Çeşitli derlemelerde öyküleriyle yer alsa bile, epey meşakkatli bir derin hikâyeye giriştiği 2018 tarihli Reenkarnasyon Blues aslında Michael Poore'nin ikinci romanı. Doğrusu Poore cesur ve tehlikeli bir işe adım atmış, çünkü kitabında sadece reenkarnasyon kavramını işlemiyor, bununla birlikte baş karakterinin tekrar tekrar yaşama döndüğü birbirinden çok farklı tarihteki bölgelerin yaşamlarına da dâhil ediyor okuru.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç. Fiziksel olmayan öz, yani ruhun biyolojik ölümden sonra tekrar farklı bedende yeni bir hayata başlaması özellikle merkezi ve detaylı olarak Budizm, Hinduizm, Jainizm gibi Hint dinlerinde görülüyor. Ancak ruh göçü inancını sadece bu dinlerle sınırlayamayız, öyle ki Sokrates, Platon gibi bazı filozofların yeniden doğuş düşüncelerini yahut bazı dinlerde bu kavrama doğrudan inanç olmasa bile atıfları görüyoruz. Hatta farklı bedende yeniden hayata dönmeye Nors Mitolojisi’nde dahi rastlanıyor. Kısacası dünyadaki birçok insan bu görüşe tarih boyunca inanmış, hatta günümüzde de bu sayı oldukça fazla.
Bilim kurgu ve fantastik öğeler merkezinde
Ruh göçü inancını kitabın ana etmeni hâline getirmesinin yanı sıra ilgili konsepti hem bilimkurgu hem fantastik öğelerle buluşturmasıyla Michael Poore’un Reenkarnasyon Blues romanı, reenkarnasyonun popüler kültürdeki yakın dönemde dikkat çeken örneklerinden olarak gösterilebilir. Bu kitap yakınlarda Kıvanç Güney’in çevirisi ve Burçak Başpınar’ın temiz çalışmasıyla Domingo Yayınevi etiketiyle dilimize kazandırıldı. Yazarın muzip anlatımı ve farklı kavramları oldukça fazla kullanması göz önüne alındığında Güney ve Başpınar’ın çalışmasını tebrik etmek gerekiyor. Konusundan kısaca bahsedecek olursam; cinsiyeti, hatta bedenlendiği canlı türü değişse bile genelde adı Milo’nun varyasyonları olan baş karakterimizin, kusursuzluğa ulaşmaya çabalamasını okuyoruz. Her ruh öldükten sonra Yaşam adı verilen ve dünya ile benzerlikleri bulunan fantastik bir yere gidiyor ve burada belirli vakit geçirdikten sonra tekrar yaşama dönüyorlar. Milo ölmekten bıkmıyor, kişisel geçmişinde de her türlüsünü tatmış; “Mızrakla vurulmuş, süngülenmiş, havaya uçurulmuş, vurulup kan kaybından ölmüş … Bir seferinde Türklerin eline düşmüş ve mancınıkla şehir surlarının üzerinden Viyana’ya fırlatılmış. En sevdiği ölüm buydu.”
Ruhların yaşamlarında başkalarına koşulsuz iyilik, insanlık adına faydalı olma gibi değişen şekillerde kusursuzluğa ulaşması bekleniyor ve bunun için bin yaşam hakları var. Yoksa hiçliğe karışacaklar. Baş karakterimiz Milo’nunsa son hakları kaldı… Ölüm’le aşkı mükemmele ulaşmasındaki engel mi, yoksa tek çaresi mi? Romeo ve Juliet, Talat ile Fitnat… Birçok ölümsüz aşk hikâyesi okuduk. Milo ve Ölüm’ün aşkı içinse gerçekten ebedî diyebiliriz. Aksi tüm kurallara ve engellere rağmen bin yaşam sürüyor.
Milo'nun yaşamındaki kısa hikâyeler
Çeşitli derlemelerde öyküleriyle yer alsa bile, epey meşakkatli bir derin hikâyeye giriştiği 2018 tarihli Reenkarnasyon Blues aslında yazarın ikinci romanı. Doğrusu Poore cesur ve tehlikeli bir işe adım atmış, çünkü kitabında sadece reenkarnasyon kavramını işlemiyor, bununla birlikte baş karakterinin tekrar tekrar yaşama döndüğü birbirinden çok farklı tarihteki bölgelerin yaşamlarına da dâhil ediyor okuru. Bu da aslında okuduğumuz her farklı hayat için yazarın detaylı araştırma yapmasını zorunlu kılıyor. Hatta romanın ana izlencesi kusursuzluğa uğraşma çabasının yanında, aslında kitapta Milo’nun yaşamlarındaki kısa hikâyelerini okuyoruz. Yeri geliyor karakterimiz milattan önce 2600 yılında Mlovasu Pradeş olarak İndus Nehri Vadisi’ne gidiyor, başka hayatında milattan sonra 2115’te su kartelinin uzay kancasında böcek olarak yaşıyor. Sözün kısası Poore eserinde içinde birçok türü ve mekânı barındırıyor. İşin güzeli şu ki bunun altından kalkabilmiş, okura keyifli ve ilginç bir anlatı sunmuş.
Yeni yorum gönder