Edebiyatdışı// Öldürmeyeceksin!
Yakın bir zamana kadar, gündem belliydi; sadece izliyorduk açlık grevlerini. Devlet de bizimle beraber izliyordu. Durumu “zaten rejime ihtiyaçları var,” diye alay konusu haline getiren devlet büyükleri bile vardı, gerisini siz düşünün! Peki, gerçekten çözüme ulaştık mı? Çözüm nerede? Ya da var mı? Yeni romanı O Muhteşem Hayatınız bu ay okuyucuyla buluşan Oya Baydar’a kulak verdik.
Açlık grevleri sonuçlandı, ama sorunlar hala ortada. Bu sürecin çözümünü nerede, nasıl görüyorsunuz?
Çözüm öncelikle insani ve vicdani bir dilin egemen olmasında. İktidarın, özellikle de Başbakan’ın dili insafsız, gaddar, aşağılayıcı olmakla kalmıyor, provokatif bir etki de yapıyor. Sadece iktidar partisi değil, bütün siyasal partiler ve yapılar uzlaşmaya dönük bir dil ve bakış sergilemeliler. Açlık grevindeki insanları aşağılamak yerine onların taleplerine kulak vermeli, bu haklı taleplerin hayata nasıl geçebileceği konusunda diyaloğa girmelilerdi. Belirleyici adım İmralı’ya avukat görüşünün sağlanmasıydı. Bu konuda inatlaşmanın akla ve hukuka dayandırılabilecek hiçbir nedeni yok. Asıl mesele, sorunu gerçekten çözmek isteyip istemedikleri. Bazı hükümet üyelerinin çözümden yana oldukları belli oluyor; ancak Tayyip Erdoğan’ın başını çektiği kanat, sanki ölümler olsun diye bekler gibiydi.
(Brezilyalı siyasi çizer Carlos Latuff, İsrail cezaevlerindeki Filistinli mahkumların açlık grevlerini resmetmişti.)
Başbakan açlık grevleri ile ilgili "Buradan tüm dünyaya sesleniyorum. Kuzu kebap yiyorlar,’’ yorumunu yaptı. Başbakan’ın bu sözlerini nasıl yorumluyorsunuz?
Bu sözleri yorumlamak yerine, yanlış beyan ve iftiradan soruşturma açmak gerekir diye düşünüyorum. Şu sıralarda, zamanında Ergenekoncu çevrelerin görevini üstlenmiş görünen Akit gazetesinin servis ettiği yalanı bir Başbakan'ın ağzından duymak, ülkenin ve hepimizin geleceği açısından endişe verici.
Bu mesele sadece açlık grevine girenlerin talepleri doğrultusunda mı değerlendirilmeli sizce?
Açlık grevleri Kürt sorununun bütününden bağımsız değildi. Evet, iddia ettikleri gibi siyasal amaçlı eylemlerdi bunlar. Ama bu siyasal denilen eylemin amacı Kürt halkının gasp edilmiş haklarının en doğal ve tartışmasız olan birkaçının iadesinden ibaret. Kürt sorunu sadece bu talepler üzerinden değerlendirilemez kuşkusuz. Yine de haklı taleplerin yerine getirileceğine dair lafta kalmayan adımlar, büyük sorunun çözümüne doğru ilerleme sağlar.
İşin bir de öteki yanı var: Kürt siyasal hareketinin ve tutuklularının talepleri karşısında tepkisel bir Türk cephesi buluyor. Sorunun çözümünün düğümü tam da burada zaten. Türk milliyetçiliği yıllardır süren savaş ortamında daha da pekişti, derinleşti. Ancak intikamcı milliyetçi söylemin yaygınlaşmasında siyasilerin payını da unutmayalım. Hele de son dönemlerde, Türk milliyetçiliğini yatıştırmak, barış ve kardeşliği yüceltmek, kitleleri sakinleştirmek yerine, geçmişte 1990’ların en zor günlerinde bile kullanılmayan savaşçı ve provokatif bir dil kullanılıyor, kitleler kin ve düşmanlığa teşvik ediliyor.
ÖLÜM CEZASI, UYGAR ÜLKELERDE YOK
Hayata Dönüş Operasyonu ve daha önceki açlık grevlerinde de benzer sahneleri yaşadık diyebilir miyiz? Devletin sorumlulukları konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Benzer gelişmeleri ve zihniyeti 2000 başlarının F Tipi ceza evlerini protesto amaçlı ölüm oruçlarında da yaşadık. Zamanın devletinin inadı ve gaddarlığı, izleyebildiğim kadarıyla en az 150 tutuklu ve hükümlünün ölümüne ve hepimizle alay edercesine adı 'Hayata Dönüş Operasyonu' konan, 33 kişinin öldürüldüğü faciaya neden oldu. Tutuklu ve hükümlüler devlete emanet edilmiştir, ölümlerinden ve sakatlanmalarından devlet sorumludur. Bu gerçek, estek köstek diyerek saptırılamaz. Yoksa 'katil devlet' olunur. O zamandan bu zamana zihniyetin de uygulamanın da değişmediğini görmek umut kırıcı.
Diğer yandan Başbakan “Terör suçlarında idamı tartışabiliriz,” açıklamasını yaptı. Geldiğimiz noktada bu açıklamayı nasıl değerlendirebilirsiniz?
Bu soru sorulduğunda, kendimi tutamıyorum. Açlık grevlerine karşı, bir devlet adamının asla tevessül etmemesi gereken bir şantaj hamlesi olarak değerlendiriyorum. Öte yandan, topluma yutturmaya çalıştıklarının aksine ölüm cezası demokratik uygar hukuk devletlerinde ya yok, ya da kaldırma mücadelesi var. Örnek gösterdikleri ülkelerin hemen tamamı diktatörce sürdürülen otoriter rejimler. İnsanın midesini bulandıran bir başka söylem de, halk idamı istiyor, denmesi. Halkı önce kışkırtacaksın sonra kendi ölüm tacirliğini halka yükleyeceksin. Şunun bilinmesi, yüksek sesle haykırılması gerekiyor: Temel haklar referandum konusu değildir, hele de hakların başında gelen yaşama hakkı, referanduma sunulamaz, kişinin kendinden başka kimseye sorulamaz. İnançlı kesimlere de hatırlatmak gerekiyor ki, bütün dinlerin çıkışında bulunan On Emir’in ilki “Öldürmeyeceksin,”dir ve Müslümanların kitabı, “Bir cana kasteden bütün insanlığı öldürmüş olur” der.
Yeni yorum gönder