"Bu kitabın Almancası var mı?" Kesin vardır!
BINOOKI YAYINEVİ: "Bu kitabın Almancası var mı?" Kesin vardır!
Büyük yayınevlerinin birleşip tekelleşeceği ve dolayısıyla küçük yayınevlerinin canının çok yanacağı söylentileri bir kenarda süredursun, bizden kilometrelerce uzakta bağımsız bir yayınevi, daha yeni başladığı yayıncılık serüveninde sessiz sakin Emrah Serbes'ler, Oğuz Atay'lar, Hakan Bıçakcı'ları basıyor.
Acaba sessiz sakin demişken çok mu alçak gönüllü davrandık? Biraz öyle, çünkü Binooki Yayınevi kurulduğu günden bu yana Türk edebiyatının en canlı damarlarını Almanya'da, Almanca olarak tanıtmakla kalmıyor, aynı zamanda bağımsız yayıncılığın parametrelerini tekrar değiştiriyor. Sosyal medyayı ciddiye alan, günümüzün reklam anlayışına uyan minimal pazarlama teknikleriyle, aslında gümbür gümbür geliyorlar. İki kardeş Selma Wels ve İnci Bürhaniye'nin birlikte kurduğu Binooki Yayınevi ile çevirinin inceliklerini, çok satanları, bağımsız yayınevlerini ve düzenledikleri etkinlikler hakkında konuştuk.
*Kısa sürede, önemli bir çizgi yakaladınız. Bu hikaye ne zaman başladı? Hep bir yayınevi kurma fikri aklınızda var mıydı?
İnci: Gerçekten çok hızlı bir gelişme oldu. Yayınevini kurma fikri ilk kez 2010 İstanbul Kitap Fuarı’nda misafir olarak gezerken oluştu. İki kız kardeş edebiyatı çok severiz ve şahsen ben, uzun yıllardır Türk edebiyatını takip ederim. Ailemizin, özellikle annemizin Almanya’ya gelirken getirdiği Türk Klasikleri (Reşat Nuri Güntekin, Sabahattin Ali vs.) ile başladı bu Türk edebiyatına tutkunluğum. Ben Türkçe ağırlıklı okurken, kardeşim Selma daha çok Almanca okuyordu. Benim önerdiğim bir Türk eserin ardından “Bunun Almancası var mı?” diye soruyordu. Aynı soruyu edebiyat üzerinde sohbet ettiğim Alman arkadaşlardan da duyuyordum. Türk edebiyatındaki eserlerin, Almanca çevirisinin büyük bir ihtiyaç olduğunu gördük.
*Raflarda sürekli aynı yazarlarımızı görüyoruz: Orhan Pamuk, Elif Şafak ya da Yaşar Kemal gibi dünyaca bilinen isimler... Başta gerçekten gururumuzu okşasa da, insan düşünmeden edemiyor, Türk edebiyatı bundan mı ibaret diye. Yazarları ve kitapları seçerken, nasıl bir motivasyonla hareket ediyorsunuz?
Amacımız, Almanca okuyan okurlarımız tarafından zaten tanınmış ve bilinen yazarları yayınlamak değil. Daha çok Türkiye’de güncel konuları ele alan genç yazarları ve edebiyat açısından değerli eserleri tanıtmak. Amerikalı, İskandinav veya Çinli yazarları okuyan insanlara, Türk edebiyatının da bir dünya edebiyatı olduğunu göstermek istiyoruz.
*Frankfurt Kitap Fuarı'nda "en iyi kitap pazarlama taktiği" kategorisinde ödül almışsınız. Ödül almanızı sağlayan fikri bize de anlatabilir misiniz? Şu an planladığınız ya da gelecekte yapmayı düşündüğünüz başka özgün fikirler var mı?
