Tanıl Bora ile söyleşi: "Spor izleyicisi okumaya pek düşkün değil"
Tanıl Bora ile söyleşi: "Spor izleyicisi okumaya pek düşkün değil"
Emre BAYIN
Türkiye’de futbol her zaman çok ilgi çeken, çektiği ilgiyle doğru orantılı olarak da çok konuşulan konuların başında gelir. Toplumun farklı kesimlerini aynı ilgi alanında buluşturan futbol, kaçınılmaz olarak takipçilerinin karakteristik özelliklerinden ve gündeminden izler taşır. Bunun neticesinde futbolun yolu bazen cinsiyetçilikle, bazen fanatizmle, bazen de demokrasiyle kesişir. Biz de Tanıl Bora’yla futbolun yolunun edebiyattan nasıl geçtiğini, futbol gazeteciliğini ve futbol kitapları editörlüğünü konuştuk.
Futbol hakkındaki kitapları, futbolseverler arasında okuma yazma düşkünü olanların okuduğunu sözledi bize. “Yani pek kalabalık bir nüfus değil; genel futbolsever kitlesi içinde bir azınlık. Belki asıl futbol sevenlerin sadece bunlar olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü sadece takımının manyağı olmayıp da sahiden futbolu sevenlerin, futbol üzerine düşünmeye, hayal kurmaya düşkün olması, futbola dair hikayeleri merak etmesi beklenir.”
1978 yılında Arjantin Milli Takımı, Dünya Kupası final maçına çıktığı sırada Borges’in maçı önemsemeyerek bir konferans verdiği söylenir. Nabokov ve Camus gibi isimlerin futbolla arası ise iyidir. Genel olarak yazarların futbolla arası nasıl sizce?
Benim açımdan, denklem çok basit: Her ikisini de çok seviyorum, okumayı-yazmayı ve futbolu. İkisi arasında bağlar kurmak, ilham devşirmek, hoşuma gidiyor. Her ikisindeki zevki birbirine katıyor, tatmini çoğaltıyor. Bu kadar basit. Zorunlu bir ilişki değil bu. Futbol zevkini okuma-yazma tutkusundan ayrı tutan, ikisini asla birbirine karıştırmak istemeyen “laikleri” de anlarım. Ama Nabokov ve Camus, futboldan edebi ve felsefi hikmetler çıkarmalarıyla bilinen yazarlar. Ben daha çok futbolun tasvirini yapan, oyunun ve aktörlerin ilhamından hayaller, imgeler üreten yazarları, öylesi edebiyatı seviyorum. İyi dokümantasyon ve iyi dramatizasyonla yazılmış futbolcu biyografilerinden, kulüp tarihlerinden veya sözgelimi kaleciliğin tarihsel seyrini anlatan bir kitaptan, sıkı bir maçtan aldığım kadar zevk alıyorum.
Sadece futboldan bahsetmeyelim, Yüzme tutkunu olarak, yakın zamanda yüzme edebiyatını keşfettim. Britanyalı yazar Charles Sprawson’un ve Alman yazar John von Düffel’in kitaplarını, serin bir suda kulaç atma zevkiyle okuyorum. Şair Lord Byron için dikilmiş bir anıtta “Ünlü İngiliz yüzücü ve şair” yazıldığını bilir miydiniz? Adamın kendisi de yüzmeyi şiir kadar önemsermiş.
Sporda, zihin, hayalât ve edebiyat için müthiş bir bereket var. Oyun var işin içinde, bedenle iddialaşma var, kendini aşma, odaklanma tecrübesi var, hoşnutluk, muzafferiyet hazzı ve acz, mağlubiyet imtihanı var.
Yazma tedirginliğini illa ki birisine benzetmemiz gerekse, penaltı anındaki kalecininkine mi, penaltıyı kullanan oyuncununkine mi benzetebiliriz?
Atanın endişesine benzer. Penaltı karşılayan kaleci, atana oranla gamsızdır, malum. “Yapamazsam, başaramazsam, olmazsa…” endişesi, tutamayana değil atamayana musallattır.
Futbol üzerine kitaplar da derliyorsunuz. Futbol ile yatıp kalkan bir ülke olarak, futbol üzerine yazılan kitapları sizce daha çok kimler okuyor?
Futbolseverler arasında okuma yazma düşkünü olanlar okuyor, esasen. Yani pek kalabalık bir nüfus değil; genel futbolsever kitlesi içinde bir azınlık. Belki asıl futbol sevenlerin sadece bunlar olduğunu da söyleyebiliriz! Çünkü sadece takımının manyağı olmayıp da sahiden futbolu sevenlerin, futbol üzerine düşünmeye, hayal kurmaya düşkün olması, futbola dair hikayeleri merak etmesi beklenir. E öyle olunca da, okumaya meraklı olması beklenir. Aslına bakarsanız, manyak taraftarın da kulübünün evveliyatını, hikayelerini merak etmesi beklenir. Fakat o merak da az. Aslında genel olarak okumaya, kitaba ilgisizlikle ve bence daha da genel olarak meraksızlıkla ilgili bir sorundan söz ediyoruz.
Ben aslında sadece futbolseverlerin değil, futbolla o kadar alakalı olmayanların da futbolla ilgili literatüre rağbet etmemesinden rahatsızım. Futbola hiç alakası olmayıp da sosyal bilimsel ve politik ilgileri olanların, kimi futbol kitaplarından alabilecekleri “bilgiler” ve alabilecekleri bir zevk var. Keşke bunu fark edebilseler.
