Birçok okurun tahmin ettiği gibi, kolayca gol pozisyonuna girdiği halde gole çeviremeyen, Hemşehrimiz (Aksekili) Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal´a saç-baş yolduran, Denizli´nin, Demirören´in tahtlarının sarsılmasına neden olan, Beşiktaş´ın genç, acar futbolcusu Serdar Özkan´dan söz etmeyeceğim.
Adaşı, 1975 doğumlu, Kanada´dan Japonya´ya, Rusya´dan Yunanistan, tüm Avrupa Ülkelerine, Lübnan´dan, Sırbistan´a, 40 dan fazla ülkede çevirisi yapılarak okunan, bu genç yetenekten, belki de bir çoğumuzun haberi yok.
"Mumun ışığı dibine vurmaz." anlayışıyla, dünya edebiyat tarihinde parlayan yıldızın başarısını geç algılamış oluyoruz, belki de...
Batılıların hayranlığını kazanmak için, kendi ülkesine hakaret etmeden, onurlu bir anlatımla kazanılmış bu başarıda, yurdumuza karşı tüm dünyanın ilgisini uyandıracak motifler o denli ustalıkla kullanılmış ki, 205 sayfalık "KAYIP GÜL" yaşamımda elimden bırakmadan okuduğum, kurgusuna ve üslubuna hayran olduğum ikinci roman olduğunu söyleyebilirim. Birincisi, Bursa Başsavcısı Hemşehrimiz (Aksekili) Alirıza Cemeroğlu´nun romanı GEREKSİZ ADAM ikincisi de, Serdar Özkan´ın "KAYIP GÜL"ü...
Serdar Özkan, insan doğasını, iç dünyasını bir bilge kişi analizi ile romanındaki kurguda o denli sorguluyor ki, okur yaşamın gerçeklerini ve değerlerini tekrar gözden geçirme ihtiyacını duyuyor. İster batılı, ister doğulu olsun, insanın, bu masalımsı yoruma duyduğu ilgi, yazarın genç yaşına rağmen, septik bir yaklaşımla, her konumdaki insanı düşünmeye yöneltmiş olmasından kaynaklandığını sanıyorum.
Yazar, huzur arayan insan için, maddi varlığın yeterli olmadığını, kibirden arınması gerektiğini, mistik ve çekici bir anlatımla , her tür dünya görüşüne saygılı bir yaklaşımla, içtenlikle anlatıyor ve inandırıyor.
Roman kahramanının, problem çözercesine gerçekleri araştırması, yakınlarının, (sözde kalmaya mahkum kuru nasihatler yerine) O´nu araştırmaya yönlendirmesi de, "Zor olanın güzel ve kalıcı olduğu" düşüncesini de veriyor.
Bir Anadolu insanı olarak da, yazar, Efes´ten başlayıp, California sahillerine dek uzanan mekanda sürdürdüğü öyküsünü, mitolojik ögelerle renklendirerek, ilk çağın 7 Harikasından birisi olan Artemis Tapınağı tanrıçasının, Eski Roma´daki adı "Diana" ile, Bülbül Dağı'ndaki Meryem Ana Evi'ni öylesine ustalıkla konuya uyarlamış ki, romanı okuyup hayran kalan dünya insanlarının, tatillerini yurdumuzda geçirme isteklerine katkıda bulunacağına inanıyorum. Serdar Özkan´ın, yurdumuz turizmine katkısı çok büyük olacak, bu "Kayıp Gül" ile.
Genç yazarın bu gizemli yapıtı, son yıllardaki yurdumuz insanına verilen çok güzel bir armağan. Roman- hikaye seven - sevmeyen herkes okumalı. Kitabı elde etmekte zorlanırsanız, www.idefix.com ´u tıklayın. İndirimli olarak elde edebilirsiniz. Kitap hakkındaki olumlu yorumları ve çevirisi yapılarak yayınlanan ülkelerdeki renkli ve farklı kapak resimlerini de görerek, yorum özetlerini okuyarak gurur duyabilirsiniz Serdar ile...
Başarılarının sürekli olması dileğiyle...
İbrahim Ekmekci
Antalya; 29.Ekim.2009
Üye Eleştirileri
Üye Eleştirileri
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Üye Eleştirileri Yazıları
Roman hakkında bir şeyler yazmak gerektiğinde “bizde” izlenen usul, çoğunlukla yazarın dünyası ve kendisi hakkında oluşmuş genel kanaat üzerinde kanat çırpmayı gerektirmeyen bir uçuşla yazarla (ya da politik olarak mahkum edilmiş bir yazarsa “çoğunlukla”) aynı gökyüzünü paylaştığı izlenimi veren satırlar arasında süzülmektir. Ne de olsa böyle bir usulde romanı okumak da gerekmez.
Kitabın ismindeki aşkı görünce hem ilgimi çekmiş hem de romantik bir şeyler okuyacağımı düşünmüştüm. Ama kitabı okumaya başlayınca hiç de öyle olmadığını görüp, bir günde okuyup bitirdim. Çok az kitapta yaşadığım o nefessiz kalmayı yaşadım. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza´sında ki çarpıcılığı hissettim. Tam evet tam bir aşk romanı! Aşkı en çarpıcı ve vurucu biçimde anlatmış.
Felsefe devrimsel değil birikimsel bir süreçtir ancak bu birikimli yapının bazı devrimcileri vardır. Marquis de Sade işte bu devrimci filozoflardan biridir, hatta en başta gelenlerindendir, çünkü de Sade dokunulması en güç şeye dokunmuştur, en büyük tabuyu devirmiştir.
'Hatıra' sözcüğü hep tek yumurta ikizi 'Hüzün'le gelir insanın aklına. Öyle ki, ne kadar hoş, ne kadar eğlenceli anlarınızı hatrınıza getirirseniz getirin, attığınız en şiddetli kahkahaların ardından çöküverir o hüzün üzerinize. Bir daha o günlere dönemeyecek olmanın hüznü. 'İstanbul Hatırası' da tam böyle bir kitap.
Christopher Priest’ın bol ödüllü fakat ülkemizde ancak film uyarlaması ile adını duyurabilmiş ve hala daha pek de okunmamış romanı bizi eğlencenin kanlı canlı olduğu zamanlara götürüyor.
Yeni yorum gönder