onu daha anlaşılmaz da yapabilir. Anlayabilecek durumda ve halde olana yorum ve tevil gerekmez. Bazı cümlelerin ve ifadelerin, orta halli, çok kendi akarındaki okura olmadığını fazla incitmeden söylemek, hatta ‘’Niye ki?’’ demesin diye söylemeden geçmek gerekir. 

 

KALICILIK ZÜĞÜRT TESELLİSİ

 

Yazmanın ölüm korkusuyla ilgili olduğunu, geçiciliğe karşı bir çaba olduğu söylenir. Katılır mısınız bu görüşe?

 

Ben ölüme hayranlık duyan birisiyim. Tesellim ve sükûn buluşum hep ’’İyi ki ölüm var.’’ cümlesi ile olmuştur. Sonsuz bir yaşamı korkunç buluyorum, fazla uzun bir yaşamı da kendi adıma ürpererek, fazla da uzatamadan, ancak kısaca aklımdan geçirebiliyorum. Şimdi şu camdan, şehirden ve ağaçlardan, yollardan, asfalttan şu daha en az otuz yıl hüküm sürecek genç ve iştah dolu insanlardan ayrılmanın yolunu bana sunan o büyük kapıya hep şükranla bakıyor ve gideceğim düşüncesi ile kalabiliyorum. Yani bende ölüm değil, Allah korusun ölmeme, geç ölme korkusu var.

 

Kalıcılık ise başka bir züğürt tesellisi, dünya kalıcı değil ki insan ya da eser kalıcı olsun.

 

İnsanın sahip olduklarından hesaba çekileceği söylenir. Sahip olmaktan da akla elbet hemen dünya malı gelir. Ama kabul etmek gerekir ki başka insanlardan fazla ya da farklı olarak bize sunulmuş her şey sahip olunan ve hesabı verilecek olandır. Boyunduruktan kurtulmanın, ağırlıklarını atmanın tek yolu bunların hakkını vermektir. Ben yazarak kendimdekinin ağırlığını atmaya, sahip olduğumu, belki benim kadar düşünme ve yanıp yakılma imkânı bulamayana, önemseyip içinden çıkamayana vererek şimdiye ve sonradan gelecek olanlara bir iz ve hatıra bırakmaya çalışıyorum.

 

Cümlelerinizde sık sık eşyalara, nesnelere dokunuyorsunuz. İnsanın ve mekânın belleği açısından eşyalar nasıl bir rol üstleniyor? Sizin için bu kadar önemli kılan nedir eşyaları?

 

Eşya ve nesne, daha fazlası tabiat, bana duyurdukları her şey için borçlu olduğum şeyler. Bu yüzden yanlarından geçerken gönüllerini almak, belki haklarında bilmek istedikleri, kendilerinin görülüp anlaşıldıklarını onlara bildirmek istiyorum. Bu, gördüğümün zekâtı gibi geliyor bana. İnsan bazen kendisi hakkında çok gizli ve derinden bir şey söylendiğini, bir keşifte bulunulup bunun kendisine açık edildiğini tecrübe ettiği zaman üstüne keşfin neden olduğu baygınlığa benzer bir hal gelir. Keşif bayıltıcı bir şeydir. Bu gerçek. Tabiat da bakar, geçer ve siz ona gördüklerinizi, keşfinizi gizlice seslendirirken normalden fazla, sanki biraz daha açılır ve baygın kokularla, sesler ve huzmelerle bu keşfin sularını silkeler.

 

Sabit duran, farklı iklim, mevsim ve ellerde halini muhafaza etmeye çalışan ya da artık kendini kaybeden çalılara, kurumuş otlara, dikenlere, ağaçlara, toprak birikintilerine, çamurlara, sulara, ağaç kabuklarına, tabi ki denize, evlerdeki bazı eşyalara hep bir meclubiyet derecesinde rikkatim vardır. Ömrüm onlara bakmakla geçti. Eşyadan ziyade ışık, renkler ve tabiata, durgunluklara, kıpırtısızlıklara, onlardaki biteviye harekete hep rağbetim oldu. Bendeki hayalâtı ve fikri resmetmede, onları gerçek ve karşılığı olan şeyler olarak karşıma almamda, nihayetinde de yazmamda gözlerimin önündeki süresiz akan görüntülerin, bazı vakit de eşyanın vakti gelince görünüp tamlığı sağlayıp bana yekparelik vermesine hep gizli bir şükranım ve hayranlığım vardır. 

 

“Belki hatırlamak yoktur da hatırlatmak vardır ya da birisinde eksiklik oyuğu açmak.'' diyorsunuz. Hatırlamak ve unutmak sizce kişisel olmanın ötesinde çevre ile şekillenen bir mesele midir?