Evet, Virenschleuderpreis diye adlandırılan ödül bize Eylül 2012’de yapmış olduğumuz bir kampanya sonucunda verildi. Bu kampanyada, Barış Bıçakcı’nın Bizim Büyük Çaresizliğimiz adlı eserin Almanca çevirisinden kitapçıklar hazırlayıp Berlin’in değişik semtlerinde 14 gün boyunca dağıttık. Facebook ve Twitter üzerinden, okurların bunları bulabileceği resimli ipuçları verdik ve katılımcılara kitapçıkları okuduklarını gösteren fotoğraflarını, Instagram üzerinde yayınlamalarını söyledik. Oylama sonucu en iyi on fotoğrafı ödüllendirdik.
Bu kampanya fikri, Berlin Uluslararası Edebiyat Festivali’nin bir duyurusu sonucunda oluştu. Bu duyuruda, 4 Eylül’de Berlin’in herhangi bir yerinde '15 dakikalık bir okuma' teşvik ediliyordu. Berlinli okurlar yalnız 15 dakika değil, daha uzun okur diye düşündük ve bunu berlinliestbinooki olarak değiştirdik – ‘Berlin Binooki Okuyor’ anlamına geliyor. Gelecekte mutlaka daha değişik kampanyalar gerçekleştiririz.
*Bilirsiniz, çeviri konusu çok hassastır, her zaman o dile ait özgün deyişlerin, hissiyatın kaybolacağı tehlikesi vardır. Mesela Emrah Serbes gibi bir yazarın kitaplarının Almancaya çevrilmesi sizce zor mu? Çeviri sürecini nasıl hallediyorsunuz?
Çevirinin çok iyi olması bizim için başta gelen ilkelerden biri. Çeviri kötü olduğu takdirde, kitap okurunu bulamaz ve hak ettiği değeri alamaz. Bu sebepten dolayı, biz her kitap için uygun, kitapta kullanılan dili, yaş ve bilgi olarak da doğru anlayabilecek profesyonel çevirmenler ile çalışıyoruz.
Emrah Serbes’in kitaplarını bu nedenle Oliver Kontny ve Johannes Neuner çevirdiler. İkisi de Emrah Serbes yaşında ve edebiyat çevirilerinde profesyoneller. Metin Eloğlu’nun İstanbullu eserini Ute Birgi-Knellessen çevirdi. Bu hanımefendi, Metin Eloğlu’nun yaşadığı dönemde, uzun yıllar İstanbul’da yaşamış ve Eloğlu’nu tanıyan insanları da tanıyor. Bu sebepten dolayı, Ute Birgi-Knellessen bu eser için çok uygun bir çevirmendi.
*Türkiye'deki yayınevleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Beğendiğiniz, iletişim halinde olduğunuz ya da işbirliği yapabileceğiniz bir yayınevi var mı?
Biz bu işe girişmeye karar verdiğimizde, yayınevleri ve ajanslardan bize çok destek verildi. Türkiye’deki çalışma tarzlarını çok iyi tanımasak da, bizimle olan çalışmalarında çok profesyonel olduklarını söyleyebiliriz. Şu ana dek daha çok İletişim Yayınları’ndan çıkan eserler programımızda bulunmakta. Fakat bu bir tesadüf. Eser seçimimizde, hangi yayınevinden çıkmış olduğu değil, bizim beğenip beğenmemiz önemli oluyor.
*Genel olarak yayıncılık piyasası tekelleşiyor ve şartlar iyice zorlaşıyor. Şu anda sizin bulunduğunuz konumdan, işler nasıl gözüküyor?
Biz Binooki yayınevi olarak – Alman okurları için şimdiye dek bu şekilde bulunmayan, sırf Türkiye’de yazılan Türk edebiyatını yayımlayan bir yayınevi olarak – özel bir durumdayız. Günümüzün gelişmelerini, özellikle e-kitap, dijital yayınlama sistemini dikkate alıyoruz ve sosyal medyayı ihmal etmiyor, hatta ağırlık veriyoruz.
*Binooki olarak, etkinlikler düzenliyor musunuz? Berlin'de inanılmaz bir sanat sahnesi var ve edebiyatı bu tarz etkinliklerle buluşturmalı mıyız sizce?
