Bir an gelir ki ezberinizi unutursunuz; tiyatro sahnesindeki “trak”tır bu. Söyleyeceğini öğrenmişlerdeki ani bellek boşluğu, beyindeki havalandırma deliğinin açılışını andırır. Aslında hiç beklenmeyen bir şimşek çakışıdır yaşanan; her şey kendi manası üzerindeki tahakkümünü kaldırır. Birdenbire gitmek istersiniz. Birdenbire başka olmak istersiniz. Birdenbire özlediğiniz, hayalini kurduğunuz meseleye dönüşmek istersiniz. Can havliyle aydınlanmak için bir fırsat doğmuştur. Tecelli edecek olan, vaziyetin kontrolünü ele geçirmektir. Çıkacağınız yol zaten uzun zamandır üzerinde olmanız gereken yoldur. Sizi çeken, manyetizmasına alan merak “ne olduğunuz”a dairdir işte. Yaftaları, payeleri, apoletleri, titrleri elinizle bir kenara itip varlığınıza doğru ilk adımı atarsınız. Bebeklikten sonra ikinci kez yürüme çabasıdır sizi heyecanlandıran. Varlığına yürüyenin yokluğu anlaşılmaz, kayboluşu fark edilmez.
Herkes bir şekilde gitmek ister de gerekli cesareti bulamaz. O harekete geçiş esnasında sizi ürküten, yolun zorluğu değil, orada karşılaşacaklarınızla yüzleşmenin tedirginliğidir. Çünkü “trak”ı izleyen süreçte yükselme, enginleşme olabileceği gibi çöküş ve enkaza dönüşme olasılığı da vardır. Alınan risk gerçeğe katlanıp katlanamamanızla doğru orantılıdır. Bu iş aynaya bakmaya, aynada gördüğünüz kişiyle konuşmaya hiç benzemez. Size sizi hatırlatacak şeylerin laf cambazlığı, zorunlu kibarlığı yoktur çünkü. Çıplak gerçeğin pornosuyla, hardcore’uyla şu soruyu yanıtlarlar: Bu yaratığın ömrünün ana fikri nedir?
Bir ağacın önünde durup da ağacı seyrettiğinizde ne görmek arzusundaysanız onunla yetinirsiniz. İnsan kendi soyağacının önünde durup da geldiği kalabalığı tanıdığında bazen ona gizlenmiş bir darağacı da görebilir. Bütün aileler güzel sayılmamalı. Her aile imrenilecek bir hatırata sahip olmayabilir. Karanlıkta bekletilenler kimi zaman huzur içindir – ya da huzur sırlar üzerine kuruludur. Köken denen o tedbirsiz mazi, genlerin raksı, DNA’ların etrafa saçılışı ve kim bilir dünyaya yayılan ataların çılgınlıkları sizi elbette bağlamaz ama upuzun bir macerada beklentilerinizin dışında da gelişmiş olabilir. İnsanın soyunu araştırması bir cinayet soruşturmasına benzer bazen. Her soy sürprizlerle, gizli kahramanlarla, büyük yenilgilerle doludur.
Jack Kerouac “satori”sinin çekimine kapılıyor. Satori, Japoncada “ani aydınlanma, ani uyanış, gözün açılması” anlamına gelmekte.
Örneğin ben baba tarafından dedemi hiç tanımadım. Ali İskender Bey, babam dört yaşındayken ölmüş. Ancak kütüğümü araştırma hevesiyle harekete geçtiğimde Beyoğlu / Hacımimi Mahallesi’ne kayıtlı olduğumu öğrendim. Buraya kadar her şey mantıklı; ama Hacımimi Mahallesi Karaköy’de genelevlerin olduğu muhit. Bu bilgiden sonra konuyu kapattım ve meseleyi bir liman kültürüne devrettim. Denizciler, Levantenler, belki İskender isminin çağrıştırdığı bir Balkan uzantısı deyip dosyayı rafa kaldırdım. Sonuçta soyum sopum biraz alengirli geldi bana.
Bu Kerouaclar kimdir?
Herkes kestirip atamayabilir; hatta “hadiseyi yerinde inceleme” inadıyla kıta değiştirip büyük büyük büyükbabasına kadar tarihi ince eleyip sık dokuyabilir de. Nereden geldiğin nereye gideceğini doğrulamasa da farkındalık önemli tabii. Jack Kerouac, Beat Kuşağı’nın en gezgini diye bilinir. Yolda romanında Amerika kıtasını geze geze delmiştir. Paris’te Satori başlığını koyduğu kısa anlatıda ise Avrupa’ya geçiyor; derdi şu: Bir Kanada göçmeni kendisi, ailesinin kökeni de Fransa’ya dayanıyor. Öyle ki, neredeyse ortaokul yıllarına değin Jack’in İngilizcesi oldukça kötü. “Bu Kerouaclar kimdir,” deyip düşüyor yollara. Beatnik arkadaşlarına hiç değinmeden “satori”sinin çekimine kapılıyor (“satori,” Japoncada “ani aydınlanma, ani uyanış, gözün açılması” anlamına gelmekte; bizim argoda “ampullerin yanması, çakma” da denir).
Yolculuk notlarına bakarsak pek de aradığını bulamıyor Jack. Onu tanıyanlar zaten bu yolculuğun ciddi bir hevesle başlayıp bambaşka mecralara akacağından emindir. Aynen öyle oluyor. Yine barlar, ağır sarhoşluklar, kaybolan valizler, tanışılan şoförler, evinde misafir kalınan tuhaf/güzel adamlar, sevişilen kadınlar, araya sıkıştırılan kütüphane ve arşiv çalışmaları.
Satori esnasında dil üzerine de düşünüyor Jack, ki bence kitabı ilginç kılan yanlardan biri bu alan. Diğer Beatnik arkadaşları gibi dili kırmayan, zorlamayan biri olarak dosdoğru yazmayı seçmişliği hakkında ipuçları veriyor. “Yaptığınız, önemli ya da önemsiz her şey, bilimin, ‘araştırmaların derinleşen esrarı’ adını verdiği güç sayesinde yüz katı kuvvetli olarak size geri dönecektir,” deyip kestirip atıyor bunaldığında.
Paris’te Satori, disiplinden nefret eden Jack Kerouac’ın kendiyle sınavı sayılabilir. Hızla sonuca ulaşmaktan hoşlanan, tez canlı, kafasına göre yaşayan, kuralsız Jack atalarıyla bir bağ kurmak için çıktığı seferden müthiş serseriliğinin dökümü ile dönüyor yine.
Ölülerinizi mezarlıklarda değil, yeryüzünde arayın diye söylenmenin tam sırası.
* Görsel: Servet Kesmen
Yeni yorum gönder