 

Çevre ile şekillenecek şey aynı şeyle de şekilden uzaklaşacaktır. Çevrenin verdiği şekle şekil değil de giyim kuşam yani çıkarılıp değiştirilebilir, yarın bambaşka bir hale de bürünülebilir bir hal demek daha hakikatli olacaktır. Unutmak da unutamamak da durmaksızın hatırlamak da durup durup hatırlamak da tamamen kişisel yani içtimai şeylerdir. Hatırlama yokluk zemininden bir duygu olduğundan dilin giden dişin yerini ikide bir yoklaması gibi hatırlama da hep bir boşluğu yoklama ve yokluğun hala ve hep yok olduğunu yeniden duyurmaya bıkmayan bir vecdedir. Ve hep oyuk arar, yokluk arayıp ‘’Yok,’’ demenin tadını boşluktan sızdırarak çeker. İnsanın hatırlaması onun varlık planından çıkması ve düşündürebilmesi için de bir keder örtüsünde olması gerekir. Akla gelmekten bahsetmiyoruz elbet, hatırlama, bir zamandan şimdiye akan, varlıktan kayba düşen ve bir boşluğa yuvarlanmışa uzanan bakıştır. Her sahici ve yakıcı şey gibi çevre ile alakası olmayıp, asıl sancısını da çevreye bildirmemede çeker.

 

Çevre nasıl bir şey ise bir masa örtüsü ya da yastık kılıfı gibi neyi çevrelediğini ve örttüğünü, hangi ağrılı başa dayanak olduğunu bilmeden müstakil yaşar, yani çevre çevrelediklerinden bağımsız ve habersizdir.

 




Toplam oy: 4870

Yorumlar

Yorum Gönder


Denizlerden
Esen bu ince hava saçlarınla eğlensin.
Bilsen
Melal-i hasret ü gurbetle ufk-ı şama bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!

43%
57%

Özlemekten helak oldum, oldum, oldum.
Galiba gizliden bir iyi haber duyar gibi oldum.

48%
52%

(meraklısına detay) B.Ada'da Hamidiye c'nin üst katında yağmurdan ıslanmış ve pek çaresiz halde.

50%
50%

Öyle bir yerde öyle bir saatte öyle bir yalnız öyle bir ifadeli gördüm ki hayranlığım bin kat arttı.

46%
54%

Keşke şu videolu söyleşilerden birisi Şule hanımla yapılsaymış. Dünyanın en güzel ses tonu ve konuşma şekillerinden birine sahip ve yüzüne ,ifadesine de .

37%
63%

Büyük bir ruh büyük bır kafa büyük bir dünya büyük bir irtibat büyük bir şifaci sonucunda da büyük bir kalem olduğunu kabul etmek gerekiyor. Kim ne dese o yine de ona uzak .şule gürbüz .

48%
52%

Çok güzel çoooooooook.

49%
51%

Dün gece sehere kadar sahur sohbetinin baştan sona konusuydu.
Ortak duygumuz çok özlediğimizdi. Çok.
Iftar vakti gibi bekliyoruz bir yerden zuhurunu...

52%
48%

Niye yazmıyor? Yazmayı mı bıraktı? Çok özledik...
Yine on sekiz yıl kendinden haber alamayacağız da
kült öykü/romanlarla
2033'te balyozu kafamıza mı indirecek?...
Bir söylesin... Vaktimiz daraldı..
Kurbağanın gözü patlamadan.bişeyler söylesin.
Biri bir söyleşiye ikna etsin... Yeryüzü kuruyacak

54%
46%

Şu yaşıma kadar var olup varlığını belli ettiğine şükrettiğim tek payandam Allah'ın lütfu, Şule Gürbüz.

54%
46%

Çaresizlik şurada.
Ne söylesen, o daha iyisini söyler.
Ne söylesen, o söylediğinin nerende yeşerdiğini bilir.
Tohumu bilir, toprağı bilir, suyu bilir,
tohumun, toprağın, suyun bütün minerallerini bilir.
Dilin yetmez, dimağın yetmez, kelimelerin yetmez.
Yetersizlik,kifayetsizlik duygusuyla boğulursun.
Ve karşısında lal olur kalırsın...
çare nedir. Çare odur.
Yani çare yoktur, o vardır.

53%
47%

eyvallahsız
müdanasız,
minnetsiz
mustağni,
müstenkif denecek yüksek ruh varsa o odur...

55%
45%

Eşsiz.