Etkinlikler düzenliyoruz. Bu yıl yalnız Berlin değil, Almanya’nın değişik kentlerinde (Lübeck, Bremen, Essen, Stuttgart, Dresden vs.) festivallerde, okuma ve tanıtım akşamlarında bulunduk. Tabii ki Berlin’de daha fazla etkinliklerimiz oldu.
*Yayınevinizin Kreuzberg'de olduğunu okudum... Gerçekten de multi-kulti olan bu semti özellikle mi seçtiniz? Okurlarınızın profili de böyle mi? Kreuzberg'i hep, 'küçük İstanbul' diye anlatırlar; okurlarınızdan çok Almanya'da yaşayan Türk var mıdır, merak ediyorum. Mesela, üçüncü kuşak Almanya Türkleri olan, yaşıtım tanıdıklarım var ve Türkçe kitap okurken dili anlayamadıklarını söylüyorlar. Onların da tercihi Almanca çeviriler olabilir mi?
Tabii ki, bu işe başlarken daha çok bu ikinci, üçüncü nesil Türkleri düşündük. Hatta bu sorun yalnız bu nesil için değil, başta da belirtmiş olduğum gibi, biz iki kardeş arasında bile görülüyor. Fakat gerçek şunu gösteriyor ki, bizim okurlarımız Türk veya Türk asıllı değil, %90 üstü Alman veya Almanca okuyan başka ırktan insanlar. Bunu ümit edip amaçlamıştık fakat böyle büyük sayıda olacağını düşünmemiştik.
Yayınevimizin Kreuzberg’de bulunmasının sebebi, bizim Alman bir yayınevi olarak Türk eebiyatını buraya taşıyor ve hem Alman hem Türk olan iki kardeş olarak iki kültürü bu ülkede yaşıyoruz olmamız.
*Belki de en çok sormayı istediğim şey... Küçüklüğümden beri, ablamlarla beraber bir kitapçı açmayı düşünürdük; sadece kendimize ait, istediğimiz kitapları sattığımız sıcak bir aile ortamı hayal ederdik. Siz de iki kardeş olarak bu harika yayınevini kurdunuz, peki gerçekten de 'sıcak bir ortam' var mı?
Gülümseyerek evet diyorum. Biz 2011 ilkbaharında İstanbul’a geldiğimizde, yayınevleri ile irtibat kurmaya başladık. İlk girdiğimiz yayınevi Metis Yayınları’nın binası idi. O mükemmel ortama hayran kalmıştık ve karşılaştığımız ilk bayana “Ne kadar güzeldir böyle bir ortamda çalışmak!” diye seslendiğimizde ise, kendisinin de çok mutlu olduğunu ve orada, kendi evinde gibi hissettiğini söylemişti. Bir gün yanımızda çalışanlarımız olur ve böyle bir şey söylerler ise biz çok mutlu oluruz. Henüz işin başındayız fakat biz çok mutluyuz – yayınevimizde, evimizde.
(Söyleşide kullanılan görseller Radikal, Deutsche Welle ve WDR5'ten alınmıştır.)
Tebrik ediyorum. Düşüncelerimiz örtüştü. Ben 65 yaşında yazmaya başladım.
Şöyle ki elim kalem tutuyor. Amerika'da lüks yaşam sürüdrüp beni (Anadolu'yu) anlatanlara inat yazıyorum. Olduğu gibi anlatıyorum.Abartmıyorum. Onlar yaşadıkları dünyayı anlatsalar daha iyi olur. Bırakın herkes kendini anlatsın. Ben öyle düşünüyorum. Türkiye'de bir zamanlar belli 3-5 sanatçı bilinirdi. başka sanatçı dünyaya gelmeyecekmiş gibi. Burda düşüncelerimiz örtüşüyor. Sizi gönülden kutluyorum. Size yayınlanmamış bir dosyamı göndermeyi(Türkçe) düşünüyorum. Ne dersiniz? Başarılar.
Yeni yorum gönder