Sevengül Sönmez ile söyleşi: Sabahattin Ali'den mektup var
Sevengül Sönmez ile söyleşi: Sabahattin Ali'den mektup var
GÖKÇE GÜNDÜÇ
Değirmen, Kağnı, Ses, Yeni Dünya ve Sırça Köşk adlı öykü kitaplarının, Kuyucaklı Yusuf ve İçimizdeki Şeytan adlı romanların, Dağlar ve Rüzgar adlı şiir kitabının yazarı olan Sabahattin Ali'yi Türkiye daha çok Kürk Mantolu Madonna'nın yazarı olarak tanıyor. Yapı Kredi Yayınları'ndan Sevengül Sönmez editörlüğünde çıkan Canım Aliye, Ruhum Filiz ise Sabahattin Ali'yi Kürk Mantolu Madonna'nın ötesinde, başka yönleriyle de tanımak isteyen okuru, kitapçıların raflarında bekliyor.
Bu kitap, 1948'de yurtdışına kaçmak isterken, Kırklareli yakınlarında öldürülen Sabahattin Ali'nin eşi Aliye ve kızı Filiz'e gönderdiği mektupları bir araya getirerek, büyük sıkıntıların yaşandığı çalkantılı dönemlerde bile ailesinin sorumluluğunu taşıyan bir yazarın eş ve baba olarak portresini çiziyor. Bir yandan da Ali'nin Aziz Nesin ve Mustafa Kemal Atatürk ile ilişkisine, dönemin politik atmosferine dair ipuçları veriyor.
Tüm bunları konuştuğumuz Sevengül Sönmez, yeni bir kitabın da müjdesini verdi.
"Aliye Hanım, evlenebilmek için ailesiyle mücadele etti"
Bu mektupları okuduğumuzda Sabahattin Ali'nin bilmediğimiz hangi yönlerini göreceğiz?
Sabahattin Ali çok yönlü biri. Yazar olarak da sanatçı olarak da. Ayrıca gazeteciliği, mizah yazarlığı ve bana kalırsa öğretmenliği de onun renkli yanları. Bu mektuplar ise Sabahattin Ali’nin eşi (elbette önce nişanlısı) ve kızına yazdığı mektuplar olarak aile yaşamına dair pek çok ipucu veriyor. Evlilik hakkındaki düşünceleri, nasıl bir hayat istediği, çocuğunu nasıl yetiştirdiği.
Bunun yanı sıra ailesine duyduğu sorumluluk mektuplarda en çok göze çarpan unsur olacak bana kalırsa. Sabahattin Ali her nerede olursa olsun, ailesini düşündüğünü, onların her ihtiyacıyla ilgilendiğini görüyoruz mektupların tamamında.
Bunlar Sabahattin Ali’nin bilinmeyen yönleri değil belki, ama mektuplarda kendi dilinden okumak onu biraz daha tanımak açısından kıymetli geliyor bana.
Sabahattin Ali'nin hapis yattığı bilinmesine rağmen Aliye'nin ailesi evliliklerine karşı çıkmıyor. Bu o dönem için ilginç bir durum değil mi? Aliye'nin ailesi de Sabahattin Ali gibi politik mi?
Aslında böyle değil. Filiz Ali, Filiz Hiç Üzülmesin kitabında bu konuda şöyle yazıyor:
"Anneannem ve büyükbabam, annemin poliste fişi olan bir adamla evlenmesine şiddetle karşı çıkmışlar ama annem direnmiş ve babamın evlenme teklifini kabul etmiş."
Yani ısrar eden ve bu evlilik için ailesiyle mücadele eden Aliye Hanım.
"Atatürk'e hakaret ettiği iddiaları bir komploydu"
Memleketten Haber adlı şiiri dolayısıyla Mustafa Kemal'in Sabahattin Ali'ye küstüğünü, öğretmenliğe dönebilmek için Benim Aşkım adlı bir özür şiiri kaleme aldığını biliyoruz. Memleketten Haber'in içeriği tam olarak neydi ve bu şiirden yola çıkarak, Sabahattin Ali'nin Atatürk'ü ve Cumhuriyet devrimlerini sorguladığını söyleyebilir miyiz?