53%
47%

Saadet asrında yaşasaydı ünvânı Ümmü Hüreyre olurdu
Ve Ebu Hureyrenin beş misli rivayet ve on misli detay ve yirmi misli gözlem bırakırdı...

56%
44%

Türkçe dua etsin, etmeli
Hamd olsun ki, Şule Gürbüz var

54%
46%

Allah'a şükürler olsun. Ne güzel yaratmış.

57%
43%

Bence de diye yazan ve bir alttaki yorumu yani yazarın okunma güçlüğünü dile getiren okurun iyi niyetli yorumunu o zaman diğerleri eş dost yorumudur diyerek kendi kötü zannı, kendi bed bakışı ve süfli düşüncesiyle hiç çekinmeden en berbat insana yol göstererek yazan şahıs ,siz niye böyle her yerde, hep iyinin etrafındasınız?

63%
37%

Şule Gürbüz okuyunca yağlı börek kokusu alıyorum,metinleri fırın gibi iştahı kabartan aynı anda kısa bir süre sonra tıka basa doyacağınızı biliyor olmanızın verdiği meraklı,umutlu bekleyiş..Allah herkese Şule hanım'ın sahip olduğu elit ,etkili arkadaş çevresi nasip etsin zira böyle kendi kendini bitirme mekanizmasına haiz Pr'ı kimse yapamaz.

24%
76%

metinleri aşırı derecede zor. Bir an dikkatinizi ayırmanıza izin vermiyor. Üstelik bütün o zor, karışık ve çok felsefi önermeler o kadar peş peşe ki soluk bile aldırmıyor. Edebiyatçı yerine felsefeci olmaya kesinlikle daha yatkın. Ben ciddi okuru olanlara pek inanamıyorum. Türk okuru daha önce kiminle yetişti de şimdi bunu okuyor bilmiyorum.Haddim değil ama yazara saygım hayli fazla olsa da okuruyum diyene duyduğum şüphe nerdeyse daha fazla.

50%
50%

Hatim sevabı değil de okuyanın eğri muhakemesi doğrulsa..
.yirmi kez okuduğunu iddia eden palavracı bir cümle de kendi kursa...

30%
70%

Keşke Coşkuyla Ölmek'i defalarca hatmedene hatim sevabı yazılsa. Yirmiyi sabah bitirdim. Allah tekrarını nasip etsin. Yazanın eteğinden ayırmasın .Şuleme verdiklerinden bana da versin.

46%
54%

Mithat rumuzlu ya da isimli okuyucu , beylik demişsiniz. Bu beyliğin bir zerresini acaba daha önce nerede ne şekilde görüp okudunuz bize de bilgi verir misiniz? İnsan bir şey, bir aksilik hissedebilir de ş.gürbüz'e en ters insanın bile diyemeyeceği şey beyliktir herhalde.

53%
47%

Şule Gürbüz, bir âhir zaman keşifçisidir. Kaba, nobran, hoyrat, süflî, rüküş, ucûbe, gudubet, kiç (kitsch)insanlığımızın kuvarklarına, günün 24 saatinden daha uzun zamanlara serpiştirdiği, ağrılı-sızılı sonsuz soru işâretleri bırakan bir şiir ve hikâye feylesofudur. Bu dünyaya ve hepimize çok fazladır ayrıca.

51%
49%

Ey okuyucu hala yok musun çığlığı çağrısı sorusu ne kadar provokatif kışkırtıcı ve bigane kalınması imkansız... Ben buradayım diyecek oluyor insan, insan sayılmak ve sanki insanlık yoklaması yapılıyormuş da utanmamak için buradayım diye parmak kaldıran bir çocuk, bir adam olabilmek için....buradayım ey yazar, ey ruhumuzu altüst eden, ey selam sana... Kadıyoran gözlü...

51%
49%

Şu yaşadığımız dönemde edebiyatı sanatı acıyı ve hayatı onun kadar ciddiye alan, üstünde böyle derinlikli düşünen olduğunu hiç zannetmiyorum, görmedim de . Ama bu "biraz da eğlenelim, o kadar önemli değil, kendini fazla ciddiye alma" demeyi ve böyle düşünmeyi ciddiye alanlar tarafından kibirli görülmesine sebep oluyor. Okuyucusundan aşırı derecede ileride. Ey okuyucu hala yok musun?