Türkçede, çeviri ve telif eserlerde bir “futbol edebiyatının” varlığından söz edebilir miyiz?
Bir raftan da ibaret olsa, evet. Her şeyden önce, bu edebiyatın kutsal kitapları sayılan Galeano’nun Gölgede ve Güneşte Futbol’u ile Nick Hornby’nin Futbol Ateşi var. David Peace’in Lanet Takım’ı, kısmen yeraltı edebiyatına göz kırpan, kendine mahsus bir edebi tecrübedir. Kadri bilinmeyen bir kitaptan daha söz etmeliyim. Macar yazar László Darvasi’nin yazdığı Santrforun Rüyası; Darvasi Galeano’nun Orta Avrupalısıdır. Galeano Maradona’ysa, Darvasi’de Puskas’tır. Bu baş eserlerin yanına başkalarını da koyabiliriz. Türkçede de, futbol edebiyatı sınıfına koyabileceğimiz kitaplar var. Can Kozanoğlu’nun öncü kitabı Bu Maçı Alıcaz, pekala edebi bir denemedir. Kıymetli Ümit Hassan hocam, eski Radikal Futbol ilavesine, “edebiyat dergisi” derdi mesela. Yakınlarda çıkan Alper Gencer’in Brezilyalı Kanarya’sı mesela, gayet tatlı bir futbol romansı.
Erkek dilinin kalesi
Türkiye’de futbol cinsiyetçi söylem ve fanatizm üzerinden kendisine bir alan yaratıyor. Bu ortamın oluşmasında şüphesiz yazılı basının da büyük payı var. Dünyadaki muadilleriyle karşılaştırırsak Türkiye’deki spor gazeteleri ne durumda sizce? Aslında spordan çok futbol gazeteleri demeliyiz belki de…
Dünyadan çok daha geri, çok daha ileri değiliz gibi geliyor bana. Futbol medyası, yani onun ana akım magazin sektörü, bütün dünyada erkek dilinin kalelerinden biri. Kadınları aşağılamanın başka yerlerde hoş karşılanmazken orada yine doğal sayıldığı bir rezervasyon alanı. Gerçi “amk” adlı bir yayın dünyanın başka neresinde bulunur bilmiyorum ama bence Türkiye bu bakımdan bilhassa berbat bir vaziyette değil, global berbatlığa uyumlu bir vaziyette.
Sporcu, spor insanı biyografileri konusunda ne düşünüyorsunuz, sanırım bu noktada da biraz geri kaldık dünya geneline göre? “Yazılsaydı da okusaydık” diye ah ettiğiniz bir isim vardır şüphesiz…
Bence genel olarak biyografide geri kalmışız! Hangi edebi, politik şahsiyetin, düşünce insanının veya magazin ulularından hangi birinin, güçlü bir dokümantasyona dayanan, edebi zevke de hitap eden bir biyografisi var Türkçede? Gönlünüze göre bir iki istisna anabilirsiniz belki, o kadar. Spor alanında iyi biyografiler olmasını nasıl bekleyebiliriz bu kıtlıkta? “İyi”yi bırakın, herhangi biyografi çıkması bile zor. Fazladan zor, zira birincisi zaten spor izleyicileri okumaya fazla düşkün değil, okumayı besleyen bir merakla yanıp tutuşmuyorlar. İkincisi, spor dünyası, özellikle de futbol dünyası, şeffaflıktan uzak iktidar ilişkileriyle, katı hiyerarşilerle, hamasetle dolu bir dünya. Sporcular, özellikle de futbolcular, reşit insan muamelesi görmüyorlar, milyonlar da kazansalar bu ilişki ağının vesayeti altındalar. Dolayısıyla hayatlarının şeffaflaşması zor. Dünyada sporcu biyografilerini büyük çoğunlukla gölge yazarlar kaleme alıyor. Türkiye’de bir sporcunun bir gölge yazara açılması zor olduğu gibi, sözünü ettiğim ilişki en azından zihnen ağının tutsağı olmayan bir gölge yazar bulmak da zor. Kimin biyografisini okumak isterdim? Tabii hamasetle, yıkama yağlamayla bulanmamış olmak kaydıyla… Türkiye’de, Tanju Çolak, Hakan Şükür, Neslihan Demir. Bir de, atçı ve jokey âlemini anlatmaya vesile olması bakımından, Ekrem Kurt veya Mümin Çılgın.
İyi bir Gençlerbirliği taraftarısınız. Genel olarak, futbolcular neler okur, hiç gözlemle şansınız oldu mu? Böyle önerilere pek hoş bakmıyorsunuz biliyorum ama “Bir futbolcu keşke ‘şunu’ okumuş olsaydı” diyebileceğiniz, doğrudan futbola bakışın değişmesinde önemli bir etki yapacağını düşündüğünüz kitap/kitaplar var mı?
Kitap okuyan futbolcu gerçekten çok nadir. Okuyanlar, galiba genellikle, ucuz hikmet pazarlaması yapan çoksatarlara itibar ediyorlar. Elbette “ciddi şeyler” okuyanlar da var. Ben öncelikle az evvel futbol edebiyatı faslında zikrettiğim kitapları önermek isterdim. Gençlerbirlikli futbolcular söz konusu olduğunda, tabii Ankara Rüzgarı’nı (Gençlerbirliği tarihi) okumalarını isterdim.
* Görseller: Robin Gundersen
* Fotoğraf: Sebati Karakurt
Yeni yorum gönder