Biraz daha geriden başlayarak anlatmam gerekiyor. Memleketten Haber adlı şiirin yol açtığı bu durumu anlamak için 1932’de neler olduğuna bakmak gerekiyor.
Sabahattin Ali Konya'da öğretmenliğe başlamış, kendine yeni bir hayat kurmaktadır. Bu arada Yeni Anadolu gazetesinde çevirileri ve öyküleri yayımlanır. Haziran 1932’de ise Kuyucaklı Yusuf gazetede tefrika edilmeye başlanır. Gazetenin satışında beklenmedik bir artış olup da telifi ödenmeyince Sabahattin Ali de tefrikayı 26. sayıda yarım bırakır. Bunun üzerine Cemal Kutay ile araları açılır ve olaylar giderek sertleşince Cemal Kutay, Sabahattin Ali’nin Atatürk’e hakaret ettiğini iddia eden bir komplo kurar.
Kutay, Sabahattin Ali’nin bir süre önce gazeteye yayımlanması için bıraktığı şiirlerden biri üzerinde değişiklik yapmış, Mustafa adlı bir öğretmen aracılığıyla şiirde Atatürk’e hakaret edildiği gerekçesiyle Sabahattin Ali’yi ihbar ettirerek, Sabahattin Ali’nin Memleketten Haber başlıklı bu şiiri yedi sekiz ay önce bir arkadaş toplantısında okuduğunu, akrabalarından Remzi ve İlköğretim Müfettişi Mehmet Emin Soysal’ın da bu toplantıda bulunduğunu iddia etmiştir.
Memleketten Haber, Sabahattin Ali Almanya’dayken yazdığı şiirlerden biridir. Sivas’taki bir Bektaşi hareketini anlatan 6+5 ölçülü bu taşlamada “Atatürk” ya da “Gazi” sözcükleri bulunmamaktadır. Asım Bezirci’nin aktardığına göre şiirin bazı bölümleri şöyledir:
Hey anavatandan ayrılmayanlar
Bulanık dereler durulmuş mudur?
Dinmiş mi olukla akan o kanlar?
Büyük hedeflere varılmış mıdır?
Asarlar mı hâlâ Hakka tapanı?
Mebus yaparlar mı her şaklabanı?
Köylünün elinde var mı sabanı?
Sıska öküzleri dirilmiş midir?
(...)
Cümlesi belî der enelhak dese
Hâlâ taparlar mı koca terese?
İsmet girmedi mi hâlâ kodese?
Kel Ali’nin boynu vurulmuş mudur?
Sabahattin Ali savcılığın iddianamesine itiraz etmek için yazdığı dilekçede bütün bunları anlatır ve okuduğu iddia edilen şiirle ilgili söyledikleri Konya’da yaşadıklarının ve başına gelenlerin özeti gibidir:
"Böyle bir şiir yazdığımı ve bunu beş altı ay evvel okuduğumu iddia edenler beni bir ay evveline, yani kendileri ile alakamı kestiğim zamana kadar sahibi oldukları gazetede çalıştırıyor ve siyasi başmakaleler yazmama müsaade ediyorlardı. İhbarlarında hakikatten bir zerre bulunsa bunu yapmalarına imkân olmaması icap ederdi... Bana gösterilen Memleketten Haber isimli şiiri ilk defa görmekle beraber bunda reisicumhur hazretlerinden bahis bulunmadığını, aynı zamanda hakareti tazammun edecek bir yeri de olmadığını ve bunun da tevkifime sebep olmayacağını ayrıca şayan-ı kayıt bulurum."