58%
42%

okuyunca canın yanıyor, kirpiklerin yanıyor, parmak uçların yanıyor, topuklarına cam batıyor, okuyunca azalıyorsun, çoğalıyorsun, bu ruhu tanıyorum diyorsun, bu benim ruhum diyorsun, bu dili tanıyorsun, bu manayı tanıyorsun, özlüyorsun, elestten bir lezzet bu, bu bende yok, olsa bende zuhur ederdi diyorsun, kendinle kavgaya giriyorsun, sonra sonra cüretin kırılıyor, yok yok, hatırlıyorum, eski derin bir hatıra diyorsun, kamaşıyorsun, arandaki mesafeyi ölçmekten, ölçtükçe küçülmekten kendini alamıyorsun, okudukça çoğalıyor okudukça azalıyorsun, büyüyorsun uzuyorsun deriinleşiyorsun,, avcundaki elmas parçalarıyla coşup taşacak olduğunda onlar senin değil diyor yazar, onlar senin değil, evet biliyorsun onlar senin değil. altüst oluyorsun, kendinden kıskanıyorsun, başkaları bilsin istemiyorsun, hem bilsin hem bilmesin diyorsun, büt

52%
48%

okuyunca size neler olduğunu yazar mısınız

46%
54%

Şule Gürbüz'ü Joseph K'nın 13.08.2014 tarihli yorumu kadar doğru ve can alıcı yerden tanımlayan bir okur olmamıştır. Güneş Engin'in çizgisi kadar yazarın ruhuna ve manasına eğilen kıymetdar okuru kutluyor alnından öpüyorum.

59%
41%

Sanırım Şule Gürbüz başka her şeyine rağmen Türkçe'ye sadakati,müthiş vefası,olağanüstü yeteneği,ortaya çıkardığı deyimler,halk deyişleri,mezardan dirilttiği atasözleri ve kendini de ruhuyla dilin içine yerleştirdiği karışım olarak bu sular gibi akan hali ile anılacak.Sadece İstanbul ağzı değil Türkiye'nin hemen her yöresine ait yarı tasavvufi yarı mizahi ruhu da olan müthiş bir lügat kattı Türkçeye.Öldü denilen dil kalkıp hepimize verdi veriştirdi.Elinde edebiyat ve Türkçe yüceliyor.Hele Coşkuyla Ölmek benzersizdir.

59%
41%

Allah'ım beni Şule Gürbüz'e komşu et.

56%
44%

Hiç böyle öyküler okumamıştım,böyle bir dünya kurgusunu hayal edememiştim,bir yazarda bu kadar gücü tasavvur edemezdim,böyle bir kadını aklım hafzalam almazdı,böyle söyleşi görmemiştim,okurken kendimi de kitabın içine saklamak istiyorum.Şule ah Şule ah şule

59%
41%

ey yazar ey
kabuk bağlayan yaralarımı kaldıran
ey kanatan
ey gözyaşım ey
ey son yazar ey

58%
42%

şule gürbüz
bu isim üç yüz sene sonra Hugo ile yan yana olacak kitapçı raflarında

61%
39%

Yeni kitap ne zaman acaba?
İlle de roman olsun diye söylemiyorum
ama roman olabilir mi?

46%
54%

Şule Gürbüz'ün metinleri, Türkçede yazılmış en güçlü metinlerdir. Hatta şöyle söyleyebilirim; her hikaye aynı zamanda birer şiir olma özelliğini de taşımaktadır. Hatta aşk olsun ona, insan bu nazarla dünyaya bakıp nasıl bunca insan türünün içinde yaşar, hayret!

68%
32%

Şule Gürbüz hanımefendi ile bu kitap vesilesiyle tanıştım, çok da iyi oldu..
Yazmak istediğim şeyleri yazdığını ve çok iyi yazdığını görmek çok hoş bir duygu oldu benim için.. özellikle Fatiha’nın bitişi çok derin bir güzellikteydi, hey vapurlar, trenler :)
Kişisel fikrim, çok güçlü ve yetenekli bir yazar olduğudur..
O ölüme, ben kendisine hayran oldum diyebilirim.. (saat tamiri yaa, müthiş dinginlikte biri bence)
Saygılar..

61%
39%

Şimdiye kadar sana büyük hayranlık duyuyordum Şule Gürbüz
şimdi ben de ölüme hayranlık duyuyorum

59%
41%

Ben Şule Gürbüz'ü ve özellikle Coşkuyla Ölmek eserini edebiyat tarihimiz için bir mihenk taşı görüyorum.Tanpınar bile kendi dilinin ,kullanılan dilin ve devrin adamıydı,O.Atay bile öyle. Şule Gürbüz ölüyü dirilten,hayran olduğu ölüme aslında yok diyen gerçekten eli öpülesi bir sanatçı.Varolsun,sağolsun.

61%
39%

duruşunu bakışını çillerini sevdiğim şule gürbüz iyi ki varsın,ama gerçek olamayacak kadar bu dünyaya fazlasın
zamanın farkında çantamda lime lime,ben parça parçayım

70%
30%

Kadın yazar demek böyle yetenekli,duyarlı ve nitelikli bir yazarın kadın olmasından bir kadın olarak gurur duymak demektir.Çünkü kadın yazar azdır.böylesini bulunca da en sevdiğim kadın yazar Şule Gürbüz deniyor,dedirtiyor.Şule Gürbüz en sevdiğim kadın yazardır,gelmiş,geçmiş,belki gelecek.

65%
35%

Güzel söyleşi.Artık kimsenin kitabında bu doluluk yokken Şule Gürbüz söyleşi verirken bu halde .Sen ölüme,ben de sana hayranım Şule.

69%
31%

"en sevdiğim kadın yazar" derken ne demek isteriz?
Yazarın cinsiyetini yazarlığına niye yapıştırïrız?...
Mesela Sevim Burak, Virgina Woolf kadin yazar deriz de
Peyami Safa yahut Dostoyevski neden erkek yazar demeyiz?
Değil mi... En sevdiğim kadın yeter bence...
Hatta sevdiğim kadın... En'siz... Biricik...
Yazar için ayrı cümle kurarım "en sevdiğim yazar" diye.
Mukayeseli olabilir. İstiyorsak..
Ki ikisi de doğru..
.Coşkuyla Ölmek'in Zananın Farkinda'nın, Kambur'un yazarı Sule Gürbüz.
Baska bir sey denmiyor ki...
Ben bir elestiri tanıtım yazisi yazsaydim bin kez Sule Gûrbûz yazar bîrakirdim...

64%
36%

"Beylik beylik laflar" da ne demek beyim...
"Edebiyatçı üsttenliği" de nasıl bir yakıştırma...
Böyle okur alttanlığı mı olur? Madem bir cümle yazıyorsun
bari o bir cümlede bir mana olsun be kardesim...

68%
32%

Şule Gürbüz günümüzün en sahici ve etkileyici yazarı,çok güçlü bir ifadesi var, tekrar tekrar okunası,bu söyleşi de çok güzel olmuş,kitap gibi,teşekkürler.

69%
31%

En sevdiğim kadın yazar,oku oku bitmiyor,özel ve güzel bir kadın Şule Gürbüz,yüz akımız.

68%
32%

Mithat isimli arkadaş yazar için hakkaniyetsiz bir hüküm bildirmişler
ve galiba yazardan iki sayfa okumadan ceplerindeki hazır yaftayı çıkarmışlar.

72%
28%

yine beylik beylik laflar. biraz doğal olsanız, ne güzel olacak. şu edebiyatçı üsttenliği yok mu!

16%
84%

Eşyanın gönlünü alan yazar keşif bayıltıcıdır diyor ya
Hele bir okuyun zamanın farkında'yı, coşkuyla ölmek'i, kambur'u
okuyun da görün ne keşifler var...
İnsan kendini güvende ve emniyette hissediyor okudukça, insanlık yaşıyor,
kalbi olan biri var, ruhu sönmemiş biri var, güncel olana, reklama,
reytinge, billboarda, endüstriye yenilmemiş, poz vermeyen, sözü olan,
sözü ve manayı damla damla biriktiren biri var...
biz kuşluk ve kaylule uykumuza devam etsek,
Biz insanlığımızı askıya alsak da biri var. yani:
yetmiş beş milyon teşekkür Şule Gürbüz'e...

70%
30%

Evet şu anda "rengi, kokusu, ağırlığı, kurutulamazlığı,
kurtulunamazlığı, yapışkanlığı, kuşatıcılığı ile zaman" başucu kırılmış bir çivi gibi...
Şule Gürbüz muhteşem eserine bizi taşıyacak ilave bir iyilik yapıyor ve bu söyleşiyle
kolaylaştırıyor büyük esere giden yolu bize...
Biz okurlar bunu hak ediyor muyuz... sanmıyorum...
Bir bakın ilk soruya verilen cevapta yazar kendini nereye konumluyor,
nasıl tanımlıyor?
Siz hiç gördünüz mü böylesini...
Sadece bir paragraf cevapta kaç kitap var?... Peki kaç edebiyat profesörümüz, kaç esaslı eleştirmenimiz var... Yok işte... Sœyleşi için Sabit Fikire, H.Cömerte ve bahusus yazarımızın ruhunu resmeden Güneş Engin'e teşekkürler

71%
29%

Güneş Engin benim de gördüğüm güneşi görmüş.... Sonsuz güzel

68%
32%

Yeni yorum gönder

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.