Dolayısıyla bu şiirden yola çıkarak Sabahattin Ali’nin Cumhuriyet ile ilgili görüşlerine ulaşmak pek mümkün değil. Ancak Sabahattin Ali’nin modern bir devlet fikrine çok sıcak baktığını, Cumhuriyet’in başta Ankara olmak üzere Anadolu şehirlerde yarattığı değişimi önemseyen biri olduğunu biliyorum.
"Kitle ile anlaşmak için yapılan her hareket doğrudur"
Bir yanda da Latin alfabesiyle ilişkisi var... Eşine gönderdiği mektuplarda ve aldığı kişisel notlarda, Arap alfabesini yeğlediğini düşünürsek, geçmiş alışkanlıklarını değiştirerek, yeni bir alfabeye adapte olmak onu zorlamış mıydı?
Sabahattin Ali’nin alfabe konusunda nasıl bir tavrı olduğunu bilmiyorum. Almanca bilen biri olarak elbette Latin alfabesini kullanıyordu, bu nedenle de öğrenmesi diye bir şey söz konusu olmadı elbette. O dönemde yaşayan hemen herkes gibi Arap alfabesine yatkınlığı olduğunu ve rahat ettiğini düşünüyorum ve ölene kadar da kullanıyor zaten bu alfabeyi. Filiz Ali’ye ise elbette sadece Latin alfabesiyle yazabilirdi.
Aynı zamanda Öz Türkçe sözcükleri benimsiyor ve eserlerini bu doğrultuda sadeleştiriyor...
Sabahattin Ali, Ekim 1935’te Yücel dergisinin 8. sayısında yapılan ankette, “Son dil cereyanını nasıl buluyorsunuz” sorusuna şöyle yanıt verir: “Kitle ile anlaşmak ve birleşmek için yapılan her hareket güzel ve doğrudur.”
Sabahattin Ali Türkçenin sadeleşmesi gerekliliğine inanmıştır. Almanya’dan döndüğü ilk yıllarda, zamanın dil anlayışına uygun olarak yazdığı öykülerini, gözden geçirmiş, kısa bir süre sonra kitaplaşan bu öyküleri yeniden kaleme almıştır. Birdenbire Sönen Kandilin Hikâyesi ve Kurtarılamayan Şaheser başta olmak üzere Sabahattin Ali pek çok eserinde Dil Devrimi’ne uygun değişiklikler yapmıştır.
Sabahattin Ali’nin değiştirdiği sözcüklerden birkaçı: mevcut olmak bulunmak; irtifa yükseklik; muhteriz ürkek; muhafaza etmek korumak; mütemadiyen durmadan; azamet büyüklük; ifşa etmek açığa vurmak; ziya ışık, merbut bağlı, sabit değişmez; müşabih e benzer; infial kızmak vb.
Kitap renkli basım olmadığı için göremiyoruz ama mektuplarında yine alametifarikası olan yeşil mürekkebi mi kullanıyor?
Evet, mektupların büyük çoğunluğu yeşil mürekkeple yazılmış.
Yeni bir kitap mı geliyor?
Aziz Nesin'le ilişkisine mektupların Markopaşa'dan bahsettiği bölümlerinde biraz değiniyor. "Şimdilik işleri tek başına Aziz Nesin'in üzerine bırakmama imkan yok. Henüz siyasi bakımdan da, mizah bakımından da kontrole muhtaç. Hiç olmazsa dört nüshayı ben çıkaracağım" ifadeleri bence ilgi çekici. Aziz Nesin üzerindeki etkisi neydi? İlişkileri nasıldı?
Sabahattin Ali ile Aziz Nesin ilişkisi hayli karışık bir ilişki. Aziz Nesin, Sabahattin Ali hakkında bir kitap yazacağını söylerdi, ama olmadı. Doğrusu okumayı çok isterdim. Aziz Nesin Birlikte Yaşadıklarım Birlikte Öldüklerim adıyla ölümünden sonra yayımlanan kitabında uzun bir bölüm var.
Bu ilişkinin karmaşasını anlamak için dönemi iyi bilmek gerektiğini düşünüyorum. Şartlar, yokluklar ve korkular.
Yine de soruya dönecek olursam: Sabahattin Ali’nin Aziz Nesin’e kıyasla büyük bir yazar oluşu, ilişkinin eşit başlamamasına neden olmuş belli ki. Sonrasında da Aziz Nesin’in Markopaşa’nın her şeyini üstlenmesi, Sabahattin Ali’nin ise ona göre daha rahat olması aralarındaki sorunun büyümesine neden olmuştur.
Bugünlerde en çok yapmak istediğim şey, Markopaşa yazışmalarını kitaplaştırmak. Aziz Nesin ve Sabahattin Ali arasındaki mektuplar başta olmak üzere, diğer ortakların yazdıkları ve mahkeme tutanaklarını bir araya getirmekten söz ediyorum. Kısmet...
1944'ten sonraki mektuplarında başkalarının ne düşündüğü konusunda hassaslaştığını, dostunu düşmanını sorguladığını fark ettim. "Benim askere geç gelmem yüzünden çıkan müşkülattan sakın kimseye bahsetme, dostlar üzülmesin, düşmanlar sevinmesin", "Dostlar arasında dedikodu olursa bana yaz", gibi ifadeler bana bunu düşündürdü. Böyle bir hassasiyet söz konusu mu gerçekten de? İçimizdeki Şeytan'da tarif ettiği "aydınlar ortamı" nedeniyle ortaya çıkmış olabilir mi bu? Belki de ardı arkası kesilmeyen davalar nedeniyle yaşadığı bezginliğe ya da kendine güveninin sarsılmasına bağlamak gerekir?
Bu soruya yanıt vermek hayli zor. Sabahattin Ali arkadaşlarına ve dostlarına çok düşkün biri. Küçücük evlerinde kalabalık misafirler ağırlayan, onlarla sohbet etmekten hoşlanan biri olmuş hep. Arkadaşları konusunda kaygıya kapıldığını ya da tedirgin olduğunu pek düşünüyorum doğrusu.
Arkadaşlığı büyük kavgalardan ayıran bir yapısı olmuş hep. Öyle ki Irkçılık-Turancılık davasının sanıklarından Nihal Atsız’ı evinde misafir eden Orhan Şaik Gökyay’la arkadaşlık etmeye devam etmiş mesela. Benzer biçimde Cimcoz ailesiyle ilgili kimi söylentiler dolaşsa da Sabahattin Ali’nin İstanbul’daki en yakın arkadaşları onlar olmuş.
Ancak arkadaşlarının büyük bölümü Sabahattin Ali’nin öldürülmesinden sonra Ali ailesini yalnız bırakmışlar ki, bu sahiden çok üzücü.
Tüm yaşadıklarına rağmen yine de yazmaktan vazgeçmemesi bir yana, kızı Filiz Ali'yi de yazmaya teşvik ediyor. Bunu "Bana uzun ve güzel mektuplar yaz. Hikâye gibi olsun" cümlelerinden çıkardım. Bir yandan da kızının kitap okuması için elinden geleni yapıyor. İstediğin kitapları bana yaz, gelirken getireyim gibi ifadeleri var. Filiz Ali'nin müzikle ilişkisini biliyorum da, edebiyatla ilişkisi nasıl?
Filiz Hanım, müziğin dışında tüm sanat dallarıyla yakından ilgili olmuş hep. Edebiyat ise hayatında hep büyük bir yer tutmuş. Okumayı, yeni yazarları takip etmeyi çok sevdiğini biliyorum. Bir araya geldiğimizde sıkça okuduklarımızdan söz ederiz birbirimize. Filiz Ali’yi yakından tanıyanlar da onun bulduğu her fırsatta okuduğunu söyler zaten.
* Mektupları üzerlerine tıklayarak büyütebilirsiniz.
. Tebrik ederim Gökçe Gündüç ve Sevengül Sönmez. Keşke daha çok kişi okuyabilse
Yeni yorum